Modern : Çağa uygun, çağcıl, asri, çağdaş
TDK böyle tarif etmiş modern kelimesini.
Peki aynı çağ içindeki farklı formları, alışkanlıkları nasıl eski-yeni ya da modern-çağdışı olarak niteleyebiliyoruz?
Mesela taşıtlar için bu ayrımı yapmak çok kolay... Ulaşımın at arabalarıyla yapıldığı bir yeri çağdışı olarak niteleyebiliriz çünkü avrupa 100 küsur yıl önce at arabasını terK edip yerine motorlu taşıtları koymaya başlamıştı. Yani teknoloji farkı eski-yeni ayrımı yapmak için yeterli sebep teşkil edebiliyor. Sadece teknoloji demek doğru olmaz ama, teknolojiyi uygulayabilmek için bilimin önden yol açması gerekiyor. Gene yetmez, teknolojiyi kullanarak teknolojik ürün elde etmek için para gerekiyor.
En son teknolojinin her çağda ilk olarak silahlarda kullanıldığını, hatta daha ileri giderek teknolojinin var olma anlamını silahlarda bulduğunu da söyleyerek ürün bazlı modernlik meselesini kapatabiliriz. Ama bir adım daha ileri gitmek lazım: bilim var olma ve gelişme anlamını silahlarda buluyor…İnsanlar kafalarını çalıştırmak zahmetine ancak başka insanlara tahakküm edebilmek için katlanıyor. Silahları mermi atabilen şeylerle sınırlamamak lazım, her çağın kendine uygun binbir çeşit silahı hep oldu…
Peki alışkanlıkları nasıl eski-yeni diye etiketleyebiliyoruz, “modern yaşam” ile “çağdışı yaşam” arasındaki ayrımın kaynağı ne?
Avcı toplayıcı toplumlarda avcılık çok tehlikeli, toplayıcılık da çok zordu. Emniyet ve kolaylık bakımından insanlar topluca ava çıkıp topluca ot-sebze-meyve topluyordu. Bir aradaydılar çünkü tek başlarına ya da çekirdek aile olarak hayatta kalma şansları yoktu. Hal böyle olunca birbirlerine yardım etmek-etmemek konusunda bireysel tercihlerini kullanmaları sakınca doğuracağı için bir takım yazılı olmayan kurallar icat ettiler ve bunlara uydular. Bu kurallar bütününe“töre” demek yanlış olmaz sanırım. Törelerin uygulanabilirliği toplum baskısı ile mümkün oluyordu, bir kişi bencilce, kolayına gelen bir davranış sergilediğinde diğerleri tarafından töreye davet ediliyor, uymamakta ısrar ederse gruptan atılıyor yani “aforoz” ediliyordu. Kısacası töre hayatta kalmak (beka) için gerekli bir şeydi, hatta insanların türlerini devam ettirebilmesini sağlayan temel şeydi.
% 100 avcı toplayıcı olmayan, yerleşik düzene geçmiş insanlar yaklaşık m.ö. 8500 lü yıllardan beri varlar, o zamandan bu zamana çok şey değişti elbette fakat m.ö. 8500’den 1945’e hızlı bir geçiş yapabiliriz çünkü töre bu süre zarfında hayatta bırakma-ayakta tutma özelliği ile hep var oldu, hala da var. 1945’in özelliği insanların töreye ihtiyaç duymadan hayatta kalabilecekleri ortamlar yaratmasının kesintiye uğramadan başladığı yıl olması. Kesintiden kastım iki büyük dünya savaşı... Konuyu daha geriden almak da mümkün ama çok da gerekli değil zira 1945’den sonra olanlar anlatacağımı anlatabilmem için yeterince örnek taşıyor.
Bu arada kesintinin nasıl bir şey olduğunu nylon çoraplar tek başına çok güzel açıklar:) nylon bulunan ilk sentetik malzemedir, 1926’da Amerikalılar tarafından bulunmuştur ve kısa bir süre sonra meşhur ince kadın çorapları bu buluş sayesinde piyasalardaki yerini almış, kadınlar pek mutlu olmuştur:) Nylon ipliği çok dayanıklı ve esnektir, ince kadın çorabının yapılabilmesine imkan tanıyan o yıllardaki tek iplik cinsidir. Kadınların mutluluğu uzun sürmedi ama… Çünkü yaklaşan 2. Dünya savaşından dolayı bütün nylon iplikler paraşüt üretimi için kullanıldı. Paraşütün yapımı için de en uygun ipliğin nylon oluşundaki ironi tek başına bir yazı konusu olduğu için üzerinde fazla durmadan geçiyorum:) Paraşütten önce sadece kadın çorabı yapılmadı bu arada, nylon iç çamaşırı, gömlek de yapıldı mesela…Hem sadece kadınlara değil erkeklere de yapıldı:) Bu gün sıhhi olmadığı için giymediğimiz nylon donlar, gömlekler o yıllarda fahiş fiyatlardaydı, bu gün tıpkı nylon öncesi devirde olduğu gibi pamuk, keten, yün ağırlıklı olarak giyiniyoruz! Halkın kullanımına sunulduktan, alışkanlıkları arasında yer ettirildikten sonra paraşüt yapmak için ellerinden alınan nylon savaş yılları boyunca zavallı halkın burnunda tüttü, yokluğundan dolayı efsaneye dönüştü, tıpkı erken ölen James Dean, Marylin Monroe gibi…. Sentetik iplikler uzun zamandır gayet bol , hem sadece nylon değil başka bir çok tür sentetik iplik var, doğal ipliklere göre de ucuzlar ama şu anda en çok kullanılan iplikler pamuk ve pamuk türevi ipliklerdir….
65 yıldır “modern” ülkelerin topraklarında savaş yok, 2. Dünya Savaşı’ndaki bir dilim kuru ekmeğin değerini anlatan dedeler, nineler birer birer toprağa girmekte ve dünya genelinde açlıktan ölme riski taşıyan insan sayısı oransal olarak eski dönemlerle karşılaştırılamayacak düzeyde düşük. Besin temin ederken ölmemiz için çok fazla sebep de yok artık, güvendeyiz. Güvende olduğumuz için de bir arada yaşamaya da mecbur değiliz, törelere de ihtiyacımız yok. O halde neden herkes birbiriyle sevişmiyor?
Bağlantı biraz saçma gibi ama çiçek çocukların felsefesi aşağı yukarı böyleydi. Açlıktan ya da vahşi hayvan saldırısından ölme riskleri yoktu, bunun yerine Nepal’e ya da kendi içlerine seyahat etmek için sebepleri vardı… Daha doğrusu bu seyahat lüksüne sahiptiler…Ve varoluş sancısıyla çatlayan başlarını Budist rahiplerinin ellerinde huzura kavuşturmayı her zaman başaramasalar da uyuşturucularla ağrıya ara verdirmeyi başardılar. Bu sorumsuz ve alışılmadık davranış tarzları 2. Dünya Savaşı sonrası dünyaya hakim olan kasvetli, ümitsiz havanın yarattığı bohem hayatın bir devamı niteliğinde olabilir, bu konu ciddi şekilde araştırılması gereken derin bir konu, ben sadece “etkisi olabilir” diyerek geçeceğim.
Sonuçta 65 yıldır kesintiye uğratılmayan bu “üretim fazlası” bol dönem insanların bir arada bulunma mecburiyetlerini ortadan kaldırdı ve insanları “tek kişilik değerli cumhuriyetler” şeklinde yeni bir yaşama alışmaya zorladı. Yukarıda töre dediğim şeyi temsil eden her türden tabu insanlarda “neden yıkmıyoruz?” fikrinin uyanmasına sebep oldu. Hatta tabu kelimesinin ilk çağrıştırdığı kelime ”yıkmak” oldu…
Bu büyük dönüşüm üretim fazlası miktarının artması sayesinde oldu. Uzun zaman önce türünün devamını garanti altına alan insanlar açlıktan ölme riskini de sıfırlayınca eskiden var olmayan nesneleri önce lüks sonra ihtiyaç olarak adlandırarak hayatlarına soktular ya da birileri onların hayatına soktu. “Hayatta kalma”nın yerini giderek başarı, kariyer gibi kelimeler aldı. Ve en önemli değişiklik kitlelerin sevk ve idare yönteminde oldu. Eskiden büyük oranda kaba kuvvetle yönlendirilen insanlar “tüketim kuvveti”yle idare edilmeye başlandılar.
Tek kişilik değerli cumhuriyet bireylerinin çiçek çocuklarınkine rahmet okutan içsel seyahatleri yeni yeni sektörlerin doğmasına sebep oldu. Uyuşturucu olmadan ayakta duramayan anormal-kötü çocukların sayısındaki artıştan daha önemlisi sorumluluk ve kariyer sahibi “normal” insanların ancak prozac tabletlerine dayanarak ayakta durabilmeleridir herhalde.
Tüketim motoru, yavaşlamaya tahammülü olmayan hatta düzenli olarak hızlanmak zorunda olan bir motor ve insanlar bütün alışkanlıklarını bu motorla senkronize tutmak zorundalar, yoksa durduğunda devrilen bisiklet gibi devrilirler. Bu motoru canlı tutmanın yolu da “moda” dene sihirli kelimeden geçiyor.
Moda derken Paris defilelerini kastetmiyorum sadece, geri zekalı sunucuların cümleleri de dahil olmak üzere bir çok kontrolsüz cümlenin etkisiyle şekillenen, şekil alması bir türlü bitmeyen bir olgu moda. Yaptığınızın, söylediğinizin, beğendiğinizin, giydiğinizin, kullandığınızın mantıklı olması, işe yaraması, güzel olması yetmiyor artık, “beynelmilel değer yargıları”na da uygun olması gerekiyor. Yani seçerken, yaparken, söylerken sadece kendi usunuzu değil beynelmilel usu da göz önünde bulundurmanız gerekiyor. Diğerleri tarafından makbul olarak değerlendirilmeniz için beynelmilel us tarafından kabul görmeniz gerekiyor. Giydikleriniz, kelimeleriniz, diplomalarınız, oturup kalktığınız yerler, arkadaşlarınız, dinlediğinizi müzik, seyrettiğiniz film vs. her şey bu büyük beyin tarafından onaylanmış olmalı. Sonuç olarak bir ”sürekli değişen beynelmilel değer yargıları bütünü” var ve bireyler bu bütünü anlamak için çaba sarfetmek, değişimleri kaçırmamak için sürekli takipte olmak, öğrendiklerini uygulayabilmek için çeşitli imkanlara sahip olmak zorundalar. Bu değerler sistemine entegre oldukça birey borsasındaki değerleri artar, değerleri arttıkça da sistemi daha çok benimseler, savunurlar.
Bir taşıtın, silahın ya da çamaşır makinesinin modern olarak değerlendirilmesinin şartları basit teknik avantajlara bağlıyken kişisel beğenilerin, tercihlerin, fikirlerin modern olup olmaması beynelmilel değer yargılarına uygunluğuna bağlıdır. Ve bu değer yargılarını kimin tarafından belirlendiği belirsiz olmakla birlikte kayıtsız şartsız itaatle sorumlu bireyler tarafından belirlenmediği açıktır. Bireyin kendi usu ihmal edilebilir bir düzeye indirgenmiştir.
Hal böyle olunca kişiler benimsemedikleri hatta anlamadıkları fikirleri kendi fikirleriymiş gibi savunurlar, “kendilerine ait fikirler” sandıkları bu şeylerin romantizme bulanmış sloganlar olduğunu fark etmezler, fark etmekten de korkarlar.
Sonuç olarak hayatta kalmanın garantisi olan ve uygulandığı çağla birlikte değerlendirildiğinde gayet mantıklı sebeplerle kurgulandığı anlaşılan törelerin yerini kimlerin belirlediği belirsiz trendler almıştır. Teknolojinin gelişmesi üretim fazlasını arttırmış ve bizi önce toplu halde yaşama mecburiyetinden kurtarmış daha sonra da toplu halde yaşamamaya mecbur etmiştir. Değeri günden güne artan bireyler diğer bireyleri borsadaki kağıtlar gibi algılamaya-değerlendirmeye başlamıştır. Giderek kaybedecek daha fazla şeye sahip olan insanlar ölümden daha çok korkar hale gelmiş, birilerinin yanında uzun süre durabilmek için daha çok sebep arar olmuşlardır.
Hayatımızdaki nylon gömlekler, çamaşırlar gibi efsaneleşmiş ve modern ama asla sıhhi olmayan nesneleri, fikirleri, beğenileri bulsak...hayatımızdan çıkartmaya gücümüz ve cesaretimiz olur mu acaba?
İyi bir ömür sürebilmek için bir ömür harcıyoruz.
Modern ve değerli yalnızlıklarımızla mutluluğun peşinde koşmak umuyorum ki hiç değilse ciğerlerimizi açıyor olsun…