31 Ekim 2016 Pazartesi

BU AKŞAM

Yazışıyorduk... "Benim yaratıcılığım yazıda değil" dedi. Ben de "yabanda mı?" diye aptal bi kelime esprisi yaptım. Sonra takıldım ben o aptal espriye, yazıştık daha bir müddet ama ben takılı kaldım.

Sonra öyle etmem gerekiyormuş gibi Youtube'u açtım, şu ikisini seçtim ayırdım:

Sonra da tekrar be tekrar. Özellikle üstteki linkin etkisi tekrarlarca dinlenince katlanıyor!

O yar gelir yazı da yaban gül olur,
Yüzün görsem tutulur dilim lal olur,
Aşka düşen divane gezer del olur. 

Yazı dediği ova, "ova"nın öteki adı "yazı" ya, onu diyo. Ovalar kalabalık olur, kasabalar hatta şehirler olur ovalarda. O yar gelince kalabalık ovalar da, kimsenin olmadığı yabanlar da gül oluyormuş, yani o yar gelince "her yer" güle kesiyormuş...
İtikadımca aşk denen soyut hallerin somut ifadelerle anlatılmasında midede kelebekler uçuşmasından daha etkili bir tariftir bu, kokusu da var üstelik...gül kokusu.
Sonra içine düştüğü halleri anlatıyor işte, dili tutuluyormuş ki bu çok normalmiş çünkü aşka kim düşse divane gezermiş, deli olurmuş.
Ne güzel...

Evlerine vara da gele usandım,
El kızını ben kendime yar sandım,
Yüreğime hançer de soktu gül sandım. 

Ama işler değişiyor sonra, hiç de güzel değil buralar... kız meğer el kızıymış, onu yar bilmesi bir zannetmeymiş ve kız hançerlemiş bunu... o ise gül sanmış.
Hançer dediği reddedilmektir muhtemelen, "olmaz" demiştir kız, tek kelimelik çok büyük acılar sarf etmiştir ama o gül sanmıştır çünkü neticede kız hem bir şeyler söylemiş hem de ona söylemiştir, daha ne olsun?
Kötü olansa kızın başka bir şey söylemeyecek oluşudur, gül sanılan hançer koca tabiattaki son güldür.

Sonrası ümitsiz.

Mezarımı derin de kazın, dar olsun,
Altı lale, üstü de sümbül bağ olsun,
Ben ölürsem sevdiceğim sağ olsun.

Ölüm düşüncesi, kızın artık bir şey söylemeyecek hatta yüzünü göstermeyecek oluşudur. Bir "bakiye hayat" vardır yaşanacak ama o hayatın kızla hiçbir alakası olmayacaktır. Bunun böyle oluşu aşığa ölümdür, başka ne olacaktı ki?
Ama diyor ki: ben ölürsem o sağ olsun.
Yani sağ olsun, gitsin başkalarına yar olsun, ama sağ olsun.

Bir insanın diğerine olan aşkının gerçekliğinin ölçüsü basittir; gerçek aşık, sevdiceğinin mutluluğundan başka hiçbir şey düşünmez.
"Ya benimsin ya toprağın" düşüncesi, aşkla falan ilgisi olmayan, tamamen mülkiyet esaslı, tamamen egosantrik bir düşünce hatta histeridir.
Gerçek aşık "yeter ki mutlu olsun da, öyle icap ediyorsa başkasıyla olsun" diye düşünür-ister.

Zor di mi? Kim böyle egodan-nefsten tamamen azade bir aşka nail olabilir ki? Çevrenize bakmayın, aynaya da bakmayın, çok mikro bir ihtimaldir böyle birine rastlamışlığınız. Ama örneği yok değil.

Güzelsin, bibedelsin, şuhsun, alüftesin cana!
Söz olmaz hüsnüne, gelmez nazirin aleme hakka!
Senin her cevrine bin can ile sabreylerim amma,
Beni pek öldürür ey bi-vefa, ellerle bazarın.

Diyen Nedim değil doğru örnek.
İstemek, mülkiyet, ilişki gibi kavramlarla aşkın birbirine karıştırılmasının tarihinin yeni olmadığı, hatta bu karışıklığın gayet legal-anlaşılır olduğunu belirtmek için verdim bu yanlış örneği.
Kelimeleri yanlış yerlerde kullanıyor oluşumuz ata mirasıdır evet ama hiç örneği olmasa bile hakikat yine de hakikattir...ki örneği var elbette.

Aşık Veysel'den bahsediyorum. Kendisini terk edip başka bir adamla kaçan karısının kaçış yolunda ayakkabısının içinde para bulmasından bahsediyorum. Karısının kaçacağını sezen Veysel gizlice karısının ayakkabısına yerleştirmiştir bütün parasını. 
Zor işler...neler hissetti, içinde ne türlü ateşler yandı, ne tür ateşlerin içinde yandı acaba? Eee, kazanına göre ateş.

Biz normal faniler kendimizi aptal Türk filmlerindeki yahut aptal Hollywood melodramlarındaki esas oğlan - esas kızla öyle özdeşleştirmişizdir ki istenmemek aklımıza gelse bile gönlümüze uygun düşmeyeceği için bu ihtimali göz ardı ederek kurgularız her şeyi...ve o sakat kurgunun neticesi olarak da istemek ile aşk arasındaki kocaman alakasızlığı görmezden geliriz, inkar ederiz. Nefsin gölgesinde kalan gönül ışık alamaz, boy atamaz, öyle kavruk-minnacık kalakalır. Ama öyle değilmiş gibi yaparız, yalanımıza da inanırız.

Sosyal medyadaki bunca boynu büküğün böyle % 100 haklı olma sanrısının altındaki sebep bu yalandır.

"yollar tutulmuştur ferhat olamazsın"

Van türküsüymüş. Bütün akşamımı adı belirsiz ve kim bilir ne zaman yaşamış-ölmüş bu Van'lı için üzülmeye vakfettim. Bu akşam da böyle napalım?

25 Ekim 2016 Salı

BU BURDA DURSUN

Bu güne dek aldığım en güzel doğum günü mesajlarından birini aldım bu gün.
"Kör Çita Sendromu" adlı yazımda bahsettiğim arkadaşım yazmış. (Birkaç önceki yazı) Ama yazmış da yazmış, yazmış da yazmış..."benden mi bahsediyor?" fikriyle okudum, duygusala bağladım falan. Mutlu oldum...çok!

Bu mesajın kaybolmasını istemiyorum hatta ara ara gözüme takılmasını istiyorum, o sebepten duracağı en uygun, en emin yer burasıdır. İzin de aldım kendisinden, bu burda dursun.

Bu arada benden sitayişle bahseden böyle bir yazıyı yayınlamanın içinde örtülü bir kendini övme var mıdır? Vardır tabi. Ama neticede ben kimseye "yaz" demedim ki, benden habersiz yazılmış, laf olsun diye yazılmadığı da çok belli. Neden yayınlamayacakmışım?


24 Ekim 2016 Pazartesi

ETRAK-I BİİDRAK

Bazılarının kafası şarz etmiyor.
Bazılarınınki de şarj etmiyor.
Tek fark imla.
Hüzün verici bir fark.

23 Ekim 2016 Pazar

YARARSIZ ZARARLILAR & YARARLI ZARARLILAR

Yurdun umumi lavabosunda tıraş oluyordum. Yanımdaki aynada tıraş olan çocuğun göz ucuyla bana bakıp durduğunun da göz ucuyla farkındaydım. En son dayanamadı, döndü dedi ki:
Hocam seni görünce tıraş olmaktan korktum, bu ne hal?

Hal diye kan revanlığıma diyordu, bir kaç yerden kesmiştim yine suratımı. Öyle oluyordu, başkaları nedense güzel güzel tıraş olurken benim surat  zırt pırt kesiliyordu.
Çok sonra buldum sebebini...tıraş sonrası yüzüme boca ettiğim 80 derece kolonyanın marifetiymiş!
Kolonyayı tıraştan sonra kullanmanın hiçbir faydası olmadığı gibi cildi inceltmek şeklinde bir zararı da varmış. Ben kolonya sürmezsen olmaz sanıyordum, oluyormuş. Kolonya gidince kesikler de gitti. Cilt kalınlaştıysa demek.

Cilde kolonya neyse ruha şiir tam da odur...böyle bir incelme/inceltme hali/etkisi. Normal şartlar altında ruha çarpsa kanatmayacak bir jilet, bünyeye şiirle birlikte girince kan revanlık kader olur.

Bir yazı okumuştum geçen, şöyle bir pasaj geçiyordu içinde:
Sadece acıyla yüzleşmeyi göze alabilenler, acıya dayanabilenler insani özlerini koruyabilirler.
Acıya tahammül edebildiği sürece -özellikle de iç mücadelesinde- insan gerçeğe hala açık demektir.
Toplumumuzdaki gerçekten zayıf kişiler, acı çekenler değil, acı çekmekten korkanlardır. Toplumla uzlaşmayı başarıyla gerçekleştirmiş olanlar, asıl zayıflardır.

Şeytan en çok uzlaşmayı seviyor...derken kastım tam da budur. Kabul görmüş başarı ölçütlerine uygun başarılar elde etmişlerin güç tarifine uygun bir güce sahip olanlar...ve olmayanlar, yani "tutunamayanlar"...o kitabın konusu tam da budur, tek konusu budur.
Tutunamayan diye o güce sahip olmak konusunda beceriksiz ve/veya şanssız olduğu için tutunamamışlara denmez, tutunma imkanına sahip olduğu halde eğer o şekilde tutunursa insani özüne hasret kalacağından korktuğu için tutunmayı reddetmişlere denir.

Bu şiir denen şey de tutunmayı reddetmek için sebepler sunar insana, acıya talip olma konusunda cesaret verir. Kolonya gibidir işte, inceltir.

Bununla beraber...kolonya gibi yararsız, değildir.

Öne Çıkan Yayın

ÇOK GÜZELSİN GİTME DUR NOKTASI

Şahsi tarihimizin tekerrür ede ede gözümüze sokmaya çalıştığı toplamda sadece tek bir şey vardır belki de: O aslında öyle değil. Taz...