19 Ağustos 2010 Perşembe

MELANKOMİK NOTLAR 5

çok sıcak! divan ve halı altlarına ya da satır aralarına gizlenmiş cesetler fena kokuyor! bilinç altlarını da unutmamak lazım.

ilk sörf dersini bu günden salıya erteledim. başlayamadık bir türlü anasını satayım.

öyle olmasıyla olmaması arasındaki fark bir şeyleri farklı kılmalı, aksi türlüsü çok...şey oluyor.


boşluğun yoğunluğunu sıfır diye öğretmişlerdi...o zaman neden içinde bulunduğum boşluk bu kadar yoğun?

http://www.dailymotion.com/video/xagrp6_sertab-erener-ruya_music
bu şarkıda "eğer sevda bu demekse ben vazgeçtim beni sevmeyin" diyor...çok saçma bu sözler.

http://video.mynet.com/2006_116_10tk_fdiskaya42/metallica-mama-said-hq-klip/727266/

http://www.dailymotion.com/video/x99heo_manga-gun-batymy-2009_music

http://www.mojvideo.com/video-rainbow-stargazer/a9f5c5fc392a97fcb7a2

http://www.dailymotion.com/video/xbwbe2_yenice-yollary-ylkay-akkaya_music

http://www.dailymotion.com/video/x8gpjq_child-in-time-deep-purple_music

1993 nisanıydı. o yurtta kalmıyordu ama her nasılsa girmiş, yurdu çevreleyen uzun yolda yürüyorduk. bir yandan da şiirler okuyorduk, üzerlerinde konuşuyorduk. okuduğuğumuz şiirlerin ağırlığına tezat, basit bir şiir okudu:
Söyle sevda içinde türkümüzü
Aç bembeyaz bir yelken
Neden herkes güzel olmaz
Yaşamak bu kadar güzelken?
İnsan, dallarla, bulutlarla bir
Aynı maviliklerden geçmiştir.
İnsan nasıl ölebilir,
Yaşamak bu kadar güzelken?
canı ne zaman sıkılsa bu şiiri okurmuş içinden, sıkıntısı geçermiş. bana da tavsiye etti. denedim sonradan ama, yemedi:) güzel bir ilk bahar akşamıydı.

sözcükleri çağrışım yüklerini göz ardı ederek sadece sözlük anlamlarıyla algılasaydık ortada sanat diye bir şey olmazdı, eksik kalırdı her şey. "galat-ı meşhur sahih-i lügatten evladır" prensibi gereğince bilmelerimize-duymalarımıza ilave edilen yeni bilmeler-duymalar bizi biz yapan temel yapı taşlarından...çağrışım deyip geçmemek lazım.



hürriyet gazetesi'nde hangi ünlünün kaç çocuğu var serisine baktım...hepsi de üremiş, ne aralık nasıl halletmişler yahu!

yapmam gerekiyor olup da erteleyebildiğim kadar ertelediğim ne kadar çok sıkıcı iş var! başlamak lazım bir yerden.

her şey aslına rücu eder.

"can kırıkları" diye bi tamlama gelmişti aklıma durduk yere, bi yere yazmış da olabilirim. şu an "can kırıkları" diye bi şarkı çalıyor pc'de, şebnem ferah söylüyor:) aklıma gelmemiş demek ki, duymuşum:) ya da bağımsız olarak gelmiş farklı akıllara bilmiyorum...bi de "damar" denen parçaları benim "cam kırığı" diye adlandırmam var ki bunun konuyla ilgisi yok:)

7 saniye içinde eyleme geçmesi gerekiyormuş intihar etmeyi düşünen kişinin, 7 saniye içinde yapamazsa yapamıyormuş o denemede...ama ben 1 saat korkuluklarda bekledikten sonra köprüden atlayan insanlar biliyorum! gerçi oradaki süreci de 1 saat olarak değil de karar verdiği andan itibaren geçen 7 saniye olarak mütalaa etmek gerekiyor olabilir, süreçler iç içe ve parçalı olabilir yani. nasıl ölçmüşler, belirlemişler bu 7 saniyeyi?? köprüden atlamak çok aptalca ama...bir sürü başka güzel yöntem var... werther'de intihar etmenin şaçma olup olmadığına ilişkin bir tartışmada werther çok asil atların çok koştuktan sonra çatlayarak öleceklerini anladıklarında ayak bileklerindeki atar damarları ısırarak intihar ettiklerini anlatır. bu şekilde bir manada nefes alıyorlarmış. müslümcüler de nefes aldıklarını söylüyor kollarını jiletleyerek ama mesele farklı, vücut doğal bir morfin olan endorfin üretiyor bir yeri kesilince, beleş uyuşturucu peşinde yani bu arkadaşlar. jileti de damara paralel atmazlar, 90 derece açılı atarlar, jiletin ucunu da tırnaklarıyla tutarlar derine gitmesin diye. "hiç bir psikopat kendine bilerek zarar vermez" prensibini işletirler...kendine zarar verenler amatörlerdir...amaaan bana ne! köprü saçma bir yöntem ama yine de:)

sinyal veriyorlar bu profesyonel psikopatlar. "hey bana bakın!" nidasının arabesk çıkma şekli. çakma kahramanlar. kompleksliler de bu şekilde sürekli plastik sinyaller verip duruyor, çok rahatsız oluyorum bu feryatlardan...sinyal vermeden sinyal vermek de mümkün ama...elde olmadan...bu kısımlarını sevmiyorum işte. adam olmak zor, adam kalmaksa çok daha zor bir iş.

yeni oyuncaklar yapasım var...d700+lensler falan...ama çok para:( hem de bu parasızlıkta, her hesabı ikişer kez kontrol etmek zorunda olduğum bu günlerde...ayrıca neden fotoğraf çektiğimi de bilmiyorum ki, amaçsız bi istifleme...bilmiyorum. yeni ekipman yerine aklı başında, fizibilitesi tutan 2. bir iş yapsam çok daha iyi olur, çok fazla boş vaktim var ama...yok öyle bir iş. dur bakalım, şu bayram bi geçsin de!

gece anksiyete hazretleriyle tanıştık bi güzel, samimiyet tesis ettik :) sabah yatağımda uğur böceği aradım bi zaman...gözler kapalı ama:) uyku hapının marifeti, kalanları çöpe gidecek akşam. uyumaya bi yardımı da yok zaten:p

bunlar sadece melan, komik yok hiç!

12 eylül darbesini hatırlayanlar ve hatırlamayanlar diye ikiye bölüyorum ben insanları. kendileri için bir şey istemeyi ayıp sayan adanmış abilerim ablalarımın kendilerinden emin hallerinden de 12 eylülü hatırlamayan ve başkaları için bir şey istemeyi enayilik sayan benden küçük olanların kendinden emin hallerinden de yoksun bir ara kuşağın mensubuyum. kendisi için bir şey istemek bizim için de ayıptı ama başkaları için kendini riske atmak da izin verilmeyen bir şeydi bizim için. "oku kendini kurtar oğlum" nidalarıyla büyüdük, pasiflik ana prensibimiz oldu. işin tuhafı depresyondan en çok nasiplenen de 12 eylülü hatırlamayan genç nesil. hiç bir kuşağın değerleri kendi zihinlerinin ürünü değildi ama yeni nesil plastik değer bombardımanına tutuldu her taraftan. bir bakışla en şanssız kuşak bu en yeni nesilken haksızlığa uğramak noktasında en şanssız nesil en yaşlı olanlar...bana göre en şanssız nesil bizimki, ne isa'ya ne musa'ya yaranmış!

kaçır beni ahenk, al beni birlik, artık barınamam gölge varlıkta...

15 Ağustos 2010 Pazar

tekdüze, biteviye, mutad, bermutad, monoton, yeknesak

kaptan'ın seyir bönlüğüne ek :

aynı anlamda ne kadar da çok kelime var di mi? evet.

aynı tas aynı kimya üzre bermutad saatler, günler, saniyeler...şu seratonin azıcık yükselse ya.

en güvendiğim kişi-kurum-kavram ıskartaya çıkıverdi. tesis etmek zor yıkmak kolay.

bu ne kadar çok sıcak!

havuza gittik. muhabbet olmasa çekilir şey değil...suya girip tekrar geri dönmek üzere yüzerek yol almanın neresi zevkli olabilir ki? bronzlaşmak da saçma benim için çünkü doğuştan gelen (bir işe yaramasa da) bir bronzluğum var zaten. bornozum yok! (iğrenç) saçım olsaydı bi de...

düşünmekten, aynı şeyi düşünmekten, başka başka şeyleri aynı belirli şeyle karıştırarak düşünmekten sadece nutuk atarken muaf olabiliyorum. tuhaf aslında ama neden tuhaf olduğunu açıklayamam şimdi, çok sıcak.

15.10.2011 günü dışında beklediğim bir gün olsaydı keşke. hem başka yeni bir gün hem de mümkünse daha yakın bir gün. 15.10.2011'den 13 gün sonra da marduk geliyor zaten. (biliyorum marduk öyle bir şey değil ama anlaşılsın işte, ben anladım)

anlamak yok çocuğum anlar gibi olmak var, akla karşı son tavır saçlarını yolmak var.

günlük diye ayrı blog açtık ama burayı günlüğümsü havadan kurtaramadık. günlüğe tecavüz ediyor bu blog. kendinden katmayınca olmuyor azizim, neylersin.

en asık suratlı maymun ya da maymunluk yapan en asık suratlı insan ben miyimdir acaba? yok be vardır 7 milyarın içinde daha nice cevherler.

bela dildendir ol dildar elinden dadımız yoktur,
gönüldendir şikayet, kimseden feryadımız yoktur....ne muhteşem bir beyittir bu.

yeni, sabah, gün, güneş, ihtimal, muhtemel, güzel...bu kelimeler birleşip aralarına yeni kardeşlerini de alarak cümle kursunlar. lütfen. "gerçek" kelimesi de olsun o cümlenin içinde. lütfen.

secret'a mı sardım ki? tamamını bile okumadım yahu nasıl sararım. secret beni sarsın o zaman. lütfen.

ey secret sonuna kadar okunmadınsa tarafımdan bilesin ki buna sebep ben değil midemdir. kusuruna bakma lütfen. hastadır kendisi, üşütür dururum ben onu hep, üşütük yani.

secret! secter!

ahmet abi güzelim;
bir mendil nasıl kanar?
diş değil tırnak değil...
kevgirimde koca delikler.

fotoşok yapmam lazım ama yapasım yok.

serdar kaşıkçılar'dan bana gelsin o şarkı. çok sevdiğim hani. o biliyor.

anormal can ıkıntısı. (imla hatası, eksik harf yok, akr. var)

büyük konuşuyorum başıma geliyor. kınıyorum başıma geliyor. güzel şeyler diliyorum olmuyor. kötü şeyler geçiriyorum aklımdan oluyor. aklımdan geçirdiklerim ya boşa gidiyor ya geriye ok olarak dönüyor. tek kazancım nötr olanlar ki onlar da aklımdan geçirmediklerim, düşünmediklerimdir. düşünmedikçe kazanıyorum. ne kötü denklem. hele de benim için.

kapıcıyı arıyorum cepten su getirsin diye, telefonu dııt dııt diye çalmıyorda diyor ki : turkcelleee bağlan hayataaa!...hadi leyn:)

gerçekten takip edilen bir paranoyaktan daha kötüsü ne olabilir ki? tünelin ucunda görünen ışık da üzerine gelen trenin farları olabilir hem.

13 Ağustos 2010 Cuma

bi saniye

en sevmediğim sözlerdendir ki kendim de çok kullanırım : bi dakika, bi saniye..."bi saniye"yi kullanmam ama, o kadar kısa ki, bi saniye sonra o kişiye geri dönemeyceğiniz, istediğini yapamayacağınız çok aşikardır. telefonda beni "bi saniye" deyip bekleten her kişi için 1 saniye sonra "ee geçti 1 saniye, hani" derim. içimden tabi...
öylesine söylendiği çok belli bir cümlede bile ölçü arıyorum, bunun sebebi ölçülere çok düşkün oluşum değil de "öylesine" kavramını bir türlü içselleştiremememdir herhalde...
ben bunları yazmayacaktım ki, başlık kısmına "bi saniye" yazdım diye ciddi ciddi "bi saniye" geyiği çeviriyorum.
ben "en nefret ettiklerim" listesinin başlarında bulunan bir şeyden bahsedecektim, beklemekten bahsedecektim.
sabır konusudna pek iyi değilimdir, yaradan da sanırım bu konuda iyi olmam için bana egzersizler yaptırıyor, sınavlardan geçiyor olabilirim. şu ana dek 10 üzerinden 5 almışlığım vaki değil yalnız.
beklemek acayip bir şeydir, beklendiğine göre bir beklenti söz konusudur, bu hesapla beklemenin nihayete erdiği andan itibaren daha güzel şeylerle karşılaşacağınız, geçen vaktin artık daha güzel geçeceği gibi bir otomatik anlam yüklemesi vardır.
gerçek öyle değildir ama...tahlil sonucunu beklerken içinizde "kanser değildir" ümidi hala yaşıyorken beklemenin sonucunda pek fazla bir ömrünüzün kalmadığını öğrenebilrsiniz. ya da sınıfta kaldığınızı, ya da hastanın ameliyat masasında kaldığını...beklemeye devam etmek isteyeceğiniz durumlar olabilir, "beklerken daha iyiydim" diyebilrsiniz...ama bu ihtimaller düşünülmez, beklemekten hiç kimse hazzetmez, beklemenin bir an önce bitmesini, gerçekle bir an önce yüzleşmeyi ister herkes...ki burada "merak" denen tekinsiz kelime devreye girer ki başlıbaşına bir konudur ama burdaki konumuz değildir.
beklersiniz sevgiliniz gelir, beklersiniz uçaktan sevdiğiniz birileri iner, ankaradan abiniz gelir falan. normal bekleme budur, bekleme bittiğinde hayat güzelleşir.
nerden çıktı bu bekleme konusu? bekliyor oluşumdan, kendimi şu günlerde tek kelimeyle "bekliyorum." diye tarif ediyor oluşumdan...
bir haber almayı ya da birini beklemiyorum. beklediğim hiç bir şey yok. sadece geçmesini bekliyorum.
umudum fizik kurallarında, fizik kurallarının çalışmasını bekliyorum.
para yatırdığınız borsa kağıdının reel değerinden hiç inmediği kadar aşağılara indiği bir günde o kağıdı satmazsınız. "buradan aşağı düşemez" fikriyle fizik kuralları gereği, normal olarak, kendiliğinden yükselmesini beklersiniz. öyle bir siyah beklemek işte. olmayan değil de olan şeylerden nadim olmanın doğal rengi ise hiç bir boyahanenin tutturamayacağı kadar kuzguni.
ya da konsantrasyon gradyanının artık lehinize çalışacağı günlerdesinizdir. difüzyondan bahsediyorum, homojen olma zorunluluğu hareketi ve dolayısıyla seyrelmeyi emreder. emir otomatiktir, emrin verilmesini beklemiyorum, emrin sonuçlarını görmeyi bekliyorum.
bi de...eskiden aramız fena değil gibiydi ama...artık sevmiyorum sanırım kendimi.
8 makineden sadece 2 tanesi durdu diye aşağılarda bir yerlerdeki yazıya "34 lere iş lütfen" diye birden fazla kez yazmışım. şu an 8 makineden 6'sı duruyor, önümüz karanlık...ama makinelere iş gelmesini bile beklemiyorum. düşünsel kimyamın konsantrasyon gradyanı olmaması gereken şekilde bozulmuşken zamana bağlı konsantrasyon değişiminden medet ummak, beklemeyi bu şekilde arzetmek ne hayra alamet ne de zekice.

9 Ağustos 2010 Pazartesi

AZAT BUZAT

az önce (1 dk önce) muhtemelen hayatımda ilk defa duyduğum bir azeri türküsü dinliyordum. sözler dikkatimi çekti, bir soru düşürdü aklıma, türkünün kendisi de güzel değildi zaten, pause yaptım burayı açtım.
diyor ki türkü : azad bir guştum, yuvamdan uçtum, bu genç yaşımda, toprağa düştüm...
gerisini dinlemedim, başlangıç böyleydi.
saçma bu sözler. yuvan varsa azad (özgür) olamazsın ki!
ziya paşa "azade ser olurdum asib-i derd-i gamdan, ya dehre gelmeseydim ya aklım olmasaydı" derken tıpkı dertli'nin "tek başıma olsam şaha gedaya kul olmam, viran olası hanede evlad ü ıyal var" demesi gibi yuvası olmanın özgürlüğü imkansız kıldığının altını çizer.
yuva demek sorumluluk demektir, bağlılık ve dolayısıyla bağımlılık demektir ki insanların zaman zaman varlıklarından rahatsız oldukları şeyler olsa da asla vazgeçmek istemedikleri şeylerdir. yani insanlar özgür falan olmak istemezler. özgür olmamak, tutsak olmak diye tarif ettikleri şey sadece istedikleri şeylerin olmuyor oluşu ya da olan şeyleri istedikleri gibi olmayışıdır...
hapisteki bir adam tutsaktır, dışarıdaki özgürdür....ne demek bu? hapisteki adamın iradesi dahilinde hareket etme imkanı elinden alınmış dışarıdaki adamınki alınmamıştır öyle mi? tam olarak öyle değil. hapisteki adam volta atmak, konuşmak, susmak, göz kırpmak vs. konularında şahsi tercihlerini kullanabilir, istediğini yapabilir. dışarıdaki adamsa bir çok konuda istediğini yapabilir bu doğru ama yapabildiğinden çok daha fazlasını istiyor olsa bile yapamaz...parası yoksa lüks arabaya binemez, vizesi yoksa gitmek istediği ülkeye gidemez. uçamaz ya da ne kadar isterse istesin.
yani özgür olmak diye bir şey yoktur, bahsedilen özgürlük kesinlikle kısmi bir özgürlüktür, hapisteki adamla dışarıdakinin farkı sadece dışarıdakinin kısmi özgürlüğünün içeridekinden daha fazla olmasından başka bir şey değildir.
bununla da bitmiyor ama...insanlar özgürlük derecelerinin artması için değil azalması için çabalarlar. çocuk yapar ömür boyu peşinden koşarlar, ev parası biriktirebilmek için daha fazla çalışır daha fazla boyun eğerler, daha fazla yönetmek ve dolayısıyla daha fazla sorumlu olmak isterler. tercihleri özgürlükten yana değildir.
sadece deliler ve çocuklar özgürdür kafa olarak. onların özgürlükleri ancak fiziksel olarak kısıtlanabilir. (acı, duvar vs.)
ve en önemlisi....insan sevdiğinin yanındaysa, sevdiği yerdeyse, sevdiği şeyler yapıyorsa o şeyleri yapmaktan vazgeçmez, ordan ayrılmak istemez, o kişiden kopmak istemez...insan sevdiği şeyler tarafından bağlanmak ister, özgür olmak istemez!

Öne Çıkan Yayın

ÇOK GÜZELSİN GİTME DUR NOKTASI

Şahsi tarihimizin tekerrür ede ede gözümüze sokmaya çalıştığı toplamda sadece tek bir şey vardır belki de: O aslında öyle değil. Taz...