4 Eylül 2010 Cumartesi

ANLAM, BİLİMSELLİK FALAN

Aslolan mutlu olmak değildir. “mutlu olmak” diye bir şey yoktur zaten “mutsuz olmamak” vardır ki tıpkı mutsuz olmak gibi mutlu olmamak da geçicidir, bir sonu vardır. Aslolan acıdır, mutlu olduğumuzu düşündüğümüz anlar acıdan geçici bir süre muaf olduğumuz zamanlardır. Tıpkı ağrı kesicinin etkisi gibi, tıpkı duygusal ağrı kesiciler sayabileceğimiz antidepresan ilaçların etkisi gibi. (Tam olarak öyle değil aslında) Acı çekeriz çünkü içimizde taşımak zorunda olduğumuz bir şeyler bu dünyaya ait değildir ve bu şeylerin şiddetli sıla hasreti bizi üzer. Hüzünlü bir şarkıdan zevk almamızın sebebinin bu olduğunu düşünüyorum. Aşkın kaynağı da budur...Aşk olmadan meşk olmaz.

Pişen tost ekmeğinin ters çevrilmek için kapakların açıldığı sırada hissettiği o kısa süreli ferahlıktan başka bir şey değil mutluluk...Aslolan pişmektir.

Amaç mutlu olmak değil anlamı bulmaktır. Anlam arayışı içindeki biri de mutluluğa yakın duramaz zaten.

“Anlam” bu dünyada üretilmiş bir şey değildir. Anlam bu dünyaya ait değildir, başka bir dünyadan ithaldir çünkü aklı akıla referans gösteremeyiz. Dillere dolanmış iğrenç “bilimsel” kelimesi bu sebepten bilime en aykırı en uzak kelimedir. Gerçek bilim insanı hiçbir zaman emin olamaz, şüpheyle yaşamak cezasını kabul etmiş, hatta şüpheyi şiar edinmiş sıkıntılı kişilerdir gerçek bilim insanları… Profesör olduğu için branşı hakkında söylediği her şeyin kendinden akademik ünvan olarak daha aşağıda bulunan kimselerce sorgulanmadan benimsenmesini isteyen kişilerin bu kendilerinden emin duruşları onların bilime uzaklıklarına ispattır, peşinde oldukları şeyin gerçekler, sadece gerçekler değil de ünvanlar olduğunun kanıtıdır. Bilimsel bilimsel konuşa konuşa ölürler, bir çoğu hiçbir yeni şey söyleyemeden ölür…Doktora tezlerinin çalıntı olması, makalelerinin çeviri olması bu kişileri rahatsız etmez. Ünvanları kendilerine kolay tatmin sağladığı sürece rahattırlar, tatminleri de mastürbatiftir.

Çocuğunun sıkıntılarına katlanmayan anneler olmasaydı hayat var olamazdı, insanoğlu neslini devam ettiremezdi. Kendi başının çaresine bakabilecek yaşa gelene dek annesine sürekli eziyet ve sorumluluk yükleyen bebek dünyanın en aciz varlığıdır… Annenin eziyetini çekilir kılan şey yavrusuna sevgisidir. Ve sevgi de bu dünyaya ait bir kavram değildir, ithaldir…


Karmakarışık ve çok çeşitli organizmaların evrimle 4.5 milyar yılda oluştuğuna inanan kişiler insan aklının 4.5 milyar yılı algılayamadığı için evrimin saçma göründüğünü söylerler. Kendi akıllarının da insan aklı olduğu halde o 4.5 milyar yılı nasıl kavradığını tabi ki anlamış değilim ancak benim asıl şaşırdığım annenin yavrusuna duyduğu sevginin de bu 4.5 milyar yılda geliştiğine inanabiliyor olmaları. Materyalist olan bu kişiler maddi olmayan şeylerin, duyguların da fiziksel bir süreç olan evrimle ortaya çıkabileceklerine inanıyor. Apaçık ortada duran “kasıt”ı görmezden gelip ümitleri 4.5 milyar yılın anlaşılmazlığına bağlamak son derece zavallı bir teselli talebi.

Sebep sonuç ilişkileri ters tarafta duran kişiler tarafından rahatlıkla tersten kurulabilir. Bir yaratıcının var olmadığını savunanlar insanoğlunun anlamlandırma ihtiyacının tanrıları ve dinleri yarattığını söylerler. Bir yaratıcının varlığına inananlar ise her şeyden önce o “anlam”ın var olduğunu ve o anlam üzre yaratıcı tarafından yaratıldığımızı ve bu dünyaya gönderildiğimizi söylerler.

“Anlam”ın her şeyden önce var olduğunu kabul ettikten sonra her şeyi anlamlandırmak mümkün…Ancak aslolanın “anlamsızlık” olduğunu, anlam arayışının saçma olduğunu, anlamın var olmadığını savunanlar için her şeyin boşlukta olması beklenirken onlar kaynağı belirsiz yerlerden anlamlar üreterek sevgiden bahsedebiliyorlar, aşktan bahsedebiliyorlar. Bu apaçık bir tutarsızlıktır. Öldükten sonra her şeyin biteceğini, sahip olduğumuz tek şey olan bedenimizin saprofitler tarafından yenip tüketileceğini iddia eden biri olsaydım şahsen hedonist olurdum, pragmatist, makyevelist olurdum, ilkesiz olurdum, içgüdülerimden başka kulak verdiğim hiçbir şey olmazdı. Madem ki ölünce her şey bitiyor, madem ki anlam anlamsızlıktadır ben öldükten sonra geri kalanlar neden beni ilgilendirsin ki? Vicdanım neden var ki, neden içim sızlıyor? Vicdan da elbette ki bu dünyada üretilmiş bir değer değil, merhamet de öyle… Ölünce her şeyin biteceğine inananların çocuklarını neden sevdiklerini anlamaları bu hesapla anlamsızdır. Sevmeleri anlamsız değildir neden sevdiklerini anlamaları anlamsızdır çünkü onlar kabul etmeseler de var olan şeyler vardırlar…. Çok sevdikleri yakınlarını kaybettiklerinde o yakını ile ilgisinin tamamen bittiğine inanmaları gerekirken bir gün bir yerlerde kavuşacaklarına inanmamaları da anlamsızdır. Maddeden başka şeylere anlam verebilen, değer verebilen birinin ölümden sonrasının olmadığını düşünmesi çelişkidir.

Bu arada “akıl” da bu dünyaya ait bir kavram olamaz, ithal bir kavram olmak zorunda. Geri geri geri gidince en son ulaştığım nokta aklın her şeyden önce var olması zorunluluğudur, kaynağının bu alem olmasının anlamsız oluşudur…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

ÇOK GÜZELSİN GİTME DUR NOKTASI

Şahsi tarihimizin tekerrür ede ede gözümüze sokmaya çalıştığı toplamda sadece tek bir şey vardır belki de: O aslında öyle değil. Taz...