3 Ocak 2012 Salı

MERAK ÖLDÜRÜR


Bir insan neden kitap okuyor olabilir?
a)      Sınavda okuduğu kitaptan soru çıkacağı için,
b)     Okuduklarından haz aldığı için,
c)      Okumaktan haz aldığı için,
d)     Okumanın iyi bir şey olduğu öğretisiyle sevişmek için veya tam tersi,
e)      Gerektiğinde ukalalık yapabilmek için (sosyal kaygılarla),
f)       Yapacak daha eğlenceli bir şey olmadığı için, vakit geçsin diye,
g)      Merak ettiği için.

a şıkkı yazılmak zorunda olduğu için yazıldı, burada sorun yoktur.
c şıkkını eleyebiliriz çünkü insan okumaktan zevk almaz. (İnsanlar bu yoruma kesin itiraz eder, biliyorum.)
f şıkkı oyalanma şıkkı, üzerinde düşünülesi değil. Daha doğrusu onun üzerinde düşünmek bu yazının konusu değil.
e şıkkına rastlamak gayet de mümkün, derinine girmeye gerek yok, başka bi yazının konusu.

d şıkkı mühim. İnsan “iyi okur” sıfatını bir şeyleri doğru yapıyor olmaktan dolayı kendini iyi hissetmek için üzerinde taşımak isteyebilir. Öğrenilmişe vefa yani itaat türünden bir tavır da olabilir bu, “okumayan bir ortamda inadına okuyan” türünden bir başkaldırı da olabilir. Her iki halde de okuyor olmak hayata karşı duruşun, kimliğin, kişiliğin önemli bir parçası haline gelir. Okuma halini dış etkilerin belirlemesine izin vermişliğin vereceği gizli rahatsızlığa rağmen insan okuyor oluşuna dayanabilir, ondan güç alabilir.

Geriye b ve g şıkları kaldı.
Çocukluğumdan beri hep düşündüğüm bir sorudur bu (çocukken okurdum) acaba haz aldığım için mi okuyorum yoksa merakımı gidermek için mi? Bu soru okuduğum dönemlerde (eskiden) hep bir şekilde gündemdeydi ve bir çok kez bu soru yüzünden bir kitabı sırf okumuş olmak için okuduğumu fark ederek okumayı bırakmışlığım vardır. “Zevk almıyorsan okumak manasızdır.” şeklinde  (belki sapıkça) bir ideolojim vardı ve merakın giderilmesinden alınan zevki de zevkten sayıyordum. Sorun neden merak ettiğimi açıklayamadığım zaman ortaya çıkıyordu çünkü sebebi açıklanamayan merak, sapkın hazlara alametti, kötü hissediyordum. Benim gibi zamanının önemli bir kısmını geyik içinde boş işler peşinde geçirmiş biri için bu hassasiyet tuhaf görünebilir ama o boş işler hep başkalarıyla yapılan “normal” şeylerdi. Kitap okumaksa insanın kendi içine gidip gelmesidir, kendisiyle konuşmasıdır. Herkesle birlikte yapılan saçmalıklar sırf herkesle birlikte yapılıyor olduğu için saçma sayılmayabiliyorken insan kendi gözünün içine baka baka saçmalayamıyor!

Hazzı tarif etmek kolay. Haz estetiktir, hoş şekilde söylenendir, beklemiyorken kapını çalan güzelliktir. Çeşitleri çoktur ama hazzı nerde görsen tanırsın.
Meselenin düğümlendiği yer “merak”tır.
“Merakın giderilmesi”  bir haz değil rahatlamadır, belirsizlik acısını bertaraf etmektir, belirsizliğin belirliye dönmesidir. Özniteliği kesinlikle hazsal değildir zira içinde “giderilme” olan bir tamlamadan bahsediyoruz.  
Sorun giderilmiş bir belirsizliğin giderilmiş olmasının seni neden rahatlattığını kendine izah edememendedir. Kaç tane Osmanlı padişahı olduğunu (36) merak edip şak diye cevabını öğrenebilirsin, bunlardan en uzun süre padişahlık yapanın (46 yıl) Kanuni olduğunu öğrenebilirsin bunlar kolay. Peki bunları neden merak ettiğini açıklayabilir misin kendine? Yanında bunları bağlayıcı bir çok bilgi olmadan bu iki bilgi “malumattır” ve malumatlar işe yaramaz şeylerdir. İşe yaramazlar çünkü hayatı ve dünyayı anlamana hizmet etmezler. Diğer bağlayıcı bilgilerin de hatırı sayılır bir kısmına sahip olup bunları dünyayı daha iyi anlamak için kullanabildiğinde rahatlayacak mısın peki?

Allah aşkına Madam Curie neden öldü? Dünyayı neden merak ettiğini merak etmekten nasıl vazgeçeceksin? Bu ipin ucu nerede?


“Niçin küçülüyor eşya uzakta?
Gözsüz görüyorum rüyada, nasıl?
Zamanın raksı ne bir yuvarlakta?
Sonum varmış, onu öğrensem asıl.”



Sonradan ilave not:
Aslında bir de h şıkkı var. Uyuşturucu etkisinden dolayı kitap okuyor olabilir miyiz?

Uyuşturucunun çalışma mantığı haz vermesinden ziyade firara imkan tanımasındandır, gerçekliklerden firar edebilirsiniz kafa güzelken. Bastırılmış geçmiş acılarla birlikte şikayet ederek kabullenmek zorunda kaldığımız günlük acıları topyekun bastırmaya, “öyle değilmiş” gibi yapmaya imkan tanıyan bir şeydir uyuşturucu. Kafayı bulunca sakin, huzurlu bir deniz kıyısındaymış gibi ya da alemin kralıymışsın gibi hissetmek mümkün…dür herhalde, denemedim hiç bilemiyorum. İşte kitap okurken de benzer bir konsantrasyon göçü yaşamak mümkün olamaz mı?

17 yorum:

  1. Kaçıınnnnnn, bu da deli :)

    YanıtlaSil
  2. neden yaa! deli diilim ben...sanırım. kaçmayın. kaçmayın, mısır patlağı vericem size ceplerim dolu, gelin hadi, gelin!

    YanıtlaSil
  3. neden kitap okuduğumuzu merak etmek beni kötü biri yapmaz tamam mı! üstelik deli bile değilim.
    şiir ithaf edesim geldi, ediyorum:



    öbür ışıkları getir hadi süleyman
    bulvarın ortasında dur bağırma
    senin için bir yağmur hazırladım
    hadi ışıkları getir yağdıracağım

    al bu nisan akşamını benimkini ver
    sual sorup durma sevmiyorum
    öbür ışıkları getir hadi getir
    karanlıktan korkuyorum karnım ağrıyor

    o kadını da getirsene portakal yiyen
    porselen dişli kadını hani pantolon giyen
    dur dolmabahçe saatini dinleyeceğim
    onikiyi çalsın öyle getir hadi getir

    deniz fenerinden mi çalarsın işte çal
    kibrit mi tutarsın bilmem işte tut
    öbür ışıkları getir hadi süleyman
    sana yağmur hazırladım yağdıracağım

    sen kimsin süleyman bir de bu var

    YanıtlaSil
  4. Şiirler tarafınızdan orijinal sanırsam,fena değil.

    Kitap okumaya gelince, bu içten gelen bir şeydir,neden diye sormadığımız ve sormadığımıza üzülmediğimiz belki de tek eylemdir,bana göre en azından. İstersin ve okursun.Sonuçta ya beğenirsin ya kusarsın,onu bilemezsin ve okuma eylemini bağlamaz bu sonuçlar. Sonuçlarının değerlendirilmesi de kesinlikle görecelidir;elbette öyledir. Ama şimdiye kadar neden diye sormadan,rahatımı bozmadan yapageldiğim bir eylemdir. Pişman değilim. Yine olsa yine yaparım:)

    YanıtlaSil
  5. "insanımız yeterince kitap okumuyor" diye ahlanıp vahlanırken elbette ki okuyana "neden okuyorsun?" demek mantıklı değil. içten gelen bir şey de değil bence, bir itki değil, açıklanabilir sebepleri olan bir şey olmalı, bu sebepler bir uçlarından bir itkiye bağlanabilmeli. "ben bunu okuyorum?" diye kendime sormalarım da mizansen değil, zamanında anlamaya çalışmışımdır hakikaten..."sebebini düşünmeden oku"da hemfikiriz kesinlikle, sorgulanması çok da lüzumlu bir şey değil...iyi…just do it yani, eyvallah.

    ama aslında derdim kitaplar falan değil, kitaplar derdimi anlatmakta araç sadece, ben merakla haz arasındaki ilişkiyi bir türlü anlayamıyorum, merakın kaynağını doğal bir sebebe bağlayamıyorum. quantum fiziğini merak edip öğrenmeye çalışana "aferin" denir de komşunun kızının yabancı heriflerle ne haltlar karıştırdığını merak edip öğrenmeye çalışana iyi şeyler denmez. biri pozitif diğeri negatif merak yani ama ikisi de merak! Bu “merak”ı kategorize edip anlamaya çalışmışlığım da vardır…sonuç yok, anlayamıyorum, fazlaca sebepsiz benim için!.. marie curi merakından öldü, son derece bencil sebeplerle öldü, bile isteye öldü ama ölümü intihar değildi, derdi insanlığa yeni bir element hediye etmek falan değildi, sapına kadar bilim kadınıydı ve her bilim insanında olan "bencil merak"a yüksek düzeyde sahipti. bu merak nasıl bir şey acaba, ben onu merak ediyorum. anlarsam neyi neden yaptığımı daha iyi anlayacağım sanki.

    not 1 : her ne kadar okumaya sebep aramak lüzumsuzsa da hangi kitabı neden okuduğunu kendine açıklamaya çalışmak güzel bir zihin jimnastiği:)

    not 2 : şiir attila ilhan'ın "süleyman" isimli şiiridir, çok severim:)

    not 3 : bu blog işini sosyal bir iş gibi düşünmemiştim hiç, yazdıklarımı da pek kimse okumaz zaten, kendi kendime yazıyormuş gibiydim hep. yıllardır "yaz yaz yaz" diyenlere "aman yazıyorum işte" demek gibiydi baştan, ama sonradan benden bir şeye dönüştü. herkese açık bir ortamda yayınlama sebebim de otokontrol kaygısındandır, öteki türlü özel isimler falan geçer, çığrından çıkar yazdıklarım. sayenizde etkileşimli bir hale dönüştü bu sessiz yazı yığını, memnuniyetimi ifade eder teşekkürlerimi ayaklarınızın önüne atarım, kabul buyrunuz:)

    YanıtlaSil
  6. Hımm, ben de şöyle şahsi tecrübelerimden girişeyim mecburen; her hafta bir kitap okumak ilkokul üçüncü sınıftan itibaren sınıfımızdaki bir zorunluluktu. Ama ben bunu hiçbir zaman bir yük olarak görmeyenlerdendim.Öğretmenimizin neredeyse zorla kitap verdiği arkadaşlarımız da vardı.
    İki: Belli bir noktadan sonra sebeplerimize göre okuduma seçimleri yaptığımız doğru.
    Üç: Belli bir noktadan sonra okumanızın amacı-sebebi "acaba ben de güzel bir şeyler yazabilir miyim ki?" bencilliğine varabilir :)

    Dört: Bilmem,aklıma gelmedi şimdi. Aslında hoş bir konu bu. İrdelenesi :)


    Merak hakkında. Şöyle kestirip atabilir miyim: Merak insana yaratılıştan konmuş bir "yetenektir" ve çoğu şeyde olduğu gibi "iyi amaçlar" üzre kullanılması öngörülmektedir. Şimdi bu iyi kavramı görecelidir diyeceksiniz,evet,öyledir. Kendinizi öldürtmediğiniz sürece istediğiniz kadar meraklı olabilirsiniz(öldürülmek istemiyorsanız tabii ki) Bir de benim mahremiyetimi işgal etmediğiniz sürece. (Buradaki ben, herhangi biri yerine dekullanılmıştır) Bilmem anlatabildim mi :)
    Son notunuza cevap :Estağfirullah.Blogunuzu takibimin tek sebebi üçüncü maddeye girer:))))

    YanıtlaSil
  7. Birisi Cennet’i “herhalde sonsuz bilgiye ulaşabileceğim bir yer olsa gerek.” şeklinde tasvir etmişti. (İnançsız, ciddi donanımlı ve gerçek bilim ahlakıyla terbiyelenmiş bir manada bilime iman etmiş biri.)

    Yunun emre de “Cennet Cennet dedikleri birkaç köşkle birkaç huri / İsteyene ver sen onu, bana seni gerek seni” diyor.

    En bilindik Cennet tasvirleri ise ırmaklar, yemişler, güzelliklerle bezeli ki bu yaygın tasvirin bu denli fiziksel hazza dayalı olması beni düşünmeye sevk etmiş hatta rahatsız etmiştir.

    Şimdi; ilk tasvirde “nihai arzu nesnesi” merakın giderilmesidir. İkincide aşk, üçüncüde fiziksel hazlar. İlkiyle ikincisi arasındaki fark şeriatla tarikat arasındaki farka benziyor. Ya da akılla kalp arasındaki farka.

    Demeye çalıştığım şey merak denen şeyin aşka rakip olacak güçte bir şey olması! Aşk çok güçlü bir iç motor, insana bin türlü şey yaptırır, hiç üşenmez aşık kişi ordan oraya koşturur. Merak da öyle bir motor, meraktan çatlamamak için yapamayacağımız şey yok. Aşkın doğal bir sebebi var, tamamlanma itkisi, aşık olmak için sebep aramak yersiz. Sevişmeye sebep aramak da yersiz zira sebebi üreme itkisi. Başka örnekler vermek mümkün, en temel eğilimlerimizin hep içimizde doğal bir itki karşılığı var, Yaradan öyle dizayn etmiş. Merakın kaynağı olan doğal itki ne peki? Bu içimde çalışıp duran, durdurmaya da yetkimin olmadığı bu motor ne tür bir benzin kullanıyor…ve nerden buluyor bu kadar benzini:) Bunu anlarsam (anlamak yetmez idrak etmek lazım) içimde bir perde kalkacak sanki.
    Bunca şey okudum-dinledim de merakın kaynağına ilişkin tek bir şey duyduğumu hatırlamıyorum. En temel merakımızdan (bu dünyada ne işimiz var, hayatın anlamı nedir?) uzaklaşmış bin bir türlü şeyi merak etmek bu kadar normal sayılırken neden merak ettiğimizin göz ardı edilmesi bana tuhaf geliyor açıkçası. Bu yüzden “kestirip atmayalım.” bence:) Hayırlı bir merak bu merak:)

    3. sebep olan “acaba ben de güzel bir şeyler yazabilir miyim ki?” ile yazdıklarımı takip etmek arasındaki ilişkiyi de anlamadım, zaten güzel yazıyorsunuz ki, gördüm ben, okudum bir kısmını:)

    YanıtlaSil
  8. Olmadı şimdi, beni de meraklandırdınız.
    Yalnız,biraz düşününce neden merak'ın kendisi bir faaliyet değil de o bahsettiğiniz sevme,üreme vb. gibi "itkinin" kendisi olmuyor? Şöyle de bir cümle kurabilirim: Merak,tefekkür eyleminin itkisidir. Olamaz mı? Tabii bu tefekkür yine tasavvuftaki anlamıyla.Bir nevi derin düşünce. İşte okumak da burada başlıyor. Bir ön bilginiz olmadan herhangi bir şey hakkında derin düşünemezsiniz...(İşte demişsiniz ya aşka rakip oluyor merak diye,belki de rakip olmuyor, o da tefekküre sonrasında da aşk'a götüren bir itki....)Ya,derin dalıyorsunuz,bende oksijen tüpü yok ki:)

    YanıtlaSil
  9. Küçük bir not; bu yeşil bahçeler ve huri-gılmanlarla dolu cennet tasvirlerinin ilk basamaktaki inananlar için olduğu söylenir.

    YanıtlaSil
  10. İyi de basamakta duranlara kapı çarpar. En çok da ilk basamakta duranlara çarpar:)

    ikinci ve daha yukarı basamaktakiler için özel tasvirlere neden denk gelmedim peki? Bu bir suçlama değil, ben denk gelmemişimdir, biraz kitap karıştırsam soruma cevap bulurum herhalde, kendi tembelliğimin suçunu yüklemeyeyim kimseye ama...suçun tamamı da bende değil gibi sanki. Ama benim dışımdaki suçu dinsel değil tarihsel mevzularda aramak lazım bence.
    Dün itkilerle ilgili notu yazdıktan sonra merakın heyatta kalma itkisinden beslenebileceğini düşündüm. Hayatta kalma iki temel itkiden biri (diğeri de üreme) ve çok güçlü haliyle. Belirsizlikler hayatımız için tehlike oluşturur (bunu yabani hayvanlarda gözlemlemek daha kolay, bebeklerde ya da) ve bu yüzden bizi rahatsız eder. Derhal "dost mu, düşman mı, ne büyüklükte, zaafı ne?" gibi sorular söz konusu oluyor bilmediğimiz bir şeyle karşılaşınca. Merakın belirsizi belirliye dönüştürmeye yarayan bir araç olarak içimize yerleştirildiğini düşünebiliriz. İçimizde olunca da yerli yersiz her şeye yöneltebiliyoruz haliyle:)
    Hayatta kalalım diye verilmiş bu merak duygusunu mastürbatif bi şekilde kullanıyor olabiliriz,benim bu merakı merak etmem de mastürbatif olabilir mi? "Faydasız ilimden Allah'a sığınırım." hadisine kafa yormak daha mı faydalı ki? Sizin o kestirip atmaya yeni yeni geliyorum galiba:) Kafam yavaş çalışıyor napiim, adım Hıdır elimden gelen budur:)


    Not 1 : Goethe'nin "her öğreti biraz pusludur dostum, ama yaprak ne canlı yeşil." şeklinde bana göre çok önemli-değerli bir sözü var, hatta Haldun Taner bu söze ithafen adı (galiba) "Yaprak ne canlı yeşil" diye bir hikaye yazmıştır, okunasıdır. "Anlamak için akıldan başka şeyleri de kullanmak." diye bir konu başlığı da türer mi burdan? Türer:)Sadece aklımızla anlamaya şartlandırılmış medeni bireyler olduğumuz için (determinist uygarlıkzedeler) merak duygumuz layıkıyla tatmin olamıyor bir türlü, huzursuzluğumuz hep yanımızda. Biraz öpüşür gibi yaşamak lazım ve öpüşürken gözleri kapatmak lazım. (Yalan)

    Not 2 : Sizde mi oksijen tüpü yok?!!! Karşılık vermeyeceğim, gülümsüyorum sadece:)

    YanıtlaSil
  11. Not 3 : Ben kısa yazmayı başaramıyorum, ağzım çok kalabalık, deniyorum ama kısa olamıyor...üzgünüm:(

    YanıtlaSil
  12. Ben gene düşündüm! Bu kadar çok merak, hayatta kalma itkisi için çok fazla, uygun bir açıklama değil o, çok zorlama. Psikolojik kastırmamak lazım.
    Bir şeyi bulmamız isteniyor ama önce neyi bulmamız gerektiğini bulmamız gerekiyor sanki...sonra bulacaz o bulmamız gereken şeyi. Mistik olana iltica etmek lazım!
    Limit x burda sonsuza ıraksar, başladığımız yere döneriz. Bi çay koyiim bari:)

    YanıtlaSil
  13. "Hayatta kalma iki temel itkiden biri (diğeri de üreme) ve çok güçlü haliyle."

    Bunu kabul etmeden önce irdelemem -sormam lazım :)

    Valla tüp yok :) Eski merak kırıntılarımdan elde kalanlar :(

    YanıtlaSil
  14. irdeleyin elbette ki sayın septik dimağ:)

    burda tüpü olmayan biri varsa o da benim...balığım neticede:)

    YanıtlaSil
  15. o septicus sapiens'likten almayayım,durup dururken rahatımı bozmaya gerek yok.

    Balık zaten derya içinde değil mi? :)

    YanıtlaSil
  16. şu an monitöre öylece bakıyorum ve aşırı mutluyum. çünkü 3-4 dakika önce ağzıma attığım biberli çikolatanın acısı hala etkin:) dünya üzerinden bundan daha güzel bir taam yok, küçücük bir parçası bile tastamam 5 dakikalık mutluluk veriyor insana!

    konuya gelirsek: (acısı geçti yazarken)
    yesss!! derya içredir mahiler...zaten:)

    YanıtlaSil
  17. Hello there, just became aωare of your blog through Googlе, and found
    that іt іѕ truly informative. I'm going to watch out for brussels. I'll appreсiate if you continue this in future.
    Lots of peοplе will be benefiteԁ from уour writing.
    Cheеrѕ!

    Here is my ωeb page ... seopressor version5

    YanıtlaSil

Öne Çıkan Yayın

ÇOK GÜZELSİN GİTME DUR NOKTASI

Şahsi tarihimizin tekerrür ede ede gözümüze sokmaya çalıştığı toplamda sadece tek bir şey vardır belki de: O aslında öyle değil. Taz...