28 Aralık 2018 Cuma

OKUMA ARASI


“İçinde acının sirayet etmediği bir bölge kalmışsa, acı çekmiş sayılmazsın” gibisinden bir cümleydi, bir kitap cümlesi… okuyunca okumaya ara verdiren cümlelerden… verdim işte ben de.

Acıyı yüceltmek yahut amaç edinmek saçmadır çünkü acıyı davet etmek acının varlık sebebine ters düşer, acıyı manasızlaştırır böyle bir tutum. Acıya koşulmaz, acıya gidilmez, acı ancak misafir edilir. Misafirliğin belli kuralları olduğu da herkesin gayet iyi bildiğidir.

Daha baştan alayım.
Acının varlık sebebi dönüştürmektir. Dönüşüm diye yeni binalara yer açmak için eski binaları yerle bir etmeye diyorum, çokça enerji çokça sebep gerekir böyle bir yıkım-inşa faaliyeti için, işte acı bu sebepleri tek tek karşılayandır.
Gavurların “yeniden” manasına gelen bir “re” eki var, pek sevimlidir, reform, reorganizazsyon gibi, işte bu “re”nin anası acıdır, o doğurmuştur.

Bununla birlikte…

her devrim çocuklarını yer.

Yer çünkü yemek zorundadır. Devrim kendisini doğuran soruları kendine sormaya mecburdur, doğası böyledir, yamyamlık eder,  sonunda ölüm olsa bile… ki her ölüm bir “yeniden doğum”dur. (Rebirth)
Tüm bu dönüşümlerin gerekçesi de hep aynıdır: acı. Rahat insan hareketsiz olur, acısız insan yer değiştirmez, ondan da bir halt olmaz.

Kitap cümlesinin dediği de bu işte, eğer devrim statükoya sırnaşmışsa gerçek değildir çünkü bünyede acının sirayet etmediği bölgeler kalmıştır… kalmamalıdır… çünkü gerçek bir devrim ancak katıksız bir samimiyetle mümkün olabilir, katıklı samimiyetse politik ve pragmatisttir. (Pis şeyler)
Çünkü; bunca riyanın kol gezdiği dünyada... bunca riyakarın bu kadar tok olduğu dünyada... hala pazarlığa açıksan... sen de riyakarsın. 

İnsan, mutlu olma isteğinden kurtulmadıkça kendi olamaz. 
İnsan, kendi olma isteğinden kurtulmadıkça da kendi olamaz.
Ve nasıl acıyı davet etmek ahmakçaysa kovmak da öyle ahmakçadır… sadece geldiğinde güzel misafir etmeyi bilmek gerekir o kadar.

Ego kesiklerini acı zannetmek çok yaygın bir yanlıştır.

Acı çekmek genelde arzu edilmeyen türden bir kabiliyettir ve insanın alamet-i farikasıdır. Herkes acı çekemez çünkü herkes insan değildir.
Dönüşmek, her kulun yazgısındaki ortak madde değildir.

Sıradaki parça işe egosunu karıştırmadan tertemiz acı çekme yeteneğine sahip ehl-i yas  devrimperver ruhlar  için gelsin:
https://www.youtube.com/watch?v=t4DNY4bgtXM
Sıradaki şiirimiz  de ego kesiklerini acı zanneden portatif ruhlar için geliyor:

Düşünme, arzu et sade,
Bak böcekler de öyle yapıyor.
Orhan Veli

17 Aralık 2018 Pazartesi

TO BE OR NOT TO DIR DIR DIR


“Var mısın ki yok olmaktan korkuyorsun” diye sormuş Muhyiddin İbn-i Arabi.

Yaratıcı drama şeysinde oradaki herkesi tek bir kelime ile tarif etmem istenmişti de bir kız için “sinyal lambası” demiştim, bozulmuştu kız... çünkü haklı olduğumu biliyordu.

Var olmak yetmez var olduğuna ikna edilmen lazım, yani önce başkalarının inanması gerekiyor var olduğuna.

Yaptığımız şeyi Instagram’da paylaşmamışsak yapmış sayılmaz mıyız?
Hepimiz bi çeşit Banu Alkan mıyız? Amenna.

Doğayı sevmemiz şundan:
Bizi kimse görmüyorken gidip dereyi ellemek yahut yüzümüzü rüzgara yalatmakta gayet masrafsız  varlığı hissetme halleri gizli… gözleyen yok, kınayan, puan veren yok… bir sen, bir papatya, bir de Allah, mis gibi bir var olma.

Ama yetmiyor işte, bilinmek istiyor insan.

Uzanıverse gövdem taşlara boydan boya,
Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.
Dalıp sokaklar kadar esrarlı bir uykuya,
Ölse kaldırımların kara sevdalı eşi.

 “Alnımdaki ateş” dediği var hissetme ihtiyacını giderememişliğin neticesi, savaş var bünyede.
Var hissedebilmek için uygun gördüğü çözüm de yok olmak, eşyaya karışarak yok olmak.

Mademki varım etkiler üretmeliyim, homurdanmalıyım, memnun olmamalıyım ki müştekiliğim varlığıma delil olsun, olmadı yok olurum var olmak için… gerçekten var mısın peki?

Öne Çıkan Yayın

ÇOK GÜZELSİN GİTME DUR NOKTASI

Şahsi tarihimizin tekerrür ede ede gözümüze sokmaya çalıştığı toplamda sadece tek bir şey vardır belki de: O aslında öyle değil. Taz...