16 Temmuz 2010 Cuma

embesilik firar

eşitsizliğin sağ-sol taraflarındaki şeyler değişse de eşitsizliğin risk-fayda hesaplamalarının seçimlere zorlaması değişmez. kompleksleri alınınca geriye bir şey kalmayacak yöntem tanımaz tiran adaylarıyla onların kurallarıyla savaşmak fikri coşkulu ve duygusal gelebilir, hoş da gelebilir ama fayda-risk hesabından çıkan sonuç tatminkar değilse akıl oradan uzaklaşmayı tavsiye eder. akıldan yana nasipsiz embesiller bile iç güdüleriyle bu hesabı yapabilir, karar alabilir, uzaklaşabilir. sabah köründe aklımca ikiye düşürdüğüm cephe sayısını embesillerin bile yapabileceği hesapları güç bela yapmayı başardıktan sonra teke düşürmek lazım geldiğini anlamam zor olsa da mümkün oldu çok şükür. cephelerin biribirleriyle ilişkisi de var üstüne üstlük... bulunmaman gereken bir mekanda bulunmanın yaratacağı olumsuz hissin hemen yanında bulunan bulunmaman gereken mekanda görmemen gereken kişiye rastlama ihtimalinden de yırtmış oluyorsun. sevinmelisin:p ses, ışık, uyarım vs. gelmeyince kaybolduğunu sanan bu ağlamaya her an hazır sızılı dimağı nefes almanın mantıklı olduğuna ikna etmenin yegane yolu yeni çıngıraklar üretmektir. birden fazla şeyden vazgeçmenin yarattığı ferahlık, etkisi belli bir zamanla sınırlı morfine dönüşüyor. bu kötü değil asla, kullanmak lazım, istifade etmek lazım bundan. beri yandan dil yeni çekilmiş dişin oyuğuna (nedense) gitmekten vazgeçmeyecektir bir süre. bir uzvu eksik özürli kişilerde o olmayan uzvun ağrıması diye bişi var, buna bişi sendromu deniyor hatırlamıyorum tam, sol kolu omuzdan kesik adamdaki sol kolun ağrıması hissinden bahsediyoruz, adı çok da önemli değil. morfinden sonra bu bişi sendromu ele alıyor işte yönetimi. eksikliklerin toplamının yarattığı bir varlık toplamından bahsediyorum, eksileri topladıktan mutlak değer alıyor olmalıyız. beri yandan bildiğini sandığını aslında bilmediğini öğrenmekten daha kötü bir şey varsa bildiğini sandığının öyle olmadığını da sanıyor olmak dersek doğru olmaz tam...en kötüsü bildiğini sandığının doğru olmadığından emin olamamak. insanın kendi yaptığı oku gözüne sokması gibi bir şey. başka faktörler de var ama..."sen bi dur hele" ikazlarına aldırışsız gurur, asi gurur en olmadık zamanlarda sahne alır mesela. zararlı olabileceklerini bildiğin bir güruhun çok daha zararlı olabileceğini müşahede etmek de kimya bozucu bir etki. neticede ormanda kaybolmuşsan, yön duygunu yitirmişsen (ne kolay yitiririm ben) ne tarafa doğru gittiğinin ne önemi olabilir ki senin için. önemi vardır kesinlikle ama senin için yoktur. bi de o yönsüz kaybolmuşların geçtikleri yerden tekrar geçmeleri şeklinde bir sendrom var, yani kaybolmuş kişi yay çiziyormuş! yaptıklarının yapacaklarının teminatı olması gibi olumsuz bir kendine güven sözkonusu yani. ama aslolan durmadan yürümek mecburiyeti, köpek balıkları gibi, duramıyorsun. her şeyi masada olması gereken yere koyduktan sonra kasketi önüne koyup (bende yok kasket) tekrar değerlendirmeler yapmak gerektiğini bütün gereksiz kişisel gelişim kitapları yazıyordur herhalde. "bir dakika yöneticisi" diye bi kitap vardı mesela. askerde "kısa durum muhakemesi" deniyordu buna, formülü falan vardı...uzunluğu önemsiz durum muhakemesini muhakemeden yoksunlaşmış bir dimağdan bekleyemeceğimize göre olması gereken şey dimağın beklemesidir. okunmayı bekleyen kitapların beklentisini karşılamak bu embesil dimağa iyi gelebilir misal. "iyi" kelimesi de rahatlıkla ucu sivriltilip bir mızrağa dönüşme potansiyeli taşıdığı için bu tarz tekinsiz kelimelerden uzak durmak da lazım. uçuşan polenlerin uçuşmaktan vazgeçmelerinin bir şartı yer çekiminin varlığı ise diğer şartı rüzgarın kesilmesidir. "yeter ki konsun" fikrinin sağlıksızlığını değerlendirebilecek zihin gücünden yoksunsan konmuş olmasını murat kabul edersin. etkisi, senin etkinin sonsuz katı olacak kadar büyük bir etkinin konma yeri konusunda senin için iyi bir tercih yapmış olmasını dilersin. yine "iyi" dedim. "iyi" demekten vazgeçmedikçe iyi olamayacak bir yorgun dimağın öz niteliği belki de sağlıklı değil de sağlıksız olmasıdır. mutlulukla anlam kelimelerinin yan yana duramamasının eşyanın tabiatından gelmesi gibi. hepsini geçelim tamam. nemli, sıcak bir rehavet beklentisiyle varılacak hedefe değil de sadece geçmiş olmaya odaklanmak mı lazımdır acaba? maymun bi dalda dur artık, lütfen! sazın perdelerinde dolanan parmağın herhangi bir perdeyi seçip ordaki konaklamasını daimi kılması müziğin gebermesine yol açacağı için mi durmuyor bu maymun? bilmiyorum ben bunları.
ilerdeki kendime not: kafayı yemedim, sadece kendimin anlayabileceği şekilde yazdım, özellikle böyle yaptım.

14 Temmuz 2010 Çarşamba

üşümüz gökte o yalnız bulut

desen ki denizin tuzu
çiğ düşmüş kadife donlu patlıcanlar
desen ki kendilerinden karga çığlılarıyla kaçanlar
en fakiri en zengini çirkini ve orospusu
seni unutmuş olsun
sen ki üşümüş gökte o yalnız bulutsun
kıskanmadığın cömert bir maviliğin ortasında o
bildiğin yalnızlığın ellerinden tutmuşsun
desen ki unutulmuşsun

..................


sisler bulvarına akşam çöküştü
omuzlarımıza çoktan çökmüştü
kesik birer kol gibi yalnızdık

...................

böyle şiir yazınca, hatta şiirleri parça parça yazınca daha havalı oluyor ihtimal...ama ondan değil başka bi şeyden dolayı yazmışımdır ben belki de.
arabeskin böyle tavan yaptığı günlerde gözüne dünya kaçmış ölümlüler gibi ordan oraya seğirtirken yapılacak son şey söylemek olmalıdır. söyleyesin çoksa en fazla şarkı türkü falan söylemelisin, şiir alıntıları falan yapmalısın...aksi türlüsü metal gözlüklere iyi gelmez.
içimizin derinlerinde bir yerlerinde bu dünyaya ait olmayan bir şeyleri taşıyor oluşumuz başlıca sorunumuzdur. başka bir alemden getirdiğimiz bu aleme ait olamayacak kadar gerçek ve kırılgan bir şeyden bahsediyorum. sorunun asıl sebebi bu olmakla birlikte sorunun aslı bu değil. o şeyin ağzına yesin de doysun diye bu dünyadan olan gıdalar sokuşturuyoruz ki bu dünyadan olmayan o güzel şey kusuyor haliyle. bu zorla tıkma işine sembolleştirme diyoruz. iyi...
sıkıldım, sonra yazarım belki...

türkü söylemek dedim ya...tam kapatırken aklıma geldi...

gezsem de dünyanın dört bucağını
vallahi gözüme yine boş gelir
gönül arzu eder dostu cananı
sızlar eski yaram gözden yaş gelir

el diyarı mesken olmaz insana
yürekten kul ise cananın sana
hal bilmez hoyratı sararsan cana
ağustos ayında başa kış gelir...


bedia akartürk çok fena güzel söyler bunu.

Öne Çıkan Yayın

ÇOK GÜZELSİN GİTME DUR NOKTASI

Şahsi tarihimizin tekerrür ede ede gözümüze sokmaya çalıştığı toplamda sadece tek bir şey vardır belki de: O aslında öyle değil. Taz...