22 Haziran 2017 Perşembe

ÇOK GÜZELSİN GİTME DUR NOKTASI

Şahsi tarihimizin tekerrür ede ede gözümüze sokmaya çalıştığı toplamda sadece tek bir şey vardır belki de:
O aslında öyle değil.

Tazı yarışları var hani Abd’de, bahisli falan, şöyle:
Tazılar öyle yarış olsun diye koşmazlar, yarışmazlar,  bir şeyi kovalamaları gerekir, yarışlarda da bir tavşanı kovalatıyorlar koşmaları için.
Tavşan gerçek değil tabi plastik, bir mekanizmaya bağlı olarak tazıların hep önünde gidiyor, videoda da çok kısa bir süre görünüyor tavşan, yarış bitince de kaybediyorlar plastik tavşanı ortadan. Tavşan asla yakalanmıyor, racon böyle.

Eğer bir teknik arıza sonucu tazılardan biri tavşanı yakalar da dişlerse…o tazı bir daha asla koşmuyormuş! Start veriliyor, bütün rakipleri aklını yitirmiş gibi peşine düşüyor çakma tavşanın ama bizimkinde tık yok…öyle amaçsız, öyle avare… bakınıyor.

Koşmuyor çünkü anlamış yalan olduğunu.

Düşünsenize anası süper babası süper genç bir tazı, bir dünya para bastırıp almışsınız yarışsın da sizi zengin etsin diye ama aptal bir personel hatası yüzünden sizin gelecek vaat eden tazının bütün kariyeri bir gecede son buluyor, o saatten sonra anca damızlık, o da kısır değilse! Rezillik di mi?

Şu kapitalist didaktik başarı koçlarının ısrarla “kendinize hedef belirleyin” demesi tam da bundan, tavşan yoksa koşu da yok, “plastikten bir tavşan yapın da koşun peşinden” diyorlar kısaca bize. Uyanıklar!

“İnsanın eski huyu, 
kendine hep bir put yapar, 
oldum bittim böyle bu, 
kendi yapar kendi tapar” 
Keşanlı Ali Destanı'ndan (Haldun Taner)

Oruçtan geldi aklıma hep bunlar. Kan şekerim çok mu düşüyor artık ne oluyorsa şu uzun günlerde akşama doğru resmen nevrim dönüyor, o son 10 dakika çok yavaş geçiyor falan! Sonra? Çorbayla falan değil ilk suyla doyuyorum valla…5 dakika önce gözünüze hayatın anlamı gibi görünen yemeklerin tılsımını bu kadar kolay-çabuk yitirmesi ve bunun bir ay  boyunca her gün tekrarlanmasına takıldı kafam, her gün aynı yanılgıya düşüyoruz farkında mısınız? 
Orucun bize anlatıp durduğu şey de peşinde olduğumuz, gözümüzde büyüttüğümüz şeylerin “aslında öyle olmadığı” mıdır yoksa? Tavşanlarımız plastik mi? Hepsi mi?

“Yani Tahir’i Zühre sevmeseydi artık,
yahut hiç sevmeseydi,
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?”

Hiçbir şey kaybetmezdi tabi ki…
Ama…Tahir, Zühre’yle bir müddet sevişse aşkını kaybeder. Malum, vuslat aşkı öldürür.
Bütün kelebekler gider, arkasından el salla!

Aşk ölür ama yerine çok güzel bir şey bırakır da ölür, isim verilmemiş bir şey bu, nedense atalarımız aşk bittikten sonra gelip yüreğimize oturan o bağlılıkla işlenmiş güzel duyguya  isim vermemişler, çok ciddi bir eksiklik bu ve ben çok ciddiyim!
Tarif edebildiğim ama ismi olmayan bu şey, “sevgi” değil çünkü sevgi çok genel…”Tüfülük” diyelim bu kelimeye, adı yok ya kelimenin, uyduralım, tüfülük olsun adı, tüfülük tam olarak şudur:  
Aşktan sonra gelip insanın derinine yerleşen, sadakatin haz olarak algılandığı, tenselle ruhsalın birbirinden artık ayırt edilemez şekilde karıştığı, kokunun en baş rolde oynadığı, bütün kimyanızın bir  kişiyi kendinden bilme haline teslim olduğu, hazdan uzakta iken de hazzın hissedilebildiği duygu durumu.

70 yaşındaki adam karısına "Allah bizi öteki tarafta da ayırmasın, Cennet-Cehennem fark etmez" diyor, gerçek şu söylediğim replik falan değil...tüfülük dediğim tam olarak bu işte.
Aşk, bir ilişkiyi başlatır en fazla, ilk ateştir, o kadardır. İlişkiyi yaşatan, değerli kılan tüfülüktür.

Tüfülük araya girmiş parantezdi, o kelimeye isim konulmadığı için çok ciddi hayıflanıyorum ben, nasıl atlamışlar hayret!  O yüzden araya aldım o büyük parantezi.

Asıl konumuz aşktan tüfülüğe dönüşemeden tılsımını yitiren şeyler. İftardan beş dakika önce resmen aşkla baktığınız yemeklerin ezandan kısa süre sonra sıkıcı bir anlamsızlığa bürünmesi yani…meselemiz.
Bir ömür bir tas çorbaya aşk besleyecek halimiz yok yani di mi? En azından aynı tas çorba olmasın! :)

Neler olabilir bu kısa süreli olarak gözümüzde aşka dönüşüp tutkuyla istediğimiz ama balon gibi patlayıveren şeyler? Yanlış kişiler mesela, sen onu peri kızı/beyaz atlı prens sanırsın/sayarsın ama o gerçekte bok yığınında eşelenen tavuk/horoz gibi olabilmeyi hayal ediyordur, hayattan anladığı budur, gelin olmuş sarımsak gibi kokusunu 41. günde belli eden cinsten işte… tüfülük falan hak getire, öğürürsün kokudan!
Terfi almak, çok paraya kavuşmak, Ferrari sahibi olmak…hepsinin balonu emin olun sadece birkaç günlük. O çok zenginler her gün 10 dönümlük havuzlarına giriyor mu sanıyorsunuz? Girmiyorlar, sıkılıyorlar, iftar sonrası yemek gibi işte o havuz onlara. Ama biz fakirlerin gözünde hep iftara 5 kala :)

Diyelim ki tüfülüğü bulduk, o nasıl bir şeyse artık varlığı bize her an böyle huzur pompalayan, hayatın anlamı gibisinden o şeye sahip olduk... içimiz her daim kıpır kıpır, mutluyuz, huzurluyuz…sonra?

“Seversin dünyayı doludizgin,
ama o bunun farkında değildir.
Ayrılmak istemezsin dünyadan,
ama o senden ayrılacak
Yani sen elmayı seviyorsun diye,
elmanın da seni sevmesi şart mı?”

Derdim bu şiirden alıntı yapıp durmak değildi valla ama çok denk düştü!
Elmanın da bizi sevmesi şart mı?

Dilediğin kadar güzel şey istifle, sonu var.

Bizler sonlu bir dünyaya sonsuzluğu sığdıramamanın muzdaribiyiz, tüfülüğü bulsak ne olacak?

“Çok güzelsin gitme dur” diyeceğimiz bir şey bulsak bile,
“Çok güzelsin gitme dur” dediğimiz gerçekten bizde dursa bile,
Bizi sonsuza taşıyamaz ki hiçbir “çok güzelsin gitme dur”!

Ki bizi asıl “bedbaht eden melal” de hep o sonsuzdur!

Ta ki…asıl “Tek Güzel” bizi yanına alana dek.


Notlar:

Tüfülüğü kanımca en güzel anlayan/anlatan kişi Ziya Osman Saba'dır, bambaşkadır...

 “Çok güzelsin gitme dur” Goethe’nin Faust romanında Doktor Faust’un roman boyunca peşinden koştuğu şeydir,
       
     Alıntılar  Nazım Hikmet’in “Tahir’le Zühre Meselesi” şiirindendi,
  
Bu alıntı da Necip Fazıl’dan olsun:

Diz çök ey zorlu nefs, önümde diz çök!
Heybem hayat dolu, deste ve yumak.
Sen, bütün dalların birleştiği kök;

Biricik meselem, sonsuza varmak.

Öne Çıkan Yayın

ÇOK GÜZELSİN GİTME DUR NOKTASI

Şahsi tarihimizin tekerrür ede ede gözümüze sokmaya çalıştığı toplamda sadece tek bir şey vardır belki de: O aslında öyle değil. Taz...