29 Nisan 2018 Pazar

YALAN



Makineleri sattım, personeli işten çıkardım, firmayı kapatıyorum. Yeni işimi kurana dek personel yalanından, müşteri yalanından, tedarikçi yalanından azadeyim.
Hayatımda kimse yok, "sevgilim yalan mı söylüyor" şüphesinden azadeyim.
Müthiş güzel bir rahatlık bu. Rahatsız edici bir rahatlık. Anlatıcam.

Ben sadece cümlelere değil her şeye "yalan mı yoksa gerçek mi" gözüyle bakıyorum. Her şeye! Obsesyon gibi bende bu, refleks gibi... misal eşyalar. Güzel gözüksün ya da maliyeti düşük çıksın diye işlevini yerine getirmekten aciz olarak üretilmiş eşyaların alayı yalan. Tek kullanmada ucu bozulan tornavida, pek bir dekoratif ama üzerinde yanan sigarayı tutmayı başaramayan küllük vs. Plastik çiçek, giydirilmiş sandalye gibi objelerse artık iğrençliğe varan yalan!
Sonra bir kitap mesela; yazarının söyleyecek sözü varmış da mı yazılmış yoksa kitap olsun diye mi? Bu bakışla okuyorum her okuduğumu ve bir şekilde hissediyorum cevabı, bu kitap gerçek mi yoksa yalan mı? İçinde söz birikmemiş kişilerin ürettiği kitaplar tabi ki yalan, paramızı ve vaktimizi çalan türden yalan. Ve o kadar çok yalan kitap var ki piyasada!

Yahya Kemal büyük şair, çok büyük şair, aksini iddia etmek abesle iştigal, net... ancak üstadın birazcık zorlama huyu vardır.
Beşiktaş'taki Barbaros Hayrettin anıtının altında Yahya Kemal'in şu dizeleri yazılıdır:
Deniz ufkunda bu top sesleri nereden geliyor?
Barbaros, belki, donanmayla seferden geliyor!
Adalardan mı? Tunus'dan mı, Cezayir'den mi?
Hür ufuklarda donanmış iki yüz pare gemi,
Yeni doğmuş Ay'a baktıkları yerden geliyor;
O mübarek gemiler hangi seferden geliyor?
Yaani... anıtın altında güzel duruyordur belki bu dizeler ama... kulağımı şenlendirdiklerini söyleyemem. Beğenmeyen bir ben değilmişim ki Neyzen Tevfik bu dizeleri görünce şu dörtlüğü yapıştırmış:
Ebedi bilgini Hayrettin Kaptan,
Beş asır önceden biliyor gibi.
Ikına sıkına yazdığın şiire,
Barbaros kıçını siliyor gibi.
Hak etmiş mi? Bence evet. Nerde o "Tenha yolun ortasında rüzgar / Teşrin yapraklarıyla oynar" diyen adam di mi? Bu muazzam dizeleri yazan adamın Barbaros'lu şiiri yazdığına inanmak zor!
Velhasılı gerçek değilse...şiir olsun diye yazılmışsa...Yahya Kemal bile kurtaramaz o şiiri! Gerçek değilse değersizdir, budur, bu kadardır.

Ters örneklerden devam.
YahyaKemal'e sevgim çok bariz, Sezen Aksu'dansa pek hazzetmem.
Değmeyin feryadıma,
Figanıma değmeyin.
Eğer sevda bu demekse,
Ben vazgeçtim;
Beni sevmeyin.
ya da
Uzanıp Kanlıca'nın orta yerinde bi taşa,
Gözümün yaşını yüzdürürüm hisara doğru.
Yapacak hiç birşey yok gitmek istedi gitti,
Hem anlıyorum hem çok acı tek taraflı bitti.
Bi lodos lazım şimdi bana bi kürek bi kayık,
Zulada birkaç şişe yakut yer-gök kırmızı,
Söverim gelmişine geçmişine ayıpsa ayıp,
Düşer üstüme akşamdan kalma sabah yıldızı.
Şarkı sözü ikisi de, söz-müzik Sezen Aksu. Her iki şarkı sözünün de yas döneminde yazıldığından şüphem yok, çünkü o kadar gerçekler ki! Gerçekliklerinden şüphesizliğim sadece sözlerden değil, müzikler de sözlere aşırı uygun. Birisi şarkıya söz olsun diye yazmamış bunları, yaşamış ve içinden sözlü müzik olarak döküleni şarkı diye kaydetmiş. "Aşkları da vururlar şarkıya şiir olur" di mi? Olmuş işte, gerçek bir aşk acısı çekmiş kadın, buyrun sonuç.

Yahya Kemal aşk acısı çekerken nasıl yazıyordu acaba? Bkz. Sessiz Gemi şiiri. Yaygın bir yanlış anlama olarak o şiirin ölümden bahsettiği sanılır, alakası yoktur, gemiye binip giden sevgilinin ardından özlemle yazılmıştır. (Celile Hanım'a yazılmıştır, Nazım Hikmet'in annesi)
Gerçek olunca işler çok değişiyor değil mi? Hem de nasıl! Aşk olmadan meşk olmaz sözü boşa söylenmiş olamaz herhalde!

Sezen Aksu'nun yazdıkları şiirdir-değildir (bence değildir) o ayrı ama gerçek oldukları su götürmez. Bu sebepten bence değerliler.
Bununla birlikte şiir oldukları konusunda kimsenin tartışmadığı "şeyler"in pek çoğu  aslında şiir değil. Şiir olsun diye yazılmışlar. Antolojilerde ismi "şair" diye geçen insanların yarıdan fazlası şair filan değil, yalan...yazdıkları da şiir değil, şiir olsun diye yazılmış o pek çok "şiir"... ve tabi ki değersizler.

Değersizlere değerliymiş gibi hürmet etmek, gerçek değerlilere haksızlık.

Örnekleri çoğaltmak mümkün ama gereksiz çünkü konu örnekler değil, konu benim obsesyonum.
Baş etmekte başarısız olduğum bir obsesyon bu. Seçimlere mühim kişi olup o makamın bahşettiği imkanlara kavuşmak için değil de aziz milleti göreve çağırdığı için katıldığını söyleyen bir politikacının  bende tiksinti oluşturmasını engelleyemiyorum mesela... ya da düğünde eğleniyormuş gibi yapanların yüzlerindeki yapay ifadenin beni rahatsız etmesini... Giydirilmiş sandalyeye tekme atasım var!..  vs.
Görmezden gelemiyorum işte, olmuyor.

"Mutlu aileler birbirlerine benzer. Her mutsuz ailenin mutsuzluğu ise kendine özgüdür."
Anna Kareninna romanının giriş cümlesidir bu. Bu cümleden ilhamla şöyle bir cümle kurmak mümkün bence:
Kaderlerin mutlu kısımları birbirlerine benzer ancak mutsuz kısımlar kendine özgüdür.
Kaderlerin mutsuz kısımları kendine özgüdür çünkü herkesin sınavı farklı yerdendir. İnancım odur ki kaderimin ihtiva ettiği en mühim sınav yalana tahammül sınavıdır. Çok sınandım buradan ve kaç kez alttan aldım bu "yalana tahammül dersi"ni bilmiyorum ama final sınavlarının hepsinden çaktım, veremiyorum ben bu dersi! Isı Transferi bile daha kolaydı valla!
Eşyanın yalancılığına bile tahammülü olmayan birinin insanın yalancısına tahammül göstermesi çok daha zor... ki durumu daha da zorlaştırmak için ek bir özelliğim de var: yalanı yüze vurmuyorum.
Bana yalan söylendiğini anladığımı hiç belli etmiyorum ki karşımdaki yediğimi sansın ve bir sonraki yalanı daha usturuplu yalan söylemesin... ben de kolayca anlayayım gene yalan olduğunu. Ama böyle olunca da nasibiniz yalandan ibaret oluyor! Yaşam kalitesini feci düşüren berbat bir huy bu ama can çıkmadan huy çıkamıyor malum, vazgeçemiyorum.
Amaç ne? Kül yutmamak. Yut yani ne olacak ki, yutmadın da ne oldu? Bir dünya yalanı da yutmuşumdur, o da ayrı.

Bir ihtimal daha var... sınavı reddedersin.
Girmezsin sınava, mezun olmamayı seçersin.
"Her insan kendi olması karşılığında topluma bir bedel öder. Az ya da çok ama mutlaka bir bedel... Kimse bedelsiz kendi olamaz. Bu bedel çoğu kez yalnızlıktır."
Bunu da Murathan Mungan demiş, muhteşem bir tespit ve nefis özetlemiş!
Yalanı gerçekten, yalancıyı dürüstten ayırmaya uğraşacağına yalana tahammülsüzlüğünü kendin olarak seçersin ve insanlardan vazgeçersin... yalnızlığınla sevişirsin... bu da bir yöntem.
Ancak kolay olandır bu yöntem, o yüzden "rahatlığım rahatsızlık verici" dedim girişte. Kısa bir süre bu lüksten nasibim olduğu aşikar ancak bu lükse uzun süreli olarak talip olmak daha çok kendi olmak imkanına sahip olmaktır evet ama aynı zamanda insan olmayı reddetmektir.
Dünyadaki en yüksek intihar oranı Kuzey Avrupa'da... hani o dünyalık sorunlarını en çok çözmüş, en dertsiz coğrafyada. O kadar dertsizler ki dertsizlikten intihar ediyorlar. Afrika'daysa intihar yoka yakın.
Zordur hayat Afrika'da...Afrikalı olmak lazım.

Ucu kibre dayanan bir şey bu "yalana tahammülsüzlük" ve kaderimdeki en mühim programın "yalana tahammül" olmasını anlayabiliyorum ben, beni bu dünyaya bir gönderen var ve geldiğim gibi gitmeme gönlü razı değil, küçük küçük yontuyor beni, yontma da değil hatta zımparalıyor. Eyvallah.

Kime nazar, ona azar.
Biliyorum ki hiçbir şey boşa değil,  azarlanmaktan şikayetim de yok. Çok şükür.

Öne Çıkan Yayın

ÇOK GÜZELSİN GİTME DUR NOKTASI

Şahsi tarihimizin tekerrür ede ede gözümüze sokmaya çalıştığı toplamda sadece tek bir şey vardır belki de: O aslında öyle değil. Taz...