14 Aralık 2012 Cuma

OKAN BAYÜLGEN, SİGARA, KİŞİLİK YAMALARI, MASLOW VS.


Şöyle bir olay olmuş 10 gün kadar önce:


Görünürdeki durum farklı olsa da olan şey aslında bir maruz kalma… Okan Bayülgen  “kısa yoldan kendini gerçekleştirme”  derdindeki bir kızcağızın bu uğurda kişilik yaması edinme çabasına maruz kalıyor, kız Okan Bayülgen'i kullanmaya çalışıyor ve O da bu kullanılmaya isyan ediyor. İsyanın formatı da ayrıca dikkate değer.

Kişilik yaması: Kişiliğinin yeterince yapılanmadığını düşünen insanların aslında bir kişilik parçası olamayacak türden şeyleri kişiliklerine monte etmeleri…
-          Iyy, işkembe mi! nasıl içiyosunuz onu yaa!
-          Iyy, Kurtlar Vadisi, hayatta seyretmem, ne öyle şiddet felan.

Hiç seyretmediği bir dizinin nasıl da kötü olduğunu dile getirmek için fırsat kollayan insanın durumu çaresiz bir zavallılık arz eder.

American Beauty filmindeki sarışın kız (Kevin Spacey’nin kızının kankası) iki ya da üç kez “hayattaki en tahammül edilmez şey sıradanlıktır.” der filmde. İletişim çağında bireyselleşme saikiyle kurdukları tek kişilik cumhuriyetlerinde tebaasız ve yalnız kalmış insan evlatlarının kurtuluş planıdır bu cümle. İnsan olmakla ilgili mesafe kat etmiş bir insanda yoğun bir acıma duygusu meydana getirmesi olağandır böyle bir dışavurumun… Fakat o acıdığınız metabolizmanın sizi hakir gördüğünü (nasihat vermek ve yardım etmeye çalışmak şeklinde yaparlar bu hakir görme işini) fark ederseniz de şaşırmayın.

Yeterince şekillenmemiş, yeteri kadar ayırt edici özelliği olmayan, diğerlerinden farkı iyice belli olmayan kişiliğe işkembeden tiksinme, sigara düşmanı olma, sıkı çevreci olma, Akp düşmanı olma, Chp düşmanı olma, koyu Fener’li-Cimbom’lu olma, fanatik hayvan sever olma gibi özellikler kazandırılarak kişiliğin yeterli donanıma sahip bir kişilik haline dönüştürülme çabasıdır bu çaba… ve bunların hiç birisi bir kişilik komponenti olabilecek türden şeyle değildir, bunlardan olsa olsa yama olur…Yama varsa delik de vardır ya da var olduğu düşünülüyordur.

Yama kullanan kişilerin kendilerini ifade edişi alay etmek şeklinde olur çok zaman. Yardım etmeyi de çok severler. Toplumsal farkındalık yaratmaya falan bayılırlar, insanlığa hizmet etmek vazgeçilmez mastürbasyonlarıdır. Twitter ve Facebook’un kullanım şekli bu dediğimin pek güzel bir ispatıdır. Yalnız “her alay eden yama kullanıyor” diyemeyiz elbette.

Bir şeyin yama olarak kullanılabilme şartı, kullanacak kişinin o şeyin bir yama olduğunu inkar edebiliyor oluşudur. Yani kişi yama olduğunu inkar edemediği şeyi yama olarak kullanamaz. Bu yüzden samimiyet ve gerçeklik beklentisi yüksek kişilerin kullanabileceği çok az yama vardır. Farkındalığınız arttıkça, benliğinizle sohbetiniz geliştikçe kullanabileceğiniz yama sayısı düşer.

Okan Bayülgen video’nun bir yerinde kızın “ben ne işe yarasam ki?” diye düşünüp “dur gidip şunun sigarasına karışayım” çözümünü bularak kendisine saldırdığını söylüyor ki bence de aynen öyledir. Ben bu durumu “uzay boşluğunda beyhude yere hacim kaplamadığını ispat çabası” olarak tarif ediyorum, aynı şey. Maslow’un ihtiyaçlar piramidinin en tepesinde bulunan “kişinin kendini gerçekleştirmesi” ihtiyacı budur işte. Piramidin tepesidir, yani en ileri düzey ihtiyaçtır, son noktadır, bu ihtiyacı karşılamış çok çok az insan vardır ama bu ihtiyacı kestirme yoldan kolayca karşılama çabasına girmiş yığınla insan var…Her bir araba egzozunun bir dünya sigaradan çok daha fazla zehir ürettiği bir çevrede ve binlerce arabanın ortasında bir tek sigaranın peşine böyle hararetle düşmenin saçmalığı başka türlü açıklanamaz, birisi kendisini en kısa yoldan gerçekleştirme gayretine girmiştir  ve yardım etme iddiasıyla birilerini bu tatmine ulaşmak adına kullanıyordur. Okan Bayülgen’in deliye dönmesinin sebebi de bu kullanılma hali zaten.

Çocuklara başkalarına benzemek zorunda olmadığı gibi başkalarına benzemenin kötü bir şey olmadığını da anlatmak lazım…hem de ilk okulda, hem de ilk okuldan da önce, hem de lisede, orta okulda her yerde…
Ama kim yapacak bunu? Kendisini uzay boşluğunda doğru şekilde konumlandırmaktan uzak kompleksli öğretmenler mi?.. (Kastım tabi ki hepsine değil, kıymetli öğretmenleri tenzih ederim, Allah o küçük azınlıktan razı olsun, gerçekten çok değerliler.)

Karşılıklı deliklerden mütevellit yoğun cereyan altında kalmış ve yamaya yamaya sevimsiz bir bohçaya dönüştürdükleri kişiliklerini her yerde herkesin burnuna dayayan-dayatan sevimsiz kitlenin yardımlarından ruh sağlığı yerinde olan her kulu korusun Allah. Amin.

Ve Okan Bayülgen... İlk programı (ve bence tek “çok güzel” programı) “Gece kuşu”ndan bu yana öyleymiş gibi yapmalara, samimiyetsizliklere  tahammülsüz bir profil bir sergileyerek bunca yıl sistemin içinde kalabilmiş olması ilginç gelir bana hep. Tamam, protest, agresif ve samimi tavırlarını tarz haline dönüştürüp bundan ratingsel olarak nemalanması akla uzak bir açıklama değil ama yine de şaşırırım bunca yıl ana kuralı riyakarlık olan sistemle iyi geçinebilmiş olmasına. Gerçekten gerçek olup olmadığını layıkıyla irdeleyebilecek kadar da tanımıyorum elbette, şu paragraf bu yetersizliğimden dolayı tamamen yanlış da olabilir ama şaşırıyorum işte hala içimde bir yerlerde bu duruma, içindeki “tutunamayan ruh” her nasılsa yönetimi topyekun ele geçirmiyor.
Fakat bu videoda yılgınlık, bıkmışlık gördüm kendisinde. “Senin gibi insanların yaşadığı bir dünyada yaşamaktan nefret ediyorum” derken sergilediği çaresizlik…hüzün verici.
Uzaklaşmak isteyen, depresif birini görüyorum bu videoda…Sistemle arası sandığım kadar iyi olmayabilir…

3 Aralık 2012 Pazartesi

NAZİRE


Kaçmak lazım yaşamak için. Kazadan beladan mesela, ormanda aslandan, şehirde bağlanmamış köpekten.

Celladından da kaçman lazım…ki hiçbirinin üstünde “cellat” yazmaz. Ya da bilmediğin bir dildedir hep "cellat" yazıları. Öyle çok körkütük aşık falan olmayacaksın işte bu yüzden. Meşhur atasözüdür; madem biliyorsun götünün huyunu, ne içersin koruk suyunu?  Götünün huyunu iyi etüd edeceksin, koruk suyunu tanıyacaksın en az 10 metreden.

Cehaletten kaçman gerektiği gibi gerçekten biliyor olmalara da çok yakın durmaman gerekebilir. Hangi ara nerede duracağına “karar” denir ki hiçbir zaman kime ait olduğu tam belli değildir. Bu yüzden hayat, kulağına-gözüne iyi sahip olmayı gerektirir.

Şiir de öyle mesela, ondan kaçmayı da bileceksin ama ne yazık ki uzak durman gerektiğini öğrendiğin her şiir için artık çok geçtir.

Uyuyor olmaktan, uyanık kalmaktan, sarhoş olmaktan, bir türlü olamamaktan, gitmekten, kalmaktan, gündüzden, geceden, gafletten, dehşetten, hasretten… hep kaçman gerekir işte, ama bazen birinden bazen ötekinden.

Kendinden kaçmayı da bilmelisin çünkü bazen ormandaki aç aslandan daha tehlikelisin… ama kaçarken çok da gözden kaybetmemelisin… kendini.

Haa, yaşamayı ciddiye mi alacaksın bir sincap gibi mesela? Buyur, arzun bilir.

DİLEMMA


İki çeşit insan var; sokakta kendisine rastlayınca yolunu değiştirenler ve değiştirmeyenler. Kendisiyle sohbet edebilenler ve edemeyenler.

İki çeşit insan var; kendisine tahammülü olanlar ve olmayanlar.

Peki kendisine tahammülü olanlar kendisiyle sohbet edebilenler mi edemeyenler mi?

1 Aralık 2012 Cumartesi

BUNLARI DÜŞÜNÜYORUM


“Filhakika” isminde bir tv programı düşünüyorum.
İstiklal Caddesi’nde gizli kameralı program. Palyaço kılığındaki iri kıyım adamımız sokakta yürürken, gözüne kestirdiği birine “filhakikaaa” diye bağırarak tokadı yapıştıracak, gizli kamera tokadı yiyen bahtsız kişinin yüzüne zoom yapacak, şaşkınlığını-öfkesini çekecek. İzleyenler coşacak, ratingler tavan.
Palyaço kaçacak tabi. Yakalanırsa yediği dayağa yakın çekim, gelsin leylak rengi  ratingler.

Tek başıma bir kafeye oturup garsona “bana iki mutluluk, biri küçük olsun” diye sipariş vermeyi düşünüyorum. Muhtemelen şaşıracak garsona “nerelisin?” diye sorup cevap almayı başarırsam “içinden mi?” diye eklemeyi düşünüyorum.

 Carpe diem tarzı bir müzik albümü düşünüyorum. İçinde “yakalasana anı”, “aykırı ol gülümse”, “memelerimi seviyorum sen de sev” gibi isimlere sahip 10 tane (takribi) parça olacak. Albüm kapağında kazak giymiş fino köpeklerini dolaştıran çırılçıplak bayanların fotoğrafı olacak, bayanlar çok matah bir halt yapıyorlarmış gibi gülümsüyor olacaklar fotoğrafta. Müzik elektro şok tarzı olacak.

“Erkeklerin kadınlar hakkında bildiği her şey” isminde bi kitap düşünüyorum. Kitap boş sayfalardan oluşacak, defter gibi. (Bunu benim düşündüğüm yalandı, bu dediğim salaklık hakikaten yapıldı ve bir dünya sattı. Seni azıcık anlasam eyiydi be insanlık, bi de Türkçe’ye çevrilmiş!) Bkz. aşağı:





Şu bayanı bulup dest-i izdivacına talip olmayı düşünüyorum.





Ne gelini ne damadı ne de katılan hiç kimseyi tanımadığım bir düğünde mikrofonu ele geçirip bu evliliğin beni nasıl da mutlu ettiğini mutluluktan ağlayarak göstermeyi ve düğün sakinlerinden alkış almayı düşünüyorum.

Bi yerli çekirdek dizisinde sanat yönetmeni olmayı başardığımın ertesi günü “burada benim yöneteceğim bi bok yok” yazılı istifa mektubunu yapımcı şirket sorumlusuna elden vermeyi düşünüyorum.

Kalabalık bir belediye otobüsüne “selamın aleyküm” diyerek  bindikten  hemen sonra  içerideki herkesle tek tek tokalaşmayı düşünüyorum. Otogarda otobüsü henüz hareket etmiş kişilere yerden el sallama düşüncem de var, bu iki proje eş zamanlı olarak yürütülebilir.

Şu fani dünyadan birine “sen benim kim olduğumu biliyor musun?” diye sormadan göçüp gitmek istemiyorum. Düşünceden ziyade umut bu, “ölmeden önce yapılacaklar” listesinin başı, liste başı yani.


Televizyondaki evlenme programlarından birine katılıp çok ciddi bir yüz ifadesiyle “yaş, kilo, boy, cinsiyet fark etmez, sağlıklı olsun, bi de çek defteri olsun yeter" dedikten sonra sunucunun muhtemel aşağılayıcı ithamlarına karşılık “ama siz beni yanlış anladınız” demeyi düşünüyorum.

Ayin esnasında bi kilisenin kapısından içeri “bismillah” diye bağırıp kaçmayı düşünüyorum.

Bülent Ersoy’un önünde eğilerek kendisine “büyük hayranınızım” dedikten hemen sonra mutlu-mesut cümleler kurmasına fırsat vermeden “şaka be şaka” diyerek kaçmayı da düşünüyorum.

Bilimsel  bir panelde mikrofonu ele geçirip (mikrofonlu fanteziler) hazır bulunanlara “Sayın Şemsi Paşa Pasajı’nda sesi büzüşesiceler, higs bozonunuz bereketli olsun, siz de berhüdar olun” demeyi düşünüyorum. (Diyebilirim bunu, hem de zorlanmadan)

Özenle seçilmiş birine “çok güzelsin gitme dur.” demeyi düşü…nemiyorum! Düşünürdüm ama, bu biraz fazla çılgınca… Şimdilik düşünmeyi düşünüyorum.

Öne Çıkan Yayın

ÇOK GÜZELSİN GİTME DUR NOKTASI

Şahsi tarihimizin tekerrür ede ede gözümüze sokmaya çalıştığı toplamda sadece tek bir şey vardır belki de: O aslında öyle değil. Taz...