28 Ocak 2017 Cumartesi

EKSİK EKSİKLİKSİZLİK

Ne zaman bir gökyüzü kaybolsa adı aşk olur.
Varlığa yokluğuyla isim vermek eski adetimiz. 
Bir varlığı yokluğuyla giydirmek, bir yoksunluğu bütün varlığıyla giyinmek...marifetimiz.
Ne zaman bir kuş ötse, içimize bir Leyla düşer.
Bütünüyle kaybolmak isterken sadece aklını kaybedenlerin tarihini aşk diye okumuşuz bunca yıl. Eksiksiz kaybolmalarınsa tarihi olmaz.
Ne zaman bir Leyla ölse adı şiir olur, bu yüzden hiçbir şiirin sonu iyi bitmez, sadece gürültünün sonu iyi biter.

Ne zaman bir gürültü kopsa bir Leyla ölür.

24 Ocak 2017 Salı

İNSAN DEDİĞİN

Dexter’dan sonra House Of Cards izliyorum, arka arkaya gelmeleri düşünsel reaksiyonlara sebep oldu bende.

Dexter da Francis de iki nokta arasındaki en kısa yolun doğru olduğunun farkında, gayet “take to it” insanlar. Zihinleri anlam kazandırma çabalarıyla dumura uğramıyor (dumura uğramak; şaşırmak demek değildir, körelmek demektir) ne lazımsa gidip alıveriyorlar…ve anlamsızlığın değiştirilemezliğinin idrakinde olacak kadar da zekiler. Güdük-sakil anlam atfetmeler onlara göre değil.

Daha önce de yazmıştım bunu, hayat bir tercih gibi sunmaz kendini, dayatır.
Hayatı somut bir varlık gibi düşünürsek bu varlığın temel motivasyonu kendisini devam ettirmektir. Ancak kimlerin kendisinde olduğunu önemsemez hayat, sadece soyun devamına konsantredir. Bu sebepten hayatta kalmak ve üremekten ibarettir canlıların iki temel itkisi.
Dexter da Francis de (ilk Dexter,ilerleyen sezonlarda ruhsal derinlik kazanmış olanı değil) hayatın kendilerinden ne istediğini çok iyi anladıkları için “take to it”ten ayrılmazlar, kaybolmazlar. (Dexter salağının ilerleyen sezonlarda kafası karışıyor, kayboluyor.)
Bu arada kişisel gelişim şarlatanlarının sömüre sömüre bitiremediği “karikatürize take to it”ten bahsetmiyorum, kastım beka kokanıdır.

Yani; insan ne ister? Hayatta kalmak ve üremek ister, iyi!
Şimdiye kadar yazdıklarım malumun ilanıdır sadece, basit bilinenlerdir. O zaman neden yazdım?

Çünkü bunun tersi de var, ondan yazdım, insan yaşamak ister evet ama insan ölmek de ister!
Yaşamak isteyen ve ölmek isteyen diye iki insan türü yok, her iki istek de içimizde mevcuttur, bir yanımız yaşamak bir yanımız yaşamamak ister.

Ruhsal derinlik dediğimiz şey “anlam”la örülüdür  ve anlam denen şeyin kökü bu dünyada olamaz, hiçbir şey kendi kendini var edemez çünkü, anlam bu dünyaya ithal edilmiş bir şey olmak zorundadır, aksi türlüsü termodinamiğe aykırıdır. Evrime iman edenler eli, kolu, gözü izah etmeyi başarsalar bile vicdanı, aşkı izah edemezler, “anlam”ı hiç edemezler. Anlam konusundaki bu çaresizliklerini, yaratıcı düşüncesini bu anlam ihtiyacının doğurduğu şeklinde bir kontratak golü fikriyle kapatmak isterler ama beyhude…anlam konusundaki yalınkat kayıtsızlıkları bana anlamsız gelir. Benim Allah’a ve ahrete olan inancımın özeti böyledir.
Ruhsal derinlik geliştirecek kadar anlam kaygısıyla beslenmiş bünyelerde aşk baş gösterir, barınır. Daha doğrusu aşk zaten hep vardır da kendisini göstermesi için ruhsal derinlik gerekir. İnsan ruhunun  bütünden kopmuş bir parça olduğundan ve parçanın en temel temayülünün koptuğu bütüne tekrar kavuşmak olduğundan bahsetmiştim:
Meyve-i memnudan tatmak günahından beri,
Karban-ı aşk bitmez bir beyabandan geçer.
İşte ölmek isteyen tarafımız bu sebepten vardır, gönül vuslat ister ve vuslat yeri bu dünya değildir, o sonsuz beyaban (çöl) bitsin artık isteriz. Karanlık tarafımızdır bu taraf evet ama değerli olan tarafımız da budur!

Bu iki zıt isteğin birbirine karıştığı bir hal var, bir sanrı…tanrı olma isteği!
Bu dünyaya öyle değerli şeyler istif edilmiştir ki bu dünyayı ve dolayısıyla o değerli şeyleri terk etme düşüncesini reddeder insan, inkar eder. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşama alışkanlığı hiç ölmeyeceğini zannetmeye dönüşür, o yüzden sanrı dedim zaten.
Dexter bir seri katildir ve kendisinde kimin ölmeyi hak ettiğini belirleme, kimin ecelinin geldiğine karar verme yetkisi görür. Bu yetki tamamen tanrısaldır ve Dexter’ın içinde olduğu şey tanrı kompleksidir. Ahiret inancı olmayan bir ateist olarak kafasına göre kötüleri öldürür, dünyayı temizler, dünyayı daha “güzel” bir yere dönüştürmek için çabalar. Dünyanın bir sonrası olmadığına inanan birinin kendisinde dünyayı daha güzel bir yere dönüştürme düşüncesinin ne aradığını sorgulamaz, ilkel tabiatının emrindedir. Sartre’ın Duvar’ını okusaydı sorgulardı belki, bilemiyorum.
Francis de güce iman etmiş bir pragmatisttir. (İzlediğim son bölümde ABD başkan yardımcısı idi.) Onun flu da olsa bir inancı var sanki ama varsa bile kararlarına zerre etkisi olmayan bir inanç, ciddi ciddi ölmeyeceğini zannediyor. Bu dünyada olmaktan, güçlü olmaktan, yönetmekten, kaderleri çizmekten son derece mutlu bir haz düşkünüdür kendisi, yönetmekten-oynamaktan büyük haz alıyor.
Haz, hayatın kendisini devam ettirmek için dağıttığı rüşvettir. Çiğneyip çiğneyip tükürdüğümüz havuçtur ve daha çiğnerken aklımızda hep bir sonraki havuç vardır. Pasta yerken yiyeceği bir sonraki pastayı düşleyen obezler gibi…

Eyes Wide Shut filminin mevzusu tamamen budur, çok başka şeyler anlatıyormuş gibi görünür ama filmin tek anlattığı şey “kontrol”dür. (Başyapıtlar mimarı Kubrick’in bana göre başyapıt piramidinin tepesindeki tek taştır bu film, son filmi olması da manidar.) Kahramanımız önce kendine inancını yitirir sonra dünyaya…ve milimetrik bir farkla aids olmaktan yırtarak flaş patlaması kadar bir an için tanrıyı görür. O filmi tekrar izleyip notlar alarak upuzun bir yazı yazasım var kaç zamandır ama...üşengeçlik işte.

“Karanlık. Harcanmak istiyorum. Hiç böyle hissettin mi?” diye mesaj atmıştı birisi bana, mesajla ilgili yazı da yazmıştım buraya…o harcanma isteğinin bahsettiğim ölme isteği olduğunu, eriyerek-karışarak kaybolma isteği olduğunu, aşkın karanlık yüzünün iş başında olduğunu söylememe gerek bile yok artık, o kadar açık.

Şu “tutunamayanlar”ı bedbaht eden melal de tam da budur.
“Düşünme, arzu et sade,
Bak böcekler de öyle yapıyor.”
Böcekliği kabullenemeyecek kadar insan oldukları için anlamdan uzak duramazlar ve her şeyin gerçekliğini-samimiyetini sorgularlar. Peşinde oldukları anlamı yakalama ihtimalleri köpeğin kuyruğunu yakalama ihtimalinden fazla olmadığı için yeniliğe kapalı bir devinim halindedirler.
Anlamdan uzak duramayışları yaşamama isteğinin ifadesi olduğu gibi haz rüşvetini de samimi bulmadıkları için reddederler. Haz bulsalar bile değersizleştirirler. Al sana hayata yaygın depresyon!
Gerçek tutunamayanlar suçludur çünkü bünyelerinde zeka ve samimiyet bir arada bulunur, hayat böyle bir birlikteliği asla affetmez, gerçekten gerçek olma isteği hayat tarafından cezasız bırakılamayacak kadar ağır bir suçtur.

Samimiyet beklentisi her şeyi zehirler, hayata yakın durmak isteyenler riyayla güzel sevişmelidir.
Hakikat ölüme, yalan yaşamaya yakın.

Cemil Meriç’in o anlata anlata bitiremediğim, yere göğe koyamadığım sözü bu yazdıklarımdan sonra artık açıklama gerektirmeyecek kadar açık hale geliyor:
Bana hakikati değil muradını ver. Olmak istediğin gibi görün olduğun gibi değil. Çünkü her yalan bir yaratış.

Diyeceğimi dedim aslında ama bağımlılıklardan bahsetmezsem yazı eksik kalır. Bağımlılık deyince akla uyuşturucu, alkol, kumar geliyor hemen de daha geniş bir yelpazede düşünmek gerek. İnternet, oyunlar, televizyon hatta kitap okumak da bağımlılık türleri arasında yer alabilir.
Bütün bağımlılıklar gerçekle yüzleşme mecburiyetini belirli bir süre için de olsa ortadan kaldıran kaçışlardır, anlam eksikliği kaynaklı acımıza kısa süreli ağrı kesicidir bağımlılıklar. Hepsinin ortak özelliği haz vaat etmesidir. Var olan acıyı hissetmeyi engellemeleri zaten başlı başına bir hazdır ancak her bağımlılık meşrebine göre başka bir haz daha sunar sahibine.
Bir kumarbazın peşinde olduğu haz kazanma odaklı bir adrenalindir, insanların kumar illetine hep bu yüzden düştüğü zannedilir ki yanlış da değildir bu düşünce fakat gözden kaçırılmaması gereken şey adamın kumar masasında iken yaşadığını unutabilme lüksü içinde olduğudur, bu lüks göz ardı edilir hep…halbuki bağımlılıkları bu derece önemli kılan şey o lükstür, heyecan kaynaklı haz bonustur sadece.
Bağımlı kişi belirli bir süre için de olsa gerçeklikle baş etmek zorunda değildir, böyle bir cazibeye karşı koymak da kolay değildir.

Velhasıl-ı kelam…anlam kaygısı yaşamama isteğinin, anlam kaygısızlığı yaşama isteğinin ifadesi. Anlama yürüdükçe aşka düşer, anlamı ittikçe hayatta kalırız. Anlama yürümek acı getirir, anlamı itmek hazzı. Acılı anlamlar ve anlamsız hazlar, işte biz bu ikisinin arasındayız.

“Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu.”

11 Ocak 2017 Çarşamba

SIKILMAK ÇOK SIKICI

Belirsizlik insanda anksiyete yaratır. Böyledir bu, sebebini sorgulamak çok da gerekli değil ama bu rahatsızlığın sebebi insanın belirsizliği varlığına tehdit gibi algılamasıdır herhalde, beka fikrinin marifeti olsa gerek o rahatsızlık.
Hal böyle olunca bilmek ister insan, bütün kapalı kutuları açmak ister…kutuların birinden ebesinin örekesi çıkacak olsa bile!

Dexter izliyorum son zamanlar, 4. sezondayım, sağlam diziymiş!
Duygudan nasipsiz bir seri katil Dexter ama iyi adam çünkü sadece katilleri öldürüyor, kuralları var. İzleyici seviyor bu sebepten Dexter’ı, karakterle bütünleşiyor, alamadığımız intikamları bir güzel alıyor Dexter bizim için kötülerden, içimiz soğuyor.
Bir de ailesi var arkadaşın, ikisi üvey üç çocuk ve sürekli gereklilik kipli cümleler kuran, kamu spotu gibi sıkıcı bir eş. Dexter gibi parıltılı bir zekanın bu sıradan-sıkıcı hatuna tahammül göstermesi şahsen beni acayip rahatsız ediyor ama yapacak bişi yok, kamuflaj lazım Dexter’a.
İşte bu vasıfsız hatun Dexter’ın bir yalanını yakalıyor ve meseleyi büyütüyor da büyütüyor, evlilik terapistlerine gidiliyor falan. Halbuki Dexter karısının çok daha büyük bir yalanını yakalamış olduğu halde o yalanı yakaladığından bahsetmiyor bile karısına, kendine saklıyor. Kadının 3. kocasıymış Dexter meğer ama 2. olduğunu söylemiş kadın, adamımız küçük bir araştırmayla işi çözüyor ama susuyor.

Susmasının sebebi kadını önemsemeyişidir. Kadının yakaladığı yalanı büyütmesinin sebebi de aile dediği o şeyi, Dexter’ı acayip önemsemesidir.

Yani kapalı kutuları kapalı halde bırakabiliyorsun eğer önemsemezsen…ve tanışmak zorunda kalmıyorsun ebenin örekesiyle!  Belirsizlik varlığa bir tehdit evet ama belirliye çevirme çabasının kendisi ayrı, belirli olduktan sonra öğrenilenler ayrı tehdit varlığa. Her bok varlığa tehdit yani!

Aynı dizide vecize gibi de bir replik geçti. Kadın arkadaş kalmak istiyor ama adamın fena halde hisleri var kadına,  yerinde duramıyor (Dexter değil bu adam, başka biri, polis) ve kadına şöyle diyor:
Hep seninle olmak istiyorum ve bunu sağlamanın yolu arkadaşlıksa… tamam arkadaş olalım.
Hiç öyle değilmiş görünen ama gayet üst düzey zarafet-lirizm ihtiva eden bir cümle bu.

Şimdi birinin ötekine karşı böyle üst düzey hisleri mevcut ise o kişiye karşı toleransı yüksek olur evet... ama tam da aynı sebepten toleranssızlığı da yüksek olur. O kişinin yanından ayrılmamak için harcayacağı çaba yüksek olur ama o kişideki küçük bir pot da aşırı önem arz eder his sahibi kişide.
Belirsizlik-belirlilik denklemini kuran temel unsur ne kadar önem atfedildiğidir, her şey “önem”le başlar…anlamla da devam eder!
His-önem-anlam, sıralama böyle, denklem böyle kuruluyor.

“Anlama kafayı taktıysan anlamsızlıkla dost olmalısın.” diye yazmıştım vakt-i zamanında bir melankomik not olarak bu bloga.

Denklemin bu boktan yapısının en yaygın tezahürü aşk evliliklerinin kısa sürede kabusa dönüşmesi ve/veya nihayete ermesidir. Az önemli kişilerle kurulmuş az beklentili ilişkilerinse ömrü çok uzun olabiliyor.
Tam burada şartlara ve kişilik rengine göre şekillenen bir tercih söz konusudur:
Yanındayken sıkıldığın ama zararsız biriyle bir cesedi sürükler gibi yaşayacağın uzun süreli bir ilişki mi yoksa böyle dolu dolu 10 numara coşkulu ama kısa sürme tehlikesi arz eden bir ilişki mi?

Ben Dexter’ın yerinde olsaydım 2 günden daha fazla tahammül göstermezdim o kadına, yemişim kamuflajı…çünkü sıkılmak çok sıkıcı!

10 Ocak 2017 Salı

SENİ MELEK YAPANIN KANATLAR OLMADIĞINI ANLARSIN

"Lili;

Şu sahte yaşamından sıyrıl, 
Ne olursun, bırak tüm alışkanlıklarını. 
Göreceksin; yaşanıyor ihtiyaç olmadan yardıma. 
Pek çoğu var öğreneceğin, dahası... 

İleriye atacağın her adımda, 
Karşına çıkacak her sorunda, 
Ben olacağım yanında. 
Ortasından geçeceğin her sokakta, 
Evvelinde bulunmadığın mekanlarda, 
Ben olacağım yanında. 

Lili... 

Biliyorsun bizim gibiler için bir yer var hala, 
Her damarda dolanır aynı kandan. 
Seni melek yapanın kanatlar olmadığını anlarsın! 
Tek yapacağın çıkarmak kötülükleri aklından. 


Lili... 

Bir busedeki göz açıp kapamada bulacağız cevabı. 
İt tüm korkularını gölgelerin derinlerine. 
Benzeme sakın renksiz bir hayalete, 
Çünkü hayatın en güzel resmi senin içinde."


Bu gece tekrar izledim, 3. oldu sanırım.
"Je vais bien, ne t'en fais pas" diye bir film, ingilizcesi "Don't worry i'm fine", şu:

Bütün filmi gözünüzün ucunda bir damla yaş ile izleyip filmin sonunda rostoyu yaktığı için ağlayan kadın ağladı diye indiriyorsunuz o yaşı. Son derece basit fakat çok yakıcı bir hikaye. Lili'nin yüz ifadeleri de hikayeye katmanlar ekliyor, oradan takip etmek gerek filmi. Birlikte izlediğim arkadaşım da fena dağıldı, ilk izleyişiydi garibin. Söylesem çok şey söylerim ama adetim hilafına davranıp bu sefer söylemeyeceğim, film reklamı gibi olsun bu yazı. Melanie Laurent'e hayranlık dolu saygılarımı sunmasam olmaz yalnız!

Bu da şarkısı. Yönetmen bu film için Aaron'dan bir parça istemiş, Aaron'un yolladığı bu parçayı o kadar beğenmiş ki baş karakterin adını değiştirip "Lili" yapmış. Çok da iyi yapmış.

7 Ocak 2017 Cumartesi

Bİ ÇEŞİT ŞİTAİYE

Bir türlü yağamayan kar nihayet yağdı, hem de olan bütün hıncını çıkartırcasına, böyle kelimenin anlamına hakkını vererek yağdı.
Acayiptir kar, kadere doğrudan etkisi vardır.
Dogvil'de (hayatımın filmi, tek geçerim!) filmin sonlarına doğru "gerçek" diye yağar o lanet kasabanın üzerine, fakat Grace'in çekelemek zorunda kaldığı özgürlük düşmanı bir demir tarafından pürüzsüz temizliğinin lekelenmesi uzun sürmez, gerçeğin yerinde gözü olan yalan, gerçeği böğründen bıçaklar. (Hep böyle olur bu.)
"Bir hakikat kalmasın alemde Allah'ım nihan!"
Kadere etkisi doğrudandır çünkü planları revize etmeye zorlamak doğası gereğidir. Gitmek isteyenler gidemez, kalmak istemeyenler kalır...yahut gitmek isteyenler başka yere gider, kalmak isteyenler başka yerde kalır. Bahane arayana bahane verir, bahane sevmez hevesleri öldürür, yeni hevesler türetir falan işte, bütün kaderi kafasına göre yeniden yazmak en öz tabiatıdır, çok kıskanç bir diktatördür, kendinden başka dikte edicilere tahammülü yoktur...kış lastiğiniz olsa bile!
Parmaklık gibidir, suçluları toplumdan tecrit etmeye de yarar, bebeklerin yataktan düşmelerini önlemeye de, neresinden tutsan çok güzel bir güzelliktir.
Dün gece evde değildim (gelemedim) ve eve az önce sığındım, pazartesi sabahına kadar çıkmaya da hiç niyetim yok. Tavuk aldım, pilav yapacağım ve salebim var.

Kar diyorum...keşke gerçekten gerçek olsa.

Öne Çıkan Yayın

ÇOK GÜZELSİN GİTME DUR NOKTASI

Şahsi tarihimizin tekerrür ede ede gözümüze sokmaya çalıştığı toplamda sadece tek bir şey vardır belki de: O aslında öyle değil. Taz...