Küçükken bana şurup içirmek evde ciddi bir operasyon gerektiriyordu. Muhtemelen travmatik olduğu için oldukça küçük yaşlardayken olan bu rezil operasyonlara ait anılar hafızamda hala oldukça canlı. Birden fazla kişi tarafından el-ayak vs. her tarafımdan tutulup kıpırdayamaz hale getirildikten sonra birisi ağzımı açmam için burnumu sıkıyordu. Ağzımı açtıktan sonra da önceden hazırlanmış içi şurup dolu kaşık ağzıma boşaltılıyor ve geri tükürmeyeyim diye alt çenemden bastırılıp ağzım kapatılıyordu ve bu şekilde beş dakika kadar bekleniyordu. Bekleniyordu çünkü ağzımda tuttuğum şurubu serbest bıraktıklarında dışarı püskürtmek için ağzımda bekletiyordum. Bu bekleme esnasında boş durulmuyor operasyon ekibindeki yetişkinler hep bir ağızdan aynı emri veriyordu : yut. Yutmuyordum, emre itaatsizlik yapıyordum. Berbat tatlı berbat kokulu şurubu beş dakika ağzında bekletince berbatlık katlanırdı…O rezil kokudan başka bir şey hissedemezsin kıpırdayamadığın o beş dakika boyunca, halbuki yutsan çilen belki daha yoğun ama çok daha kısa süreli olacak…Kaç dakika sonra bırakırlarsa o kadar dakika bekletip bıraktıklarında püskürtürdüm, istemsiz olarak yuttuklarım tedavi ederdi sadece beni. Her seferinde geliştirdikleri yeni bir yönteme o anda geliştirdiğim yeni yöntemle karşılık verirdim ve bir şişe şurubun en fazla % 20’si tedavi maksatlı olurdu, kalanı üzerine püskürttüklerimin elbiselerinde leke olurdu.
Süper bir paradokstur bu : yutup kısa süreli ama yoğun bir acı mı çeksem yoksa ağzımda bekletip seyreltilmiş daha uzun süreli bir acı mı? Yoğunlukla zamanı çarptığında çıkan sonuç toplam acı miktarıdır, toplam acı hangi durumda minimaldir kestiremiyordum zira okul öncesi dönemlerdi, dört işlemden haberim yoktu, ne “minimal” ne de “optimal” kelimesi benim için bir anlam ifade ediyordu, aklıma gelen ilk şeyi yapıyordum, püskürtüyordum…
Zaman geçti, diferansiyel denklem çözümüne kadar matematik öğrettiler bana, içler dışlar çarpımlarını kusursuz yapabilir oldum, “optimal” kelimesini cümle içinde kullanmalarım oldu, “minimal” falan dedim, daha başka bir çok şeyler söyledim, söylediklerimden fazlası da bana söylendi…Ama o paradoksun çözümü öğretilmedi…Kendi kendime öğrenecek kadar da akıllı değildim.
Geçtiğimiz birkaç ay içinde o meşhur “yut” emri tepemdeki yetişkin ekibinden değil de çok daha yukarılardan geldi. Sıraya girmiş haksızlıklar sıralı-sırasız patlarken Allah bana sanırım şöyle buyurdu: yut kulum.
Adetim olduğu üzere emre itaat etmedim, adetim olduğu üzere dakikalarca ağzımda döndürüp durduğum iğrenç şurup gibi iğrenç düşünceleri aylarca beynimde döndürdüm ve adetim olduğu üzere aklıma ilk geleni yaptım, püskürttüm. Acı ve iğrenç kokulu şurup yerine acı kelimeler püskürttüm bu sefer. Uğradığım iftiralar da, yapılan haksızlıklar da şuruptan daha iğrençti… Püskürttüğüm kelimeler de daha iğrençti püskürttüğüm şuruptan, yani değişen şeyler vardı …Ama ne “yut” emri değişmişti bunca yıl sonra ne de ben, öğrenemediğim şeyleri öğrenememiştim.
Çocukken o iğrenç tatlı-kokulu şurubun neden icat edildiğini bir türlü anlayamazken yıllar sonra o şuruptan çok daha iğrenç haksızlıkların, riyakarlıkların, sahtekarlıkların nasıl yapılabildiğine ermiyor aklım…Saatim ilerlemiş ben durmuşum, geri kalmışım sanırım.
Bazen hiçbir şey yapmamak yapmaktan çok daha makbul, susmak da konuşmaktan makbul oluyor…Kabullenmekse debelenmekten daha büyük bir erdem oluyor işte bazen. Bazen de değil hatta çok zaman bu böyle. “Hamdım, piştim, yandım.” dedikleri bu işte, müşkülpesentlikten kalenderliğe oradan da rindliğe geçiş böyle oluyor demek ki…Bir türkü var "derde derman arar idim, derdim bana derman imiş" diye başlar..Benzetme sistemi yanlış anlamaya müsait, derdin kendisi derman değil, oluşturduğu reaksiyonların neticesi olgunlaşmaya sebep oluyor sadece...Eğer olgunlaşırsan tabi:) Haksızlıklar da şurup değil, şurubun kötü kokusu ve tadı sadece...
Çok güzel bir Musevi duası var, diyorlar ki : Allah’ım değiştirmem gereken şeyleri tespit edebilmem için bana akıl ver, değiştirmem gereken şeyleri değiştirebilmem için bana güç ver, değiştirmek isteyip de değiştiremediğim şeylere katlanabilmek için de bana sabır ver.
Bu sabırsız kuluna sabır ver Allah’ım.
Not: Bu yazıda anlatılanlar gönül meseleleriyle ilgisizdir. Öyle olsaydı "haksızlık" falan demezdim zaten.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Öne Çıkan Yayın
ÇOK GÜZELSİN GİTME DUR NOKTASI
Şahsi tarihimizin tekerrür ede ede gözümüze sokmaya çalıştığı toplamda sadece tek bir şey vardır belki de: O aslında öyle değil. Taz...
-
Made by Yiğit Özgür çok komik bir karikatür, güldüm ben de zaten. İyi. Yalnız delinin deliliğinde sorun var, ciddi sorulara rah...
-
sen istinye'de bekle ben buradayım içimde köpek gibi havlayan yalnızlığım belki gelmem gelemem 5 dakika bekle git çünkü ben bu...
-
5-6 yıl evvelisi... O sıralar sıkça görüştüğüm biriyle konuşurken içinde “hissikablelvuku” geçen bir cümle kurmuştum. Gülerek “o ne be?...
çok güzel bir yazıymış.
YanıtlaSilteşekkür çok:)
YanıtlaSilama yazmamış olmayı tercih ederdim.