Yalnızlığı yekpare ve parçalı diye ikiye ayırmışım. Hangisinden ne anlıyorum?
Yalnızlık bana göre yanında kimse olmaması değil olması istenen kişilerin olmaması ve bu hesapla “hasret” kelimesiyle neredeyse eş anlamlı. Hatta bazen istenmeyen kalabalıklar, yanında olması istenen kişi/kişilerin yokluğunu abartır, belli eder, tahrik eder, “bu kadar kişi var ama hiç biri o/onlar değil” cümlesi sahne alır. Çığlık formunda bir adalet talebi gibi bu cümle.
Hasretin en temel formu parçanın bütüne hasretidir. Parçanın en temel özniteliği de bütüne duyduğu hasrettir. Sıladan kopup gurbete düşmüş olanın hasret çekmesiyle çocukluğa duyulan özlem aynı kandan gibi geliyor bana.
Sıladan kopmuş olanın bütünden ayrı düşmüş parça olduğunu anlamak kolayken çocukluğa duyulan özlemi bu şekilde değerlendirmek ilk akla gelen olmayabilir.
Çocuğun ilk gördüğü hep asıldır, orijinaldir. O orijinallerin toplamı dünyanın bizzat kendisidir, ne eksik ne fazladır, dünya odur, o kadardır. “Oğul” şiirinde Ahmet Erhan’ın “bir zamanlar dünya zannettiğim bahçeyi ayrık otları, dikenler bürümüş” demesi anlattığım şeyin somutlaşmış ifadesi gibi. O şiirde anlatılan şey de tamamen bu zaten bana göre.
Çocukken hafızaya aldığımız ilk izlenimlerin hepsi tek tek orijinal ve asıldır. Bir şeyin tek bir hali vardır ve biz o hali biliyoruzdur, o şey odur o kadardır. Ancak yaş ilerledikçe, ikinci, üçüncü, bininci yeni izlenimler ortaya çıktıkça çocukken bizi saran kesinlik-belirlilik yerini belirsizliğe bırakır. Tek olduğu için direk belirleme gücüne sahip olan izlenimler yavaş yavaş azalır ve izlenimlerin ortalamasını almak zorunda bırakılırız. Her ortalama alış da bir fikir değişikliğidir, bir yanılgı kabulüdür ki insanlar fikirlerinin değişmesinden hoşlanmaz, belirsizlikten rahatsız olurlar. Bir çok izlenim de tek olarak kalır ama, bazı şeyler değişmez.
İnsanın çocukluğunu özlemesi tıpkı memleketini özlemesi gibi her şeyin ilk haline duyduğu özlemdir. 3 yaşında iken ağaç tanımımız bahçedeki elma ağacı iken sonradan o elma ağacının bir çok ağaçtan sadece biri olduğunu kabul etmek zorunda kalmak ya da 3 yaşındayken evimizdeki baskın olan bir kokudan dolayı kafamızda “ev kokusu” diye bir tarif oluşmuşken sonradan evlerin farklı kokabildiğini hatta daha kötüsü hiç kokmayabildiğini fark etmek acı verici deneyimlerdir. Bilirken bilmez oluruz, eminken şüpheye düşeriz ve anne kucağı kadar güvenli -bilinir dünya giderek güvensiz -bilinmez bir hal alır. Sürekli olarak dünyayı tarif eder dururuz kafamızda ve yaş ilerledikçe tarif ettiğimiz dünya giderek daha büyük, daha bilinmez ve daha güvensiz olur. Kaybolmuş gibi hissetmemek için sebebimiz yoktur, öyle hissederiz biz de.
Tariflerimiz sadece objeler, renkler, formlar, kokular için değil kendimiz için de geçerlidir. Kendimizi çocukluğumuzun o belirli ve orijinal öğelerinden biri gibi hissederken daha büyük olduğunu acıyla fark ettiğimiz dünyanın içinde daha belirsiz daha sahte hissederiz giderek.
Bütünleşmeyi “bir olmak, tamam olmak” şeklinde değil, parçanın koptuğu bütüne kavuşması, tekrar birleşmesi olarak algılıyorum.
Bütünden kopmuş parçalar olarak yayıldığımız dünyada derinlerde bir yerde asıl bütünü ararken pratikte o bütünün yerini alabilecek türden bütünler peşinde (daha doğrusu birleştiğimizde bütün oluşturabileceğimiz başka parçalar peşinde) koşarız ancak her şeyin temelinde, kökünde hep o asıl bütüne hasret vardır.
Yekpare yalnızlıktan kastım kavuşulması imkansız o asıl bütünü özlemektir. Kavuşulması imkansızdır çünkü çocukluğunuzun kokusunu, ağacını, evini bulsanız bile öğrendikleriniz onları 3 yaşındayken algıladığınız gibi algılamanıza engel olur. O algılar çocukluğunuzla beraber sizi terk etmiştir. Bütün olmanın ne demek olduğunu bilirsiniz ama yapabileceğiniz tek şey o bütünlüğü, o asıllığı özlemektir. “Yalnızlık ömür boyu” diye bir şarkının olması tesadüf değil belki de. Bütün olmak adına yapabileceğiniz en işe yarar faaliyet çocukluğunuzdaki gibi hissetmeye, hatırlamaya çalışmaktır. Çocukluğumuzla bağlantıya geçtiğimizde (geçebilirsek, öğrendiklerimiz buna mani olmazsa…ki tam olarak connect olmak elbette sözkonusu bile değil) hissettiğimiz şey tam olarak kendinizdir. Kendimizi bozulmamış, kopmamış, eksilmemiş, tastamam, orijinal olarak algılarız. Bu hissi tam olarak yakalama isteğimize, özlemimize yekpare yalnızlık diyorum. Kendimize olan hasretimizden başka bir şey değil yekpare yalnızlık.
Parçalı yalnızlık ise kaybettiğimiz bütünün yerine koymak istediğimiz bütünlere olan hasret. Ayrı düşülen sevgilinin yanında olma isteği gibi. Yanımızda olmasını istediğimiz kişi/kişiler yeni bir bütünlüğün parçası gibi hissetmemize yarıyor sadece.
Yekpare yalnızlıkta kişi kendisiyle olmaya, kendi olmaya, varlığını hissetmeye çabalar ve yanında hiç kimseyi istemez… Parçalı yalnızlıkta ise istediği kişilerin yanında olmasını ister. Bu şekilde bakarak ikisini çok kolay ayırt edebiliriz.
İtiraz şerhi düşemedim ama ikinci kez okumam lazım,malum hastalık iyice yavaşlatıyor :)
YanıtlaSil"şimdi düşemedim ama ikincide kesin düşerim allah'ın izniyle." :)
YanıtlaSilne demişler, cehdin elinden cennet kurtarmaz:) kolay gele.
ve onca "geçmiş olsun" boşa gitmiş sanırım, geçmemiş hala:( bu sefer işe yaraması ümidiyle tekrar geçmiş olsun.
İkinci olmazsa üçüncü evvelAllah:)
YanıtlaSil