9 Mart 2016 Çarşamba

PUTLAŞTIRMA


Fotoğraflar 8 Mart kadınlar günü münasebeti ile Facebook'ta paylaşılmış, oradan aldım. Kızlar taş atarak direniyor ve güzeller, olay bu... "orantısız zeka" markalı mizah ilavesiyle mesaj net şekilde verilmiş.
Direnişin muhatabı kim, dertleri ne? Attıkları taşlardan yaralanan, ölen var mı? Direnişlerinde haklılar mı? Bu bilgiler yok. Fotoğraflar eski, zaten bu bilgileri merak eden de yok. Direnen herkes güzeldir, inanış bundan ibaret.
Adı-sebebi belli bir direnişi yüceltmekle, direniş kavramını yüceltmek arasında korkunç bir fark vardır. Asi ile kahraman arasındaki fark da tam bu korkunçluktadır. Yığınların kafasında bu farklılığı yokmuş gibi göstermekse mümkündür, şartlı refleks bu işi halledebilir.
Şartlı refleks hayvanları eğitmekte idealdir, insan üzerinde de hayatı kolaylaştırıcı etkileri vardır... ancak şartlı refleksi (mecazi olarak tabi ki) insanı eğitmekte kullanmak insanlığı aşağılamaktır. İnsanlıksa aşağılanmaya alışıktır.

İnsan aklı çocukların katledilmesini alkışlatacak kadar yöneltilebilir bir şeydir. İnanmıyorsanız Dogville filmini izleyin ve filmin sonunda çocuklar kurşuna dizilirken rahatsızlık mı duyduğunuzu yoksa içinizin mi rahatladığını kendinize sorun. İzleyici çocukların katlini alkışlıyor içinden…bunu izleyiciye istetecek kadar kaliteli bir şerefsizdir Lars Von Trier, adamımdır, süperdir!

" İnsanın eski huyu,  kendine hep bir put yapar. Oldum bittim böyle bu, kendi yapar, kendi tapar!"
Keşan'lı Ali Destanı'ndan bu yazdığım. Evet, oldum bittim böyledir bu, insanın en temel eğilimlerindendir, kendine bir put yapar ve tapar.  Mecazi şartlı refleks dediğimse bu put imalini mümkün kılan şeydir. Ama hepsinden önce üzerinde düşünülmesi gereken bu tapılacak puta neden gereksinim duyulduğudur. Burası beni aşar, kurbanın kendini katille özdeşleştirmesinden girerek detaylı psikolojik değerlendirmeler-sebeplendirmeler  yapmak lazım ama ben yapamam, dediğim gibi, beni aşar. İşin bu kısmı kendimizi dünyaya tarif ve takdimimizle ilgilidir. Bilen biri otursa da saatlerce tane tane anlatsa bana, gözümü kırpmadan dinlerim.

İslam her türlü aşırılığa karşıdır, putlaştırmaya düşmandır. Ketageorisel olarak batı dinidir fakat kafa yapısı olarak doğu dinlerine çok daha yakındır. Hayatı boyunca hiç el öptürmemiş, bir meclise girdiğinde sahabenin ayağa kalkmasını yasaklamış bir peygamberi vardır ki bu tavrını “hristiyanların Hz. İsa’ya yaptığını siz de bana yapmayın, beni putlaştırmayın.” şeklinde açıklamıştır bu peygamber. İslam’ın canlılığa  hürmeti-sevgisi (biyofilya) çok yüksektir. Dikkat edilsin, sadece canlıya değil canlılığa da hürmeti yüksektir. Sıradan olanı ulular, tevazuya-basitliğe bayılır, putlardan-putlaştırmaktan nefret eder. Putlaştırmanın öteki adı da mutlaklaştırmaktır, siyah-beyaz kafasıdır bu, ya hep ya hiç kafası. Hristiyanlık bayılır buna. Hristiyanlık’ın tıpkı Musevilik gibi putlaşmaya hürmeti-sevgisi (nekrofilya) büyüktür. Din adamlarının evlenmesini, boşanmayı yasaklayabilir, net ayrımlar koyabilir. Ruhban sınıfının varlığı, teslis inancı bu putlaştırmanın en net ifadelerindendir.

Bu arada parantezler yanlış anlaşılabilir, “nekrofilya” putlaştırmayı sevmek demek değil, ölü sevicilik demektir. Neden bu kelimeyi kullandım peki? Bağlantısı var çünkü ölü sevicilikle putlaştırmanın, anlatması uzun şimdi.

Muhafazakar ile Müslüman aynı manaya geliyormuş gibi algılanıyor ama hiç de öyle değildir. Muhafazakar işine gelmediğinde İslam’ı öyle bir güzel reddeder de kendi uyduruk kurallarını işleme koyar ki…şaşarsın! Bekaret ve namus algısı bu dediğime güzel örnektir, başka pek çok örnekler de var. İslam putlaştırmayı çok net reddederken, biyofil doğası insanı kucaklamaya yönelik iken… muhafazakarlığın putlaştırmaya açık ve insanı kolayca yargılayan-kınayan doğası aralarındaki büyük farkın kaynağıdır. Muhafazakarın muhafaza ettiği İslam değil statükodur daha çok. Muhafazakarlığın putlaştırma alışkanlığını da  Hristiyanlık’tan aldığını düşünüyorum. Tuhaf gibi görünebilir ama böyle…

Şu canlı bombalar var ya…hani inançları için kendileriyle beraber bir dünya sivil masumu öldüren “idealist” insanlar…”Harici” deniyor beslendikleri düşünce tarzına. Bu düşünce tarzı İslam’a aşırı uzak, Hristiyanlık’a gayet yakın bir düşünce tarzıdır.

Günümüzün beynelmilel kabul görmüş bir kültürü var: pop kültür. Doğası oldukça Hristiyan bir kültürdür. Putlaştırmaya da bayılır. Her türden pop yıldızı, rock yıldızı, oyuncu vesaireye hayranlarının bakışına dikkat ederseniz bunu kolayca süzersiniz. Oscar törenine bakmanız bile yeterlidir aslında. Sadece Oscar değil pek çok törenin doğasında bu putlaştırmayı görmek çok kolay. Sonra eşyalar…lüks arabalar, plazalar, giyim kuşamlar…nereye bu gözle baksanız putlaştırmayı görebilirsiniz. Pop kültür tevazuyu sevmez. Sebebi var ama bu sebep tek başına bir yazı konusu.

Eşyalar dedim de…tuhaf bir örnek vereceğim. Kitap bir eşya mıdır? Bir bakıma evet bir bakıma değil. Cemil Meriç 38 yaşında kör olmuş çok okumaktan. Bir kitap alabilmek için 24 saat aç kalmışlığı varmış. Cemil Meriç için kitap tabi ki bir eşya değildir…irfana dair bir ışık parçasıdır. Aklının-merakının hararetini geçici de olsa alacak bir bardak sudur Cemil Meriç için kitap. Amaçsa nettir: irfan. Peki kont, paşa türünden zengin-itibarlı adamların kocaman gösterişli kütüphanelerine dizilmiş cilt cilt kitaplar…hiç okunmamış kitaplar…eşya mıdır? Tabi ki de eşyadır.
Kitabın okumanın önüne geçmesi gibi okumanın da irfanın önüne geçmesi putlaştırmaya doğru atılmış bir adımdır. Bunun önüne geçmek için kitabın irfan ile ilişkisi hiç gözden kaybedilmeden ilişki kurulmalıdır kitapla, aksi türlü kitabın eşyaya dönüşmesi mukadderdir. İrfanı gözden kaçırarak okursanız bu sefer de bilgi putlaşır. Buna da dikkat etmek gerek.
Bu örneği verme sebebim kitabın bile putlaşabileceğini göstermekti. Putlaşmadan uzak durabilmenin reçetesi amacı hiç gözden kaybetmemekte, neyi neden yaptığın sorusunu zihninde sürekli diri tutabilmekte.

Konuyu biraz daha yere yakınlaştırasım var. Putlaştırma, mutlaklaştırma ile başlıyor, mutlaklaştırmanın yöntemi de aşırı hayranlık-nefret besleme. Burada çalışan şey: sembolleştirme.  Her şey masum bir hayranlıkla başlıyor yani. Hayran olmak tabi ki hastalıklı bir hal değil ama anahtar kelime: aşırılık. Bir şeye hayranlığınızda aşırılık varsa ve bu hayranlık giderek sebepsizleşiyorsa…anlayın ki bir şeyleri putlaştırıyorsunuz. Putlaşan şey bir insan, fikir, ideoloji, eşya olabilir. Hatta bir futbol takımı bile olabiliyor. “Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ın adını zikretmekten alıkoymasın.” ayetinin hedefi putlaştırmadır. Bir şeyi çok sevmekle başlıyor hastalık ve bu sevmenin öz sebebi de gözümüze hoş görünmesi o şeyin, gönlümüze hoş gelmesi. Putlaşma bir illüzyonun tezahürüdür. Yani görüp sevdiğiniz bir şey giderek içinizde büyüyorsa ve o şeyi neden bu kadar sevdiğinizi açıklamanız giderek zorlaşıyorsa yani sevgi sebepsizleşiyorsa…bi durup “nooluyo lan?” demenin vaktidir, bir körükörüneliğin içindesinizdir, o şeyi en başından bir tekrar değerlendirme ihtiyacı hasıl olmuştur sizin için.

Haa, ihtiyaç hasıl olur da o en başından değerlendirme işi yapılır mı? Yapılmaz. Çünkü putlaştırmak gönle hoş gelir. Dedik ya " İnsanın eski huyu,  kendine hep bir put yapar. Oldum bittim böyle bu, kendi yapar, kendi tapar!"
Putlarından arınmak korku verir insana çünkü arada kendisinin de kaybolacağından korkar. Putlarımızı bizi biz yapan şeylerden sanmalarımızdır putları en çok koruyan…putlarımız olmadan eksik kalacağımızı zannederiz, parçamız zannederiz…onlar olmadan da kendimiz olabiliriz halbuki…ama zor iştir!

Bu arada… uyuşturucu kullanmaktan sosyal medya kullanmaya, ev taksidi ödemekten bilgisayar oyunlarına…ve daha pek örneğe kadar…modern hayat bağımlılığa ne kadar da yatkın. Bağımlılığın hayatımız üzerindeki somut ve mecazi tezahürlerini düşünmekte çok fayda var.


Yazdıklarımı baştan bi okudum da…bir bebeğin yeni çıkmış dişleriyle kocaman bir elmayı dişlemesi gibi dişlemişim konuyu. “Kitap yazsan olur” türünden böyle bir konuyu bir yazıya sığıştırmak tamam kolay değil ama anlatım bu kadar dağınık olmayabilirdi. Olsun bakalım, bu da böyle olsun. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

ÇOK GÜZELSİN GİTME DUR NOKTASI

Şahsi tarihimizin tekerrür ede ede gözümüze sokmaya çalıştığı toplamda sadece tek bir şey vardır belki de: O aslında öyle değil. Taz...