11 Mart 2016 Cuma

HAYAT:5 İKİRCİKSPOR:1

“Central station” diye bir film vardır. (http://www.imdb.com/title/tt0140888/?ref_=fn_al_tt_1) Filmdeki postane memuru kadın, müşterilerin kendisine yollasın diye verdiği mektupları kendince bir elemeden geçirip yollar yahut yollamaz. Tipini beğenmediklerini eve götürüp bir çekmeceye atar. Bazen çekmeceyi açıp elden geçirir veto ettiği mektupları, bazılarını yollar, bazılarını yine yollamaz, çekmeceye geri atar. Bu durumdan haberdar olan kadının bir ahbabı bu çekmeceye  “dünyanın en büyük arafı” diye isim takar.
Bir çeşit kadere illegal bir müdaheledir kadının yaptığı, tanrıyı oynamaktır falan…ama konumuz bu değil. Empati istikametim kadına değil mektuplara.

“Gitsin hedefe saplansın” diye yayda gerili iken son anda bir karar değişikliğiyle fırlatılmaktan vazgeçilip fırlatıcısının ayakları dibine düşen ok yahut white balance’ı bozuk bir fotoğraf…birinin konuştuğunu belli edecek kadar az ama konuşanın ne dediğini belirsizleştirecek kadar çok cızırtılı radyo yayını…boşa akan temiz su…hepsinde aynı gönderilmemiş mektup olmamışlığı vardır, “tam olmak üzere iken nedense olamamış”lık hüznü de hepsinin ortak sahip olduğudur.

Libido, cinsel güç olarak bilinir ki öyledir de ama aynı zamanda yaşama arzusu manasına da gelir. Seksle hayatın netameli benzerliklerine paralel bir çift anlamlılıktır bu. Libidosu yüksek olanın libidosu da yüksektir ayrıca, boşa bir çift anlamlılık değildir yani, hayatın kendini selektif olarak dayatmasının bir tezahürüdür bu çift anlamlılık.  Yalnız şöyle bir ilginç bilgi de var; ortalama insanlar ortalama bir libidoya sahipken, korteks tabakası ekstra gelişmiş zeki-entelektüel insanların ve bunun tam tersi fikirsiz malların libidosu yüksek oluyormuş. Hayatın çok ilginç bir tercihi söz konusu burada…hayat; dünyayı değiştirsin diye zeki-entelektüel insanlara ekstra bir yaşama-üreme iştahı bahşederken aynı iştahı dünyayı döndürsünler diye fikirsiz mallara da bahşediyor. Ya ortalama insancıklar? Onlar fazla yaşamasa-üremese de olur sanki :)
Libidoyla ilgili yazdıklarımı bire bir almak doğru olmaz,  bilerek biraz manipüle ettim meseleyi…ama böyle bişi de var yani, atmadım. (Bu arada entelektüellerle malumatfüruşlar karıştırılmasın lütfen, ben “entelektüel”i “malumatfüruş” manasında değil gerçek manasında kullanıyorum. Bu kelimenin doğru olarak algılanmasıyla ilgili yaygın bir sıkıntı var.)

Libidodan bahsetme ihtiyacı hissetmemin sebebi, gönderilmiş mektup hissinin en çok entelektüellerle mallarda olmasındandır, libidosu yükseklerde yani. Bu tezi yaşantısıyla pek çok deha çürütüyormuş gibi görünebilir ancak mektubun gönderilmişliğini sadece somut neticelerde değil kafa içlerinde de aramak lazımdır. Pek çok deha mektuplarını kafasının içinde kendi kendine postalamıştır (iç yazışma), bu mektupların da pek çoğu kaybolmuştur ama neticede yollanmıştır. Kaybolmayıp ileriki yıllarda kıymeti anlaşılan mektuplar olduğu gibi zamanında değerini bulan mektuplar da vardır. Fakat burada aslolan mektup değil gönderilmişlik hissidir, başından beri bahsettiğim şey bu histir.

Bu hesapla orta zekalılar “ne tarafa doğru yaşasam?” ikirciğiyle gönderilmemişliği en çok hissedenlerdir. Eh, hatırı sayılmaz bir iddia olmaz bu çünkü en çok arada kalanlar bu orta zekalılardır. Mütevazı ideallerini kolayca birkaç kıçı kırık toplumsal norma feda edebilirler, kolay engellenirler.
Dahinin yürüdüğü yol yanlış bile olsa ilk defa yürünen olduğu için gördüğü her şey keşif değeri taşır ve bunun farkında olan dahi yürümek konusunda tereddüt göstermez, sıradan insanların önlerine koyduğu engelleri (toplumsal normlar falan) ciddiye almaz, yürümeye devam eder. Hayatla mukavelesi böyledir çünkü, üzerine borç gibidir yürümek.
Mal beyinler de hazza yürümekte tereddüt göstermez, hazla arasına konan engelleri ciddiye almaz. İlkesizdirler. Sahip oldukları antisosyal donanımlar en büyük yardımcılarıdır. Hayat onlar için kaçabilenler ve kaçamayanlardan ibarettir.

Netice itibariyle en çok ziyanlık orta kesimdedir. “Ah”lar, “keşke”ler en çok onların kullandığıdır.
Mevzunun özüne daha yeni geldim, anahtar kelimemiz: ziyanlık.

Neyin ziyan neyin değil olduğu, üzerinde kolayca mutabakata varılabilecek bir konu olmadığı için ziyanlığı da bir his gibi algılamak doğru olur, tamamen öznel bir his, kişinin hissettiğinden ibaret bir şeydir ziyanlık.  İnsana “elli yıldır beklediğim ekini, harmana dökmeden yaktım gidirem” diye türkü yaktıran his budur. (Türkünün sözleri:http://turkulerdiyari.blogspot.com.tr/2008/02/gidirem-trk-szleri.html) Tam burada Kelebek Teorisi’ni hatırlama mecburiyeti de var elbette, ziyanlık olarak işlem gören şey sonrasında büyük bir kazanımın sebebi de olabilir ama konsantrasyonum nihai neticelere yönelik değil, sadece hisse odaklıyım. Bünyede yanlış olarak barınıyor olsa bile sahibinin ziyanlık diye içinde beslediği histir anlatıp durduğum…ve maziyi bu kafayla elden geçirirsek canımıza batmış dikenlerin hep bu ziyanlık hissinden beslendiğini görürüz. 

Karma'dan da bahsetmek lazım belki ama...hiç uğraşamam valla!

Geçmişin acısı ve/veya gelecek kaygısı “şimdi”yi kirletir…türünden laf ebeliklerine girmeyeceğim, kişisel gelişimciler etsinler böyle lafları ki bu düstur bence de doğrudur :) Ama benim derdim başka, ben adını koymak istedim sadece, bi çeşit farkındalık şeysi işte.
Asıl sahip olmak istenilenleri düşünerek “neyden ne için vazgeçtim?” diye kendinize sorabileceğiniz sorular çok fazla ise, daha da fenası cevaplar bulabiliyorsanız… ortalamasınız siz de demek ki :) 
Ama işin boktan olan kısmı ortalama olmak değil… 20-30 yıl sonra değişecek olanın sadece soru-cevap sayısındaki artış olacağı olmasıdır.Ama çok da kafayı takmamak lazım, ölecez naslolsa, asıl ziyanlık o :) (Değildir belki de)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

ÇOK GÜZELSİN GİTME DUR NOKTASI

Şahsi tarihimizin tekerrür ede ede gözümüze sokmaya çalıştığı toplamda sadece tek bir şey vardır belki de: O aslında öyle değil. Taz...