“Central station” diye bir film vardır. (http://www.imdb.com/title/tt0140888/?ref_=fn_al_tt_1)
Filmdeki postane memuru kadın, müşterilerin kendisine yollasın diye verdiği
mektupları kendince bir elemeden geçirip yollar yahut yollamaz. Tipini
beğenmediklerini eve götürüp bir çekmeceye atar. Bazen çekmeceyi açıp elden
geçirir veto ettiği mektupları, bazılarını yollar, bazılarını yine yollamaz, çekmeceye
geri atar. Bu durumdan haberdar olan kadının bir ahbabı bu çekmeceye “dünyanın
en büyük arafı” diye isim takar.
Bir çeşit kadere illegal bir müdaheledir kadının yaptığı,
tanrıyı oynamaktır falan…ama konumuz bu değil. Empati istikametim kadına değil
mektuplara.
“Gitsin hedefe saplansın” diye yayda gerili iken son anda
bir karar değişikliğiyle fırlatılmaktan vazgeçilip fırlatıcısının ayakları dibine
düşen ok yahut white balance’ı bozuk bir fotoğraf…birinin konuştuğunu belli
edecek kadar az ama konuşanın ne dediğini belirsizleştirecek kadar çok
cızırtılı radyo yayını…boşa akan temiz su…hepsinde aynı gönderilmemiş mektup
olmamışlığı vardır, “tam olmak üzere iken nedense olamamış”lık hüznü de hepsinin
ortak sahip olduğudur.
Libido, cinsel güç olarak bilinir ki öyledir de ama aynı
zamanda yaşama arzusu manasına da gelir. Seksle hayatın netameli
benzerliklerine paralel bir çift anlamlılıktır bu. Libidosu yüksek olanın
libidosu da yüksektir ayrıca, boşa bir çift anlamlılık değildir yani, hayatın
kendini selektif olarak dayatmasının bir tezahürüdür bu çift anlamlılık. Yalnız şöyle bir ilginç bilgi de var; ortalama
insanlar ortalama bir libidoya sahipken, korteks tabakası ekstra gelişmiş
zeki-entelektüel insanların ve bunun tam tersi fikirsiz malların libidosu
yüksek oluyormuş. Hayatın çok ilginç bir tercihi söz konusu burada…hayat;
dünyayı değiştirsin diye zeki-entelektüel insanlara ekstra bir yaşama-üreme
iştahı bahşederken aynı iştahı dünyayı döndürsünler diye fikirsiz mallara da
bahşediyor. Ya ortalama insancıklar? Onlar fazla yaşamasa-üremese de olur sanki
:)
Libidoyla ilgili yazdıklarımı bire bir almak doğru olmaz, bilerek biraz manipüle ettim meseleyi…ama böyle bişi de var yani, atmadım. (Bu arada entelektüellerle malumatfüruşlar karıştırılmasın lütfen, ben “entelektüel”i “malumatfüruş” manasında değil gerçek manasında kullanıyorum. Bu kelimenin doğru olarak algılanmasıyla ilgili yaygın bir sıkıntı var.)
Libidoyla ilgili yazdıklarımı bire bir almak doğru olmaz, bilerek biraz manipüle ettim meseleyi…ama böyle bişi de var yani, atmadım. (Bu arada entelektüellerle malumatfüruşlar karıştırılmasın lütfen, ben “entelektüel”i “malumatfüruş” manasında değil gerçek manasında kullanıyorum. Bu kelimenin doğru olarak algılanmasıyla ilgili yaygın bir sıkıntı var.)
Libidodan bahsetme ihtiyacı hissetmemin sebebi,
gönderilmiş mektup hissinin en çok entelektüellerle mallarda olmasındandır,
libidosu yükseklerde yani. Bu tezi yaşantısıyla pek çok deha çürütüyormuş gibi görünebilir
ancak mektubun gönderilmişliğini sadece somut neticelerde değil kafa içlerinde
de aramak lazımdır. Pek çok deha mektuplarını kafasının içinde kendi kendine
postalamıştır (iç yazışma), bu mektupların da pek çoğu kaybolmuştur ama neticede
yollanmıştır. Kaybolmayıp ileriki yıllarda kıymeti anlaşılan mektuplar olduğu
gibi zamanında değerini bulan mektuplar da vardır. Fakat burada aslolan mektup
değil gönderilmişlik hissidir, başından beri bahsettiğim şey bu histir.
Bu hesapla orta zekalılar “ne tarafa doğru yaşasam?” ikirciğiyle
gönderilmemişliği en çok hissedenlerdir. Eh, hatırı sayılmaz bir iddia olmaz bu
çünkü en çok arada kalanlar bu orta zekalılardır. Mütevazı ideallerini kolayca birkaç
kıçı kırık toplumsal norma feda edebilirler, kolay engellenirler.
Dahinin yürüdüğü yol yanlış bile olsa ilk defa yürünen
olduğu için gördüğü her şey keşif değeri taşır ve bunun farkında olan dahi
yürümek konusunda tereddüt göstermez, sıradan insanların önlerine koyduğu
engelleri (toplumsal normlar falan) ciddiye almaz, yürümeye devam eder. Hayatla
mukavelesi böyledir çünkü, üzerine borç gibidir yürümek.
Mal beyinler de hazza yürümekte tereddüt göstermez, hazla
arasına konan engelleri ciddiye almaz. İlkesizdirler. Sahip oldukları antisosyal
donanımlar en büyük yardımcılarıdır. Hayat onlar için kaçabilenler ve
kaçamayanlardan ibarettir.
Netice itibariyle en çok ziyanlık orta kesimdedir. “Ah”lar,
“keşke”ler en çok onların kullandığıdır.
Mevzunun özüne daha yeni geldim, anahtar kelimemiz:
ziyanlık.
Neyin ziyan neyin değil olduğu, üzerinde kolayca
mutabakata varılabilecek bir konu olmadığı için ziyanlığı da bir his gibi
algılamak doğru olur, tamamen öznel bir his, kişinin hissettiğinden ibaret bir
şeydir ziyanlık. İnsana “elli yıldır beklediğim
ekini, harmana dökmeden yaktım gidirem” diye türkü yaktıran his budur. (Türkünün
sözleri:http://turkulerdiyari.blogspot.com.tr/2008/02/gidirem-trk-szleri.html)
Tam burada Kelebek Teorisi’ni hatırlama mecburiyeti de var elbette, ziyanlık
olarak işlem gören şey sonrasında büyük bir kazanımın sebebi de olabilir ama
konsantrasyonum nihai neticelere yönelik değil, sadece hisse odaklıyım. Bünyede
yanlış olarak barınıyor olsa bile sahibinin ziyanlık diye içinde beslediği histir anlatıp durduğum…ve maziyi bu kafayla elden geçirirsek canımıza batmış
dikenlerin hep bu ziyanlık hissinden beslendiğini görürüz.
Karma'dan da bahsetmek lazım belki ama...hiç uğraşamam valla!
Karma'dan da bahsetmek lazım belki ama...hiç uğraşamam valla!
Geçmişin acısı ve/veya gelecek kaygısı “şimdi”yi kirletir…türünden
laf ebeliklerine girmeyeceğim, kişisel gelişimciler etsinler böyle lafları ki bu düstur bence de doğrudur :) Ama benim derdim başka, ben adını koymak istedim
sadece, bi çeşit farkındalık şeysi işte.
Asıl sahip olmak istenilenleri düşünerek “neyden ne için
vazgeçtim?” diye kendinize sorabileceğiniz sorular çok fazla ise, daha da
fenası cevaplar bulabiliyorsanız… ortalamasınız siz de demek ki :)
Ama işin
boktan olan kısmı ortalama olmak değil… 20-30 yıl sonra değişecek olanın sadece
soru-cevap sayısındaki artış olacağı olmasıdır.Ama çok da kafayı takmamak lazım,
ölecez naslolsa, asıl ziyanlık o :) (Değildir belki de)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder