Fotoğraflar 8 Mart kadınlar günü münasebeti ile
Facebook'ta paylaşılmış, oradan aldım. Kızlar taş atarak direniyor ve güzeller,
olay bu... "orantısız zeka" markalı mizah ilavesiyle mesaj net
şekilde verilmiş.
Direnişin muhatabı kim, dertleri ne? Attıkları taşlardan
yaralanan, ölen var mı? Direnişlerinde haklılar mı? Bu bilgiler yok.
Fotoğraflar eski, zaten bu bilgileri merak eden de yok. Direnen herkes
güzeldir, inanış bundan ibaret.
Adı-sebebi belli bir direnişi yüceltmekle, direniş
kavramını yüceltmek arasında korkunç bir fark vardır. Asi ile kahraman
arasındaki fark da tam bu korkunçluktadır. Yığınların kafasında bu farklılığı
yokmuş gibi göstermekse mümkündür, şartlı refleks bu işi halledebilir.
Şartlı refleks hayvanları eğitmekte idealdir, insan üzerinde
de hayatı kolaylaştırıcı etkileri vardır... ancak şartlı refleksi (mecazi
olarak tabi ki) insanı eğitmekte kullanmak insanlığı aşağılamaktır. İnsanlıksa
aşağılanmaya alışıktır.
İnsan aklı çocukların katledilmesini alkışlatacak kadar
yöneltilebilir bir şeydir. İnanmıyorsanız Dogville filmini izleyin ve filmin
sonunda çocuklar kurşuna dizilirken rahatsızlık mı duyduğunuzu yoksa içinizin mi
rahatladığını kendinize sorun. İzleyici çocukların katlini alkışlıyor içinden…bunu
izleyiciye istetecek kadar kaliteli bir şerefsizdir Lars Von Trier, adamımdır,
süperdir!
" İnsanın eski huyu, kendine hep bir put
yapar. Oldum bittim böyle bu, kendi yapar, kendi tapar!"
Keşan'lı Ali Destanı'ndan bu yazdığım. Evet, oldum bittim
böyledir bu, insanın en temel eğilimlerindendir, kendine bir put yapar ve
tapar. Mecazi şartlı refleks dediğimse
bu put imalini mümkün kılan şeydir. Ama hepsinden önce üzerinde düşünülmesi
gereken bu tapılacak puta neden gereksinim duyulduğudur. Burası beni aşar,
kurbanın kendini katille özdeşleştirmesinden girerek detaylı psikolojik değerlendirmeler-sebeplendirmeler
yapmak lazım ama ben yapamam, dediğim
gibi, beni aşar. İşin bu kısmı kendimizi dünyaya tarif ve takdimimizle
ilgilidir. Bilen biri otursa da saatlerce tane tane anlatsa bana, gözümü
kırpmadan dinlerim.
İslam her türlü aşırılığa karşıdır, putlaştırmaya
düşmandır. Ketageorisel olarak batı dinidir fakat kafa yapısı olarak doğu
dinlerine çok daha yakındır. Hayatı boyunca hiç el öptürmemiş, bir meclise
girdiğinde sahabenin ayağa kalkmasını yasaklamış bir peygamberi vardır ki bu
tavrını “hristiyanların Hz. İsa’ya yaptığını siz de bana yapmayın, beni putlaştırmayın.”
şeklinde açıklamıştır bu peygamber. İslam’ın canlılığa hürmeti-sevgisi (biyofilya) çok yüksektir. Dikkat
edilsin, sadece canlıya değil canlılığa da hürmeti yüksektir. Sıradan olanı
ulular, tevazuya-basitliğe bayılır, putlardan-putlaştırmaktan nefret eder. Putlaştırmanın
öteki adı da mutlaklaştırmaktır, siyah-beyaz kafasıdır bu, ya hep ya hiç kafası.
Hristiyanlık bayılır buna. Hristiyanlık’ın tıpkı Musevilik gibi putlaşmaya hürmeti-sevgisi
(nekrofilya) büyüktür. Din adamlarının evlenmesini, boşanmayı yasaklayabilir,
net ayrımlar koyabilir. Ruhban sınıfının varlığı, teslis inancı bu putlaştırmanın
en net ifadelerindendir.
Bu arada parantezler yanlış anlaşılabilir, “nekrofilya”
putlaştırmayı sevmek demek değil, ölü sevicilik demektir. Neden bu kelimeyi
kullandım peki? Bağlantısı var çünkü ölü sevicilikle putlaştırmanın, anlatması
uzun şimdi.
Muhafazakar ile Müslüman aynı manaya geliyormuş gibi
algılanıyor ama hiç de öyle değildir. Muhafazakar işine gelmediğinde İslam’ı
öyle bir güzel reddeder de kendi uyduruk kurallarını işleme koyar ki…şaşarsın! Bekaret
ve namus algısı bu dediğime güzel örnektir, başka pek çok örnekler de var. İslam
putlaştırmayı çok net reddederken, biyofil doğası insanı kucaklamaya yönelik
iken… muhafazakarlığın putlaştırmaya açık ve insanı kolayca yargılayan-kınayan doğası
aralarındaki büyük farkın kaynağıdır. Muhafazakarın muhafaza ettiği İslam değil
statükodur daha çok. Muhafazakarlığın putlaştırma alışkanlığını da Hristiyanlık’tan aldığını düşünüyorum. Tuhaf gibi
görünebilir ama böyle…
Şu canlı bombalar var ya…hani inançları için kendileriyle
beraber bir dünya sivil masumu öldüren “idealist” insanlar…”Harici” deniyor
beslendikleri düşünce tarzına. Bu düşünce tarzı İslam’a aşırı uzak,
Hristiyanlık’a gayet yakın bir düşünce tarzıdır.
Günümüzün beynelmilel kabul görmüş bir kültürü var: pop
kültür. Doğası oldukça Hristiyan bir kültürdür. Putlaştırmaya da bayılır. Her türden
pop yıldızı, rock yıldızı, oyuncu vesaireye hayranlarının bakışına dikkat
ederseniz bunu kolayca süzersiniz. Oscar törenine bakmanız bile yeterlidir
aslında. Sadece Oscar değil pek çok törenin doğasında bu putlaştırmayı görmek
çok kolay. Sonra eşyalar…lüks arabalar, plazalar, giyim kuşamlar…nereye bu
gözle baksanız putlaştırmayı görebilirsiniz. Pop kültür tevazuyu sevmez. Sebebi
var ama bu sebep tek başına bir yazı konusu.
Eşyalar dedim de…tuhaf bir örnek vereceğim. Kitap bir
eşya mıdır? Bir bakıma evet bir bakıma değil. Cemil Meriç 38 yaşında kör olmuş
çok okumaktan. Bir kitap alabilmek için 24 saat aç kalmışlığı varmış. Cemil
Meriç için kitap tabi ki bir eşya değildir…irfana dair bir ışık parçasıdır. Aklının-merakının
hararetini geçici de olsa alacak bir bardak sudur Cemil Meriç için kitap.
Amaçsa nettir: irfan. Peki kont, paşa türünden zengin-itibarlı adamların
kocaman gösterişli kütüphanelerine dizilmiş cilt cilt kitaplar…hiç okunmamış
kitaplar…eşya mıdır? Tabi ki de eşyadır.
Kitabın okumanın önüne geçmesi gibi okumanın da irfanın
önüne geçmesi putlaştırmaya doğru atılmış bir adımdır. Bunun önüne geçmek için
kitabın irfan ile ilişkisi hiç gözden kaybedilmeden ilişki kurulmalıdır
kitapla, aksi türlü kitabın eşyaya dönüşmesi mukadderdir. İrfanı gözden
kaçırarak okursanız bu sefer de bilgi putlaşır. Buna da dikkat etmek gerek.
Bu örneği verme sebebim kitabın bile putlaşabileceğini
göstermekti. Putlaşmadan uzak durabilmenin reçetesi amacı hiç gözden
kaybetmemekte, neyi neden yaptığın sorusunu zihninde sürekli diri tutabilmekte.
Konuyu biraz daha yere yakınlaştırasım var. Putlaştırma,
mutlaklaştırma ile başlıyor, mutlaklaştırmanın yöntemi de aşırı
hayranlık-nefret besleme. Burada çalışan şey: sembolleştirme. Her şey masum bir hayranlıkla başlıyor yani. Hayran
olmak tabi ki hastalıklı bir hal değil ama anahtar kelime: aşırılık. Bir şeye
hayranlığınızda aşırılık varsa ve bu hayranlık giderek sebepsizleşiyorsa…anlayın
ki bir şeyleri putlaştırıyorsunuz. Putlaşan şey bir insan, fikir, ideoloji,
eşya olabilir. Hatta bir futbol takımı bile olabiliyor. “Mallarınız ve
çocuklarınız sizi Allah’ın adını zikretmekten alıkoymasın.” ayetinin hedefi
putlaştırmadır. Bir şeyi çok sevmekle başlıyor hastalık ve bu sevmenin öz
sebebi de gözümüze hoş görünmesi o şeyin, gönlümüze hoş gelmesi. Putlaşma bir
illüzyonun tezahürüdür. Yani görüp sevdiğiniz bir şey giderek içinizde
büyüyorsa ve o şeyi neden bu kadar sevdiğinizi açıklamanız giderek zorlaşıyorsa
yani sevgi sebepsizleşiyorsa…bi durup “nooluyo lan?” demenin vaktidir, bir
körükörüneliğin içindesinizdir, o şeyi en başından bir tekrar değerlendirme
ihtiyacı hasıl olmuştur sizin için.
Haa, ihtiyaç hasıl olur da o en başından değerlendirme
işi yapılır mı? Yapılmaz. Çünkü putlaştırmak gönle hoş gelir. Dedik ya " İnsanın
eski huyu, kendine hep bir put yapar. Oldum bittim böyle bu, kendi
yapar, kendi tapar!"
Putlarından arınmak korku verir insana çünkü arada
kendisinin de kaybolacağından korkar. Putlarımızı bizi biz yapan şeylerden
sanmalarımızdır putları en çok koruyan…putlarımız olmadan eksik kalacağımızı
zannederiz, parçamız zannederiz…onlar olmadan da kendimiz olabiliriz halbuki…ama
zor iştir!
Bu arada… uyuşturucu kullanmaktan sosyal medya
kullanmaya, ev taksidi ödemekten bilgisayar oyunlarına…ve daha pek örneğe kadar…modern
hayat bağımlılığa ne kadar da yatkın. Bağımlılığın hayatımız üzerindeki somut
ve mecazi tezahürlerini düşünmekte çok fayda var.
Yazdıklarımı baştan bi okudum da…bir bebeğin yeni çıkmış
dişleriyle kocaman bir elmayı dişlemesi gibi dişlemişim konuyu. “Kitap yazsan
olur” türünden böyle bir konuyu bir yazıya sığıştırmak tamam kolay değil ama
anlatım bu kadar dağınık olmayabilirdi. Olsun bakalım, bu da böyle olsun.