“Hayat silgisiz yazı yazmaktır” geyiğine girmeyeceğim,
anladık, zaman geri işlemiyor, hiçbir silme anlamına tam olarak ulaşamaz,
biliyoruz.
Bununla birlikte silme eyleminin hayatımızın tam ortasına
yuva yapmışlığı gerçeğini de görmezden gelemeyiz. Olan şey silmeyi bir baş etme
yöntemi olarak kullanmaktır evet ama…silerek baş etmiyorsun aslında,
silemeyeceğin gerçeğini inkar ederek baş etmeye çabalıyorsun.
Dönem itibariyle en yaygın silme Facebook arkadaşlığından
çıkartmak, Instagram’dan engellemek filan malum. Ondan da önce ortak
fotoğrafları siliyorsun, yazı mazı hiçbir şey bırakmıyorsun, mümkün olduğunca “hiç
olmamış gibi”ye getiriyorsun sosyal medya ayarlarını, hem kendine hem de el
aleme karşı. Sende bir hediyesi varsa onu çöpe atmak da racon icabı tabi.
Yoğun inkar kokan bu hızlı sosyal medya engellemelerini
zamanın yavaş ama çok daha etkili silmesi takip eder. Öyle ki seni bir zamanlar
uyutmayan kişi “adı neydi lan?” olur. (Abartıyorum tabi ama yok da değil yani böyle
“nisyan ile malul” hafızalara sahip şanslı kullar)
Unutmak bir beka donanımıdır, silmek de unutmaya açılan
kapı…silgiler mühim!
Şirke kapısı olan bir konu bu silmek.
Canıma bir merhaba sundu ezelden çeşm-i yar,
Öyle mest oldum ki gayrın merhabasın bilmedim.
Ahmed Paşa
Filmlerde falan çok olur bu, aşkın o ilk ateşini
ciğerinde hissedenler söz verirken “sonsuza kadar” der, mesttir çünkü başka merhabalara kapalıdır, aşağısı kurtarmaz ,
kapıyı direkt sonsuzdan açar. (Ecnebi olanları “forewer” diyor) Sonra ilk
boktan sebepte unutulur o sonsuzlu sözler...merabaaa!
Akabinde unutma çabası başlar, unutulmamayı ummalı bir unutma çabası. (Var oluşsal konular-kaygılar)
Akabinde unutma çabası başlar, unutulmamayı ummalı bir unutma çabası. (Var oluşsal konular-kaygılar)
Eternal Sunshine filmi şu dediklerimi doğrudan konu edinmiştir, sonunda da tam
Hollywood işi bir finalle son sözü söyler, filmin seveni çoktur fakat o final
bana yeterince üç boyutlu ve sofistike gelmediği için çok da iyi puan
verebileceğim bir film değildir.
Unutma çabalarının ilk aşamaları gayet başarısız hatta
zavallıcadır ki bu unutma denen şeye ulaşmanın yolu çabalamak değil tam tersi
çabalamamaktır. Çaba harcamak hatırlamayı körükler, unutmayı dumura uğratır.
Denizin üzerinde yatmak gibi işte, batmadan durabilmek için hiçbir şey yapmaman
gerekir, çırpınırsan boğulursun.
Bu ilk çok çırpınmalı dönemde sürekli bir şeyleri siler
durursun, her sildiğin sana ayrı bir hatırlatma olur ama olsun, silmek lazım,
aksi türlü yas evrelerinde ilerlemek mümkün olmaz.
Bu çok silmeli az unutmalı dönemi, silmesiz ama yavaş da
olsa unutmalı dönem izler, hayat kendini dayatmaya yavaştan başlar.
İşin şirkle ilgili kısmı da burası, hangi dünya şeyi seni
ebedibillah meşgul edebilir, hangi dünyevi nesne asla unutulmamayı hak edebilir?
Hiç, cevap hiç. Evet insan denen varlığı asıl değerli kılan içindeki bu dünyaya
ait olmayan nurlu kutudur ama o kutudaki nüve düzeyindedir, bütün değil
parçadır, öyle “forewer”lık bir durumu yoktur. Bu sebepten “asla unutmam-unutulmamalıyım”
demekte gizli şirk var…asla unutmaman gerekenler Rabbin ve ölümdür ancak, tersi
şirktir.
Ve bu “unutamam” söylemi hayatın kodlarına da son derece
uygunsuzdur, akışa terstir. Hayat zaten sana ne yapman gerektiğini söyler, kulakların
tıkalı olmasın yeter, duyarsın.
Velhasılı silmek suretiyle sosyal medya hesaplarını kuşa
çevirmek hayatın akışına gayet paralel bir eylemdir, bu eylemin içinde kusurlu
oluşu kabul vardır, kusurlu oluş da kula en çok yakışandır.
Shine filminde bir sahne var, David küvette sırt üstü uzanmıştır,
kulakları suyun içindedir ağzı dışarıda, bırbırbır kendi kendine bir şeyler
konuşur…sesleri duyuyordur ama suyun altından… bu sahne ya çok ”leyl-i tarabda
bir dahi mızrap uyanmasın” bir sahnedir ya da bana öyle gelir, bilmiyorum.
Daha da güzeli şu denizin üstünde kıpırtısız yatabilme
hali işte, kulakların suyun altında, üstünde Güneş, altında seni kaldıran su,
aklında sadece hatırlaman gerekenler, bütün gereksizliklerden azade tertemiz
bir yaşama hali, gökle denizin ortasında bir minimal hayat, fıstık gibi bir var
oluş, tam olması gereken sen, ne eksik ne de fazla…
Akışta kalmayı anlatmaya çalışıyorum galiba ama
anlatamıyorum, anlatması kolay bir şey değil maalesef, o kadar Türkçe'm yok, ne
demeye çalıştığımı biliyorum, anlatamıyorum.
Kıssadan hisse, sıkıcı didaktik son söz: akışta kalmak
lazım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder