İnsan ağzı “Allah
açlıkla terbiye etmesin, evladıyla terbiye etmesin” gibisinden duaya alışık,
hassas oldukları şey üzerinden terbiye edilmek istemiyorlar.
İyi de
terbiyenizde kullanılan şeye karşı hassasiyetiniz ne kadar yüksekse, o şeyin
can yakma yeteneği ne kadar yüksekse terbiye de o kadar etkili olur. Ne yani
terbiye edilmek istemiyor mu insanoğlu? İstemiyor.
O kadar ki
terbiye aracı olarak işe yarar şeyler kullanılmasını isteyene “deli” diyoruz
doğrudan. Deli mi yoksa veli mi?
Daha önce de
yazmıştım, insan denen canlı aşktan ve egodan mürekkep.
Aşklı kısmı % X
ise ego kısmı % (100-X)tir.
Aşk anlamı arzular, ego hazzı.
Aşk anlamı arzular, ego hazzı.
Aşk ruhta yaşar,
ego bedende.
Aşkın fiili
özlemektir, egonun istemek.
Ruhun gözleri
geldiği yere dikilidir (cennet), bedenin gözleri bu dünyaya.
Beden
tanrılığını ilan etme eğilimindedir (nekrofilya), ruhsa teslim olma eğiliminde.
(“İslam”ın
kelime anlamı “teslim olmak”tır. “Müslüman” da “teslim olmuş” manasına gelir)
Belaya çatmak
demek terbiye imkanı yakalamak demektir. O terbiye de aşkın oranını arttırıcı
etkiye sahiptir çünkü bela aslolanın ne olduğunu anlamaya yarar. Depremden
sonra Allah’ın adının daha yoğun zikredilmesinin bir sebebi olmalı di mi?
Ya Rab bela-yı
aşk ile kıl aşina beni,
Bir dem bela-yı
aşktan etme cüda beni.
Diye sırf şiir
olsun diye dememiş herhalde di mi Fuzuli, bir mantığı olmalı bunun. (Allah’ım
beni aşk belasına tanıdık yap, beni aşk belasından hiçbir zaman ayırma)
İnsanın kaybedecek şeyleri arttıkça aşklı kısmın
azalması için baskı artar. Bu baskı dirençle karşılaşmazsa aşk gerçekten
azalır.
Allah dostu odur
ki nefsine tek pay biçmez,
Kırk yıl bir
ekşi ayran özler de içmez.
Necip Fazıl
Peşinen
söyleyeyim Necip Fazıl kendini o ekşi ayranlardan pek de sakınabilmiş biri
değildir. Oldukça sıra dışı derinlikte bir ruhun mümessili olmakla birlikte
kendisini aşırı meşgul etmiş olan “ben”i ile düştüğü ihtilaflar kendisi için yüksek
oranda belirleyici olmuştur. Çile şiirindeki o yoğun çile, şiirden ibaret
değildir, çok gerçektir. Standart kriterlerle değerlendirilemeyecek oldukça
özel bir yapıdır Necip Fazıl.
Ayran haram
değil ki neden içmiyor adam? Çünkü seviyor ayranı. Gerçek sevgisinden rol
çalacak hiçbir sevgiye tahammülü olmayan dervişin sıradan işleridir şiirdeki,
derviş deli filan da değildir, gayet tutarlı-mantıklı bir tavırdır ayranı
reddetmesi. Tutarsız-tuhaf olan biziz.
Ne diyerek dua
ediyor camileri dolduran müminler? Allah’ım bana ev ver, araba ver, kazanç ver,
beni müdür yap, sınavlardan yüksek puan alayım vs.
İyi de Allah
bunları verdikçe kaybedeceğin şeylerin artar, o şeyler arttıkça da Allah’tan
uzaklaşman için baskı artar, o baskının artmasına nasıl böyle kolay taraftarsın?
Kenar mahalleler
daha dindarken zengin mahallelerin pek de öyle olmamasının bir sebebi olmalı di
mi?
Bir de “hayırlısı”
meselesi var. Bu kelime quantum fiziğiyle doğrudan ilintili. Her an sonsuz ihtimalden
biri gerçekleşiyor sonsuz noktada. Yani sonsuz çarpı sonsuz bölü (1/sonsuz) =
sonsuzun küpü, o da eşittir yine sonsuz gibisinden bir hesap söz konusu. İşte “hayırlısı”
demek o hesap edilmesi imkansız ihtimaller dizini içinden bizim için iyi olanı
vermesini Allah’tan istemektir. Ama “hayırlısıyla beni zengin yap” dediğinde
işin şekli değişiyor, iki istek birden var, hem hayırlı olacak hem de zengin
olacaksın…Ya sende zengin olduğunda hayra yönelecek g.t yoksa? Ya hayır
fakirliğindeyse? Ya zengin olduğunda edineceğin yeni “kaybedecek şeyler” seni
Allah’ın adını anmaktan alıkoyacaksa? Bu kendine güven nereden? Kendine güven
mi yoksa başka bir şey mi bu?
Çok ciddi bir
riya söz konusu.
O riyanın
kaynağı asıl gönlümüze hoş gelenin müslümanlık değil muhafazakarlık oluşudur.
Mühim kelime bu muhafazakarlık.
Genel anlamda (adı
üstünde) muhafaza etmeyi tercih etmenin ifadesi bu kelime ancak özel anlamda
dini-geleneksel değerleri muhafaza etmekten ibaretmiş gibi algılanıyor.
Beynelmilel
açıklamalar yazıyı çok uzatır o sebepten 2017 Türkiye’sinden örnekleyerek
diyeceğim diyeceğimi.
Ülkede kendisini
muhafazakar olarak tarif etmeyen bir Atatürk'çü-Cumhuriyetçi kesim var mesela.
Bu kesim de muhafazakardır aslında, Atatürk ilke ve inkılaplarını muhafaza
ettiklerini söylemektedirler çünkü.
Sonra vatanı
muhafaza etme fikri var ki kimse bu fikrin muhafazakarı olmadığını iddia etmez.
Komünistler
komünist ideallerin, liberaller liberal değerlerin muhafazakarıdır vs.
Bu bakış
açısıyla dünyada çok az muhafazakar olmayan insan vardır ve bunların büyük
kısmı da sosyopattır, böyle de ilginçtir bu.
Muhafaza etme
fikri bizim için dünyaya tutunmaktan başka bir şey değildir aslında. Bizi biz
yaptığını düşündüğümüz şeyleri tarif eder ve onlar için savaşırız…insanın kendini
tarif ve takdim macerasının dışında düşünülemeyecek bir olgudur muhafazakarlık.
O değerlere
zarar gelmesini şahsımıza, kimliğimize… canımıza bir tehdit gibi algılarız,
öfkeleniriz.
Asıl savaşımız değerler için değil kendimiz içindir.
Asıl savaşımız değerler için değil kendimiz içindir.
Riyanın kaynağı şudur:
o koruduğumuzu iddia ettiğimiz değerlerden asıl beklentimiz, o değerlerin
düzenimizi korumasıdır... O düzen de gayet bu dünyaya ait bir düzendir.
Muhafazakarlığın bütün çeşitleri için geçerlidir şu dediğim, yani dünyanın % 99
nokta küsuru için.
Birkaç ay önce
oturduğum bir muhafazakar masasında konu gayet gülmeli-eğlenmeli “hangi karının
nasıl bir güzel düdüklendiği” iken beş dakika sonra İslam’ın kurtarılmasının
konuşulmaya başlanmasından…ancak hasta bir ruh rahatsız olmaz! Benim masadaki konuşmalarımdan
rahatsız oldu bu arkadaşlar, anlaşamadık. (Başta pek içinde olmadığım ama
sonrasında bayağı içinde olduğum bir sohbetti)
Hasta olmayan
bir ruha sahip olmanın çok ciddi bedelleri var bu riyakar coğrafyada! Ben hasta
olmadığım ya da riyadan nasipsiz olduğum iddiasında asla değilim ancak hastalığımın
farkında olacak kadar, rahatsızlık duyacak kadar farkındayım bazı şeylerin.
Asıl büyük sorunsa % 100 sağlıklı olduğunu iddia eden o yüksek riyakar hastalardır.
Peygamberin “ölü
kardeşinin etini yemek” diye tarif ettiği dedikodudan çok korkar mesela bir
müslüman. Ancak muhafazakarı korkutan yanlışlıkla domuz eti yemektir. Domuz
etinin haramlığını inkar eden bir söz değil tabi ki bu benimki…ölü insan eti yemenin
haramlığını inkar etmekteki yüksek riyadan bahsediyorum sadece.
İyi bir Müslüman her şeyden önce yalan söylemez, haksızlık etmez, çalmaz, iftira etmez vs. Hani nerede o adam?
İyi bir Müslüman her şeyden önce yalan söylemez, haksızlık etmez, çalmaz, iftira etmez vs. Hani nerede o adam?
Gayet çok
Müslüman filan adam… Atatürk’ün annesiyle uğraşıyor! Böyle bir uğraş o kişiyi
insan olarak alçak yapmakla kalmaz, İslam’ın da asla hoş karşılamadığı bir
şeydir o uğraş! Bir Müslüman faaliyeti tabi ki olamaz böyle bir pislik ama muhafazakarlığa
son derece uygundur.
Bu kofluk, bu
riya, “Atatürkçüyüsss” diye çok yüksek bağıran kesimde de aynen mevcut elbette…
Atatürk’çü “cevval
hazır cevap orantısız zeka” yiğit, Burhan Kuzu’ya kapak yapmış sözüm ona.
Sorun şu ki Atatürk’ün
“gaflet, delalet ve hatta hıyanet” diye bir ifadesi yok!
“Delalet” değil
o “dalalet”, sapkınlık demek…”delalet”se çok başka bir anlama gelen çok başka
bir başka kelime.
Emin olunmalı ki
o yiğit ne “delalet”in anlamını biliyor ne de “dalalet”in, ama çok Atatürk’çü!
Atatürk’ün gençlere
hitap ettiği o kısacık metindeki birkaç eski kelimenin manasını öğrenmeye
üşenen bir gençlik…herhalde hayalini kurduğu gençlik değildi. Adam çok Atatürk’çü
ama Atatürk’ün ne dediğini anlamaktan aciz. Bu azciyetle, bu cahillikle sen
Atatürk’çü olduğunu söyleyebilirsin ama Atatürk senden değil!
Böyle yüksek bir Fenerbahçe'lilik gibisinden bir Atatürk'çülük...rahatsızlık verici!
(Burhan Kuzu konumuz bile değil, O'na dair bu yüzden bir şey demedim)
Kendimize uygun bir muhafazakarlık gömleği seçip geçiriyoruz sırtımıza, yok birbirimizden farkımız.
Böyle yüksek bir Fenerbahçe'lilik gibisinden bir Atatürk'çülük...rahatsızlık verici!
(Burhan Kuzu konumuz bile değil, O'na dair bu yüzden bir şey demedim)
Kendimize uygun bir muhafazakarlık gömleği seçip geçiriyoruz sırtımıza, yok birbirimizden farkımız.
Anlaşılacağı
üzere…koruduğumuzu iddia ettiklerimize karşı gerçek bir samimiyet beslemek
kaygısından azade bir şekilde o koruduklarımızın üç kuruşluk düzenimizi
korumasının telaşındayız aslında. Bundan ala riya mı olur?
“Rencide olur dide-i
huffaş ziyadan”, düşünmek de tıpkı ışık gibi rahatsız edici etkilere sahiptir.
İnkar ve gafletse lüksler sunar.
Sayısız riya
örneği yazabilirim şuraya da…gerek yok.
Kapitalizm
düşmanın Che’nin resimleriyle süslenmiş eşyaların Kapitalizm’in hizmetine
girmesi gibi…riyayı lanetleyen söylemler de riya sisteminin hizmetine girebilir.
Adam yalanlardan
rahatsızlığını “Tutunamayanlar” diye roman yapmış…roman bugün o riya sisteminin
oyuncaklarından birine dönüşmüş! Adından dolayı bu kadar popüler bence o roman
bugün, okuyucudan intikam alırcasına yazılmış onlarca sayfalık paragrafların
içeriğinden dolayı değil. Pop ikonuna dönüştü mü Oğuz Atay? Dönüştü. Görse ne
derdi? Bilmem, küfür ederdi bence.
O riya sistemini
otopsi yapar gibi ince ince irdeleyip açıklayan Ayn Rand’ın Hayatın Kaynağı
romanı da… muazzamdır, aşırı tavsiye ederim.
İyi bari kitap
tavsiyesi de verdik, çok şükür :p
Velhasıl-ı
kelam; söylemlerle davranışlar arasındaki muazzam uçurum, gören-düşünen bir
zihin için ciddi rahatsızlık sebebidir.
Rahatsızlığı
engellemenin yöntemi olarak benimsenense düşünmeyi reddetmektir. Kaçınılamayan
düşünceler söz konusu olduğunda da inkar devreye girer.
Bu şekilde tesis
edilen rahatsız olmama halini “rahat olmak” diye tarif etmek de inkar
organımızın armağanlarındandır.
Nitekim… lağımda
neşeyle gezinen fareler kadar rahatız çok şükür.
Ferhad'a zevk-i suret, Mecnun'a seyr-i sahra,
Bir rahat içre herkes, ancak benim belada.
Diye Ferhad'a, Mecnun'a bile laf sokan Fuzuli...gözümsün :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder