17 Kasım 2017 Cuma

RAHAT MAHAT


Made by Yiğit Özgür çok komik bir karikatür, güldüm ben de zaten. İyi.

Yalnız delinin deliliğinde sorun var, ciddi sorulara rahimdir şu karikatür, Yiğit Özgür bir çelişkiyi muhteşem yakalamış.
İnsan ağzı “Allah açlıkla terbiye etmesin, evladıyla terbiye etmesin” gibisinden duaya alışık, hassas oldukları şey üzerinden terbiye edilmek istemiyorlar.
İyi de terbiyenizde kullanılan şeye karşı hassasiyetiniz ne kadar yüksekse, o şeyin can yakma yeteneği ne kadar yüksekse terbiye de o kadar etkili olur. Ne yani terbiye edilmek istemiyor mu insanoğlu? İstemiyor.
O kadar ki terbiye aracı olarak işe yarar şeyler kullanılmasını isteyene “deli” diyoruz doğrudan. Deli mi yoksa veli mi?

Daha önce de yazmıştım, insan denen canlı aşktan ve egodan mürekkep.
Aşklı kısmı % X ise ego kısmı % (100-X)tir.
Aşk anlamı arzular, ego hazzı.
Aşk ruhta yaşar, ego bedende.
Aşkın fiili özlemektir, egonun istemek.
Ruhun gözleri geldiği yere dikilidir (cennet), bedenin gözleri bu dünyaya.
Beden tanrılığını ilan etme eğilimindedir (nekrofilya), ruhsa teslim olma eğiliminde.
(“İslam”ın kelime anlamı “teslim olmak”tır. “Müslüman” da “teslim olmuş” manasına gelir)

Belaya çatmak demek terbiye imkanı yakalamak demektir. O terbiye de aşkın oranını arttırıcı etkiye sahiptir çünkü bela aslolanın ne olduğunu anlamaya yarar. Depremden sonra Allah’ın adının daha yoğun zikredilmesinin bir sebebi olmalı di mi?

Ya Rab bela-yı aşk ile kıl aşina beni,
Bir dem bela-yı aşktan etme cüda beni.

Diye sırf şiir olsun diye dememiş herhalde di mi Fuzuli, bir mantığı olmalı bunun. (Allah’ım beni aşk belasına tanıdık yap, beni aşk belasından hiçbir zaman ayırma)

İnsanın  kaybedecek şeyleri arttıkça aşklı kısmın azalması için baskı artar. Bu baskı dirençle karşılaşmazsa aşk gerçekten azalır.

Allah dostu odur ki nefsine tek pay biçmez,
Kırk yıl bir ekşi ayran özler de içmez.
Necip Fazıl

Peşinen söyleyeyim Necip Fazıl kendini o ekşi ayranlardan pek de sakınabilmiş biri değildir. Oldukça sıra dışı derinlikte bir ruhun mümessili olmakla birlikte kendisini aşırı meşgul etmiş olan “ben”i ile düştüğü ihtilaflar kendisi için yüksek oranda belirleyici olmuştur. Çile şiirindeki o yoğun çile, şiirden ibaret değildir, çok gerçektir. Standart kriterlerle değerlendirilemeyecek oldukça özel bir yapıdır Necip Fazıl.

Ayran haram değil ki neden içmiyor adam? Çünkü seviyor ayranı. Gerçek sevgisinden rol çalacak hiçbir sevgiye tahammülü olmayan dervişin sıradan işleridir şiirdeki, derviş deli filan da değildir, gayet tutarlı-mantıklı bir tavırdır ayranı reddetmesi. Tutarsız-tuhaf olan biziz.

Ne diyerek dua ediyor camileri dolduran müminler? Allah’ım bana ev ver, araba ver, kazanç ver, beni müdür yap, sınavlardan yüksek puan alayım vs.
İyi de Allah bunları verdikçe kaybedeceğin şeylerin artar, o şeyler arttıkça da Allah’tan uzaklaşman için baskı artar, o baskının artmasına nasıl böyle kolay taraftarsın?
Kenar mahalleler daha dindarken zengin mahallelerin pek de öyle olmamasının bir sebebi olmalı di mi?

Bir de “hayırlısı” meselesi var. Bu kelime quantum fiziğiyle doğrudan ilintili. Her an sonsuz ihtimalden biri gerçekleşiyor sonsuz noktada. Yani sonsuz çarpı sonsuz bölü (1/sonsuz) = sonsuzun küpü, o da eşittir yine sonsuz gibisinden bir hesap söz konusu. İşte “hayırlısı” demek o hesap edilmesi imkansız ihtimaller dizini içinden bizim için iyi olanı vermesini Allah’tan istemektir. Ama “hayırlısıyla beni zengin yap” dediğinde işin şekli değişiyor, iki istek birden var, hem hayırlı olacak hem de zengin olacaksın…Ya sende zengin olduğunda hayra yönelecek g.t yoksa? Ya hayır fakirliğindeyse? Ya zengin olduğunda edineceğin yeni “kaybedecek şeyler” seni Allah’ın adını anmaktan alıkoyacaksa? Bu kendine güven nereden? Kendine güven mi yoksa başka bir şey mi bu?

Çok ciddi bir riya söz konusu.
O riyanın kaynağı asıl gönlümüze hoş gelenin müslümanlık değil muhafazakarlık oluşudur. Mühim kelime bu muhafazakarlık.

Genel anlamda (adı üstünde) muhafaza etmeyi tercih etmenin ifadesi bu kelime ancak özel anlamda dini-geleneksel değerleri muhafaza etmekten ibaretmiş gibi algılanıyor.
Beynelmilel açıklamalar yazıyı çok uzatır o sebepten 2017 Türkiye’sinden örnekleyerek diyeceğim diyeceğimi.
Ülkede kendisini muhafazakar olarak tarif etmeyen bir Atatürk'çü-Cumhuriyetçi kesim var mesela. Bu kesim de muhafazakardır aslında, Atatürk ilke ve inkılaplarını muhafaza ettiklerini söylemektedirler çünkü.
Sonra vatanı muhafaza etme fikri var ki kimse bu fikrin muhafazakarı olmadığını iddia etmez.
Komünistler komünist ideallerin, liberaller liberal değerlerin muhafazakarıdır vs.
Bu bakış açısıyla dünyada çok az muhafazakar olmayan insan vardır ve bunların büyük kısmı da sosyopattır, böyle de ilginçtir bu.

Muhafaza etme fikri bizim için dünyaya tutunmaktan başka bir şey değildir aslında. Bizi biz yaptığını düşündüğümüz şeyleri tarif eder ve onlar için savaşırız…insanın kendini tarif ve takdim macerasının dışında düşünülemeyecek bir olgudur muhafazakarlık.
O değerlere zarar gelmesini şahsımıza, kimliğimize… canımıza bir tehdit gibi algılarız, öfkeleniriz.
Asıl savaşımız değerler için değil kendimiz içindir.

Riyanın kaynağı şudur: o koruduğumuzu iddia ettiğimiz değerlerden asıl beklentimiz, o değerlerin düzenimizi korumasıdır... O düzen de gayet bu dünyaya ait bir düzendir. Muhafazakarlığın bütün çeşitleri için geçerlidir şu dediğim, yani dünyanın % 99 nokta küsuru için.
Birkaç ay önce oturduğum bir muhafazakar masasında konu gayet gülmeli-eğlenmeli “hangi karının nasıl bir güzel düdüklendiği” iken beş dakika sonra İslam’ın kurtarılmasının konuşulmaya başlanmasından…ancak hasta bir ruh rahatsız olmaz! Benim masadaki konuşmalarımdan rahatsız oldu bu arkadaşlar, anlaşamadık. (Başta pek içinde olmadığım ama sonrasında bayağı içinde olduğum bir sohbetti)
Hasta olmayan bir ruha sahip olmanın çok ciddi bedelleri var bu riyakar coğrafyada! Ben hasta olmadığım ya da riyadan nasipsiz olduğum iddiasında asla değilim ancak hastalığımın farkında olacak kadar, rahatsızlık duyacak kadar farkındayım bazı şeylerin. Asıl büyük sorunsa % 100 sağlıklı olduğunu iddia eden o yüksek riyakar hastalardır.
Peygamberin “ölü kardeşinin etini yemek” diye tarif ettiği dedikodudan çok korkar mesela bir müslüman. Ancak muhafazakarı korkutan yanlışlıkla domuz eti yemektir. Domuz etinin haramlığını inkar eden bir söz değil tabi ki bu benimki…ölü insan eti yemenin haramlığını inkar etmekteki yüksek riyadan bahsediyorum sadece.
İyi bir Müslüman her şeyden önce yalan söylemez, haksızlık etmez, çalmaz, iftira etmez vs. Hani nerede o adam?
Gayet çok Müslüman filan adam… Atatürk’ün annesiyle uğraşıyor! Böyle bir uğraş o kişiyi insan olarak alçak yapmakla kalmaz, İslam’ın da asla hoş karşılamadığı bir şeydir o uğraş! Bir Müslüman faaliyeti tabi ki olamaz böyle bir pislik ama muhafazakarlığa son derece uygundur.

Bu kofluk, bu riya, “Atatürkçüyüsss” diye çok yüksek bağıran kesimde de aynen mevcut elbette…






Atatürk’çü “cevval hazır cevap orantısız zeka” yiğit, Burhan Kuzu’ya kapak yapmış sözüm ona.
Sorun şu ki Atatürk’ün “gaflet, delalet ve hatta hıyanet” diye bir ifadesi yok!
“Delalet” değil o “dalalet”, sapkınlık demek…”delalet”se çok başka bir anlama gelen çok başka bir başka kelime.
Emin olunmalı ki o yiğit ne “delalet”in anlamını biliyor ne de “dalalet”in, ama çok Atatürk’çü!
Atatürk’ün gençlere hitap ettiği o kısacık metindeki birkaç eski kelimenin manasını öğrenmeye üşenen bir gençlik…herhalde hayalini kurduğu gençlik değildi. Adam çok Atatürk’çü ama Atatürk’ün ne dediğini anlamaktan aciz. Bu azciyetle, bu cahillikle sen Atatürk’çü olduğunu söyleyebilirsin ama Atatürk senden değil!
Böyle yüksek bir Fenerbahçe'lilik gibisinden bir Atatürk'çülük...rahatsızlık verici!
(Burhan Kuzu konumuz bile değil, O'na dair bu yüzden bir şey demedim)

Kendimize uygun bir muhafazakarlık gömleği seçip geçiriyoruz sırtımıza, yok birbirimizden farkımız.

Anlaşılacağı üzere…koruduğumuzu iddia ettiklerimize karşı gerçek bir samimiyet beslemek kaygısından azade bir şekilde o koruduklarımızın üç kuruşluk düzenimizi korumasının telaşındayız aslında. Bundan ala riya mı olur?
“Rencide olur dide-i huffaş ziyadan”, düşünmek de tıpkı ışık gibi rahatsız edici etkilere sahiptir. İnkar ve gafletse lüksler sunar.

Sayısız riya örneği yazabilirim şuraya da…gerek yok.
Kapitalizm düşmanın Che’nin resimleriyle süslenmiş eşyaların Kapitalizm’in hizmetine girmesi gibi…riyayı lanetleyen söylemler de riya sisteminin hizmetine girebilir.
Adam yalanlardan rahatsızlığını “Tutunamayanlar” diye roman yapmış…roman bugün o riya sisteminin oyuncaklarından birine dönüşmüş! Adından dolayı bu kadar popüler bence o roman bugün, okuyucudan intikam alırcasına yazılmış onlarca sayfalık paragrafların içeriğinden dolayı değil. Pop ikonuna dönüştü mü Oğuz Atay? Dönüştü. Görse ne derdi? Bilmem, küfür ederdi bence.
O riya sistemini otopsi yapar gibi ince ince irdeleyip açıklayan Ayn Rand’ın Hayatın Kaynağı romanı da… muazzamdır, aşırı tavsiye ederim.
İyi bari kitap tavsiyesi de verdik, çok şükür :p

Velhasıl-ı kelam; söylemlerle davranışlar arasındaki muazzam uçurum, gören-düşünen bir zihin için ciddi rahatsızlık sebebidir.
Rahatsızlığı engellemenin yöntemi olarak benimsenense düşünmeyi reddetmektir. Kaçınılamayan düşünceler söz konusu olduğunda da inkar devreye girer.
Bu şekilde tesis edilen rahatsız olmama halini “rahat olmak” diye tarif etmek de inkar organımızın armağanlarındandır.

Nitekim… lağımda neşeyle gezinen fareler kadar rahatız çok şükür.

Ferhad'a zevk-i suret, Mecnun'a seyr-i sahra,
Bir rahat içre herkes, ancak benim belada.

Diye Ferhad'a, Mecnun'a bile laf sokan Fuzuli...gözümsün :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

ÇOK GÜZELSİN GİTME DUR NOKTASI

Şahsi tarihimizin tekerrür ede ede gözümüze sokmaya çalıştığı toplamda sadece tek bir şey vardır belki de: O aslında öyle değil. Taz...