Sevmeden yaşanır mı?
Dağ dağa kavuşur mu?
Ağlasam duyan olmaz ki...
Dağ dağa kavuşur mu?
Ağlasam duyan olmaz ki...
Can veren bizi gördü,
Rüzgarın eli değdi,
Müjdemi soran olmaz ki.
Bahçeler bizim olsa,
Hasretim dağı delse,
İsmimi bilen olmaz ki.
Aynı dua bu, aynı,
Aynı cennet bu, aynı,
Tenimiz, kanımız hep aynı,
Aynı rüyalar bu, aynı.
Ayrılık gece olsa,
Günlerin sonu gelse,
Baş başa kalan olmaz ki...
Sorsalar dile gelmez,
Derdime umar olmaz,
Sonsuzu bulan olmaz ki...
Gökyüzü bizi görse,
Tanrı'nın eli değse,
Müjdemi alan olmaz ki...
Zarife'yle Aleks'in şarkısıdır, bilen bilir.
Sene...birkaç sene önce...uykum kaçtı,
kalktım tv açtım adetim hilafına, öyle salak salak zaplıyorum. Elveda
Rumeli'nin tekrarına denk geldim, ilgimi çekti kaldım.
Dizi oynamış bitmiş, ben oturup izlememişim
hiç ama duymuşluğum var, güzel şeyler söylendiğini de biliyorum, öyle piyasa işi
bir şey değilmiş, tiyatro kafası.
Denk geldiğim yeri 43. bölümün sonuymuş, son
5-10 dakikası. Aman Allah'ım o ne kriz, gecenin üçünde içimde bütün yataylar
dikey oldu, kalakaldım öyle, uyku iyice gitti! Ramiz Efendi'nin Zarife-Aleks
nikahına izninin olmadığını beyan ettiği sahneydi.
Bölüm finalinde sahne yarım kalıyor, hemen
internetten 44. bölümü buldum devamını izledim. O sahne 80 küsur bölümlük
dizinin tamamını izlememe sebep olmuştu ancak o düzeyde bir sahneye denk
gelmedim, en baba yerinden başlamışım meğer.
Tüm diziyi değilse de 43. ve 44. bölümün
izlenmesini tavsiye ederim, mevzu anlaşılıyor zaten.
Sahnede erkekliğin tarifi var. Erkekliğin
alamet-i farikaları diyebileceğimiz cesaret, kararlılık ve kendini vakfetmenin
tamamına Aleks'in şahsında şahit oluyoruz. (Ertan Saban oynuyor, muhteşem oynuyor) Aleks hayatını, her şeyini
muazzam bir kararlılıkla ortaya koyuyor Zarife'si için, dünyayı karşısına
tereddütsüz alıyor.
Ama Zarife de Zarife yani, o "her şey"e kesinlikle değer. Aynı
kararlılıktan onda da var, Aleks için her şeye göğüs germeye hazır. (Zarife'yi
de Filiz Ahmet muhteşem oynuyor)
Sadece ikisi değil herkes muhteşem oynuyor
sahnede, o da ayrı. Abanmışlar yani!
Bu Zarife'yle Aleks meselesi, Tahir'le Zühre
meselesi, Leyla'yla Mecnun meselesi gibi bir mesele...o kadar güzel
yazmışlar-oynamışlar, yetmemiş altına öyle bir müzik yapmışlar ki "hedefini
bulmuş ok" nedir anlıyorsunuz, böyle bir şeyin olabileceğine inanmayanı
bile inandırmaya muktedir sahici bir aşk anlattıkları. Çok da duru, tertemiz.
Aleks; Zarife'yle evlenebilmek için dininden dönüp
Müslüman olduğu, takiyye yaptığı iddialarına, neden-nasıl Müslüman olduğunu
açıklar nitelikte şu cevabı veriyor:
Allah güzelliğini insana en sevdiğinin
yüzünde gösterirmiş, ben Allah'ın ne kadar güzel olduğunu Zarife'nin yüzünde
gördüm, öyle Müslüman oldum.
(Ben bunu yazmıştım galiba daha önce)
Samimiyetini Zarife'yi de ihmal etmeden arz
eden şu ifade...tam bir belagat harikası! Şeriat'a ters düşmeden Tasavvuf'u tek
cümlede anlatıyor bu ifade. Ve de aşkı!
O zaman düşünmüştüm ben...bu bir denk düşme
midir, iki gerçek aşk insanının zaman-mekan olarak denk düşmesi midir...yoksa
birbirlerini mi dönüştürmüşlerdir?
Yani Aleks, Zarife'yi tanımadan önce Aleks
olduğunu, Zarife de Aleks'i tanımadan Zarife olduğunu biliyor muydu? Kendilerini
biliyorlar mıydı bu insanlar, içlerindeki potansiyel ateşin farkındalar mıydı? Yoksa
ulaştıkları makama birbirlerini mi ulaştırdılar?
Daha kısa sorayım: İnsanın bir Zarife'si
olursa Aleks olabilir mi?
Cevap bu ikisinin birleşimi...yani hem o öze
sahip olman gerekiyor hem de o özü harekete geçirecek bir Zarife bulman, iki
şartlı bir gerektirme. Zor iş!
Yazının adı bu sebepten "Karşılıklılık",
daha önce bu konuyu Asiye-Sultan üzerinden anlatmıştım.
O yazıda "Sultan neden yaşadığını
bilmektedir" yazmıştım.
Birgün bir şey görürsün ve neden yaşadığını
anlarsın. Görmezsin ya da ne bileyim...
"Aşkım seni aşırı çok seviyorummm"
diye sayısız nara attıktan 6 ay sonra müthiş bir iç rahatlığıyla gidip
başkasıyla evlenebilen bunca sahte özneyle iç içe, bunca plastik duygunun
içinde...bunca yalana şahitlik ederek...o kadar çok vakit geçirdik, bu sahtelikle
o kadar övür olduk öyle kanıksadık ki...Aleks, Sultan ütopik kahramanlar gibi
geliyor artık. Varlar mı gerçekten? Zarife var mı?
Yine bir çağrışım kazasına uğradım bu akşam.
İlgisiz bir yerde bir müzik duydum, o müzik
bana yukarıdaki linteki şarkıyı hatırlattı-dinlettirdi, derken oturdum 43.
bölümü baştan aşağı izledim ve... belki de hiç şahidi olmadığım-tanımadığım o "gerçek
şeyler"le nostaljik bağlar kurdum.
Hep derim, nostalji negatif bir duygudur, uzak
durulasıdır, iyi bir şey değildir.
Peki bilinmeyene nostalji?
Nostalji değil bu aslında başka bir şey:
insanın kendine hasreti.
Daha doğrusu insanın kendisi olmaya duyduğu
özlem.
İnsanoğlu öyle hamdır ki "Tanrı'nın eli
değse" bile "müjdeni alan olmaz", bu kadar hoyrattır.
Peki ya sen?
"Bu da benim eşim-sevgilim" diye
tanıştırabileceğin birini bulmak, tahsil, iş-güç, hayırlısıyla bir yuva kurmak,
çoluk çocuk filan...bunlar kolay işler.
Asıl dert şu: Bir Zarife'n yoksa kendin olamazsın,
bir karşılığın yoksa sen sen olamazsın.
Bonus: Enstrümantal halini ararken buldum,
güzel yapmışlar:
https://www.youtube.com/watch?v=EZvcxEwxJr4
Başka bonus:
https://www.youtube.com/watch?v=AgYInFFiWvM
(Fena bu yalnız)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder