2 Aralık 2015 Çarşamba

OLMAK YA DA...OLMUŞ GİBİ GÖRÜNMEK - 2

Ön not: Bu yazıyı bir öncekinin yazının devamıymış gibi yayınlayacağım fakat ilk yazdığım yazı budur aslında, hayli zaman önce yazmış ama yayınlamamışım. Bazı paragrafları önceki yazıda zaten bahsetmiş olduğum şeylerden bahsettikleri  için çıkardım. İlk yazının devamından ziyade yaması gibi düşünülmeli bu yazı:

 Komplo teorisi falan değil, anlaşılması gayet kolay bir gerçeklik şu içinde yaşadığımız. Ama derya içinde olup da deryayı bilmeyen balık gibi hiç bir şeyin farkında olmadan yaşamak mümkün.

1945 sonrası kurulan yeni dünya düzeninin çalışma prensibi tüketim üzerine kuruludur. İnsanların toplu halde yönetilebilmek için tüketmek zorunda oluşları her şeyin temelini oluşturur. "Sorgulama, alternatif arama, ne yapacağına karar vermek için ne düşüneceğine karar vermek için başkalarına bak...onay beklentisi içinde ol.  Neyin iyi neyin kötü olduğunu seçmen için onayımıza ihtiyacın var."

Bütün mesele bu, anlaşılması hiç de zor değil.

Özgürlük diyorlar. Koca bir yalan. Demokrasi de öyle, yalan.Çocuğunun okul standartlarını komşu çocuğununkine benzetmek zorunda olan insan özgür olamaz. Neyin ihtiyaç neyin değil olduğunu biz belirlemiyoruz.

1945 sonrası soyut sanatın pompalanması, güya spontane gelişmiş bir akım olan çiçek çocuklar üzerinden seksin pompalanması, sübliminal mesajların genelde sekse dair olması, "inanırsan yaparsın" ana fikirli Hollywood filmleri, feminizmin kendisi, moda, kişisel gelişim adı altındaki herkesin her şeye layık olduğu ana fikirli kandırmaca, her türden medya, zengin hayata ayna kabilinden diziler, afrika'daki hayvanları korumayı aşırı önemseyen iyilik sever batılılarla dolu belgeseller, pazar  ekleri...ve daha pek çok şey hep dönmeye devam etmek zorunda olan tüketim çarkının dönmesi için alınmış tedbirlerdir. Neyin nasıl bu çarka destek verdiğini anlatması uzun, tarihçe konuşmak istemiyorum, derdim bu gün ne halde olduğumuz.

Bütün sistem gösterme ve rol model olarak özendirme üzerinden işliyor.

Yetenek yarışmalarında kamera 10 saniye sahnede yeteneğini sergileyen kişiyi gösterirse 10 saniye de jüriyi gösterir. Sergilenen yetenek hakkında ne düşünmesi gerektiğine jürinin yüz ifadesine bakarak karar verir izleyici  farkında olmadan. Neyi beğenip neyi beğenmeyeceğimize kerameti kendinden menkul 3-5 kıtipyos karar verir yani. Neden bu kadar ünlü olduğunu, ne vasfı ne yeteneği olduğunu bilmediğimiz biri gözümüzün gördüğü hakkında ne düşünmemiz gerektiğini bize söyler.

Daha pek çok tv yayınının izleyicinin değer yargılarını nasıl belirlediğini, nasıl onay beklentisi yarattığını anlatırsam yazı çok uzar.

Yaptıklarınızın, alışkanlıklarınızın uygun olması yetmez, başkaları tarafından da yapılıyor olması ve kabul görmesi gerekir. Size ait sandığınız pek çok fikir de size ait falan değildir.

Medyanın topluma etkisi tek taraflıdır, bir yayın var ve o yayına maruz kalan toplum var. Son 10 yıldır ise etkileşimin çift taraflı olduğu, kişinin kendisinin de etkide bulunabildiği sosyal medya var hayatımızda. Toplumu şekillendirmek adına şu an asıl yük de bu sosyal medyanın sırtında.

Yıldız olmak isteyen ama yıldız olmak için geçerli gerekçelere sahip olmak gerektiğini düşünmeyen insanların hüzünlü çabalarıdır bunlar. "Hülya Avşar bu kadar meşhur, muteber ve zenginse ben neden olamayayım?" Hülya Avşar'ın ve benzerlerinin misyonu budur, topluma verdikleri alt mesaj budur. İnsanlarda medyada olamasa bile sosyal medyada "kendi çapında efsane" olma isteği yaratan şey, fenomen olma isteği yaratan şey iste bu absürdlüklerdir.

Değişen şeyi aslında çok basittir. Eskiden "öyle olmak" mühimken bu gün "öyleymiş gibi görünmek" yeterli hale gelmiştir. Liyakat tecavüze uğramıştır.

Aristokrasi sadece  kağıt üzerinde kalktı dünyadan. Gerçek asil efendilerin gerçek efendiler olarak kalmaya devam etmesi için asil olmayan gönüllü  tüketici kalabalıklarına ihtiyaçları var. Örtülü bir savaş icra edildi ve o savaş çoktan kaybedildi.

Son bir şey:
Bunların farkında olmak sistemin dışına çıkmak için yeterli değil asla. Bir efendinin olduğunu fark etmek seni o efendiye itaat etmekten alıkoyamaz. Şu yazıda yazdıklarımın hiç birinin istisnası değilim. Özgür falan olmadığımın, köle olduğumun farkındayım sadece o kadar.

Son not: Oldukça uzun arayla yazılmış iki yazı arasında anlatım bakımından yüksek bir ton farkı var. Beni de rahatsız etti bu sakillik ama...bu da böyle olsun napalım?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

ÇOK GÜZELSİN GİTME DUR NOKTASI

Şahsi tarihimizin tekerrür ede ede gözümüze sokmaya çalıştığı toplamda sadece tek bir şey vardır belki de: O aslında öyle değil. Taz...