Ön not: Bu yazıyı bir öncekinin yazının devamıymış gibi
yayınlayacağım fakat ilk yazdığım yazı budur aslında, hayli zaman önce yazmış
ama yayınlamamışım. Bazı paragrafları önceki yazıda zaten bahsetmiş olduğum
şeylerden bahsettikleri için çıkardım.
İlk yazının devamından ziyade yaması gibi düşünülmeli bu yazı:
Komplo teorisi
falan değil, anlaşılması gayet kolay bir gerçeklik şu içinde yaşadığımız. Ama
derya içinde olup da deryayı bilmeyen balık gibi hiç bir şeyin farkında olmadan
yaşamak mümkün.
1945 sonrası kurulan yeni dünya düzeninin çalışma
prensibi tüketim üzerine kuruludur. İnsanların toplu halde yönetilebilmek için
tüketmek zorunda oluşları her şeyin temelini oluşturur. "Sorgulama,
alternatif arama, ne yapacağına karar vermek için ne düşüneceğine karar vermek
için başkalarına bak...onay beklentisi içinde ol. Neyin iyi neyin kötü olduğunu seçmen için
onayımıza ihtiyacın var."
Bütün mesele bu, anlaşılması hiç de zor değil.
Özgürlük diyorlar. Koca bir yalan. Demokrasi de öyle,
yalan.Çocuğunun okul standartlarını komşu çocuğununkine benzetmek zorunda olan insan
özgür olamaz. Neyin ihtiyaç neyin değil olduğunu biz belirlemiyoruz.
1945 sonrası soyut sanatın pompalanması, güya spontane
gelişmiş bir akım olan çiçek çocuklar üzerinden seksin pompalanması, sübliminal
mesajların genelde sekse dair olması, "inanırsan yaparsın" ana
fikirli Hollywood filmleri, feminizmin kendisi, moda, kişisel gelişim adı
altındaki herkesin her şeye layık olduğu ana fikirli kandırmaca, her türden
medya, zengin hayata ayna kabilinden diziler, afrika'daki hayvanları korumayı
aşırı önemseyen iyilik sever batılılarla dolu belgeseller, pazar ekleri...ve daha pek çok şey hep dönmeye
devam etmek zorunda olan tüketim çarkının dönmesi için alınmış tedbirlerdir.
Neyin nasıl bu çarka destek verdiğini anlatması uzun, tarihçe konuşmak
istemiyorum, derdim bu gün ne halde olduğumuz.
Bütün sistem gösterme ve rol model olarak özendirme
üzerinden işliyor.
Yetenek yarışmalarında kamera 10 saniye sahnede
yeteneğini sergileyen kişiyi gösterirse 10 saniye de jüriyi gösterir.
Sergilenen yetenek hakkında ne düşünmesi gerektiğine jürinin yüz ifadesine
bakarak karar verir izleyici farkında
olmadan. Neyi beğenip neyi beğenmeyeceğimize kerameti kendinden menkul 3-5
kıtipyos karar verir yani. Neden bu kadar ünlü olduğunu, ne vasfı ne yeteneği
olduğunu bilmediğimiz biri gözümüzün gördüğü hakkında ne düşünmemiz gerektiğini
bize söyler.
Daha pek çok tv yayınının izleyicinin değer yargılarını
nasıl belirlediğini, nasıl onay beklentisi yarattığını anlatırsam yazı çok
uzar.
Yaptıklarınızın, alışkanlıklarınızın uygun olması yetmez,
başkaları tarafından da yapılıyor olması ve kabul görmesi gerekir. Size ait
sandığınız pek çok fikir de size ait falan değildir.
Medyanın topluma etkisi tek taraflıdır, bir yayın var ve
o yayına maruz kalan toplum var. Son 10 yıldır ise etkileşimin çift taraflı
olduğu, kişinin kendisinin de etkide bulunabildiği sosyal medya var
hayatımızda. Toplumu şekillendirmek adına şu an asıl yük de bu sosyal medyanın
sırtında.
Yıldız olmak isteyen ama yıldız olmak için geçerli
gerekçelere sahip olmak gerektiğini düşünmeyen insanların hüzünlü çabalarıdır
bunlar. "Hülya Avşar bu kadar meşhur, muteber ve zenginse ben neden
olamayayım?" Hülya Avşar'ın ve benzerlerinin misyonu budur, topluma
verdikleri alt mesaj budur. İnsanlarda medyada olamasa bile sosyal medyada
"kendi çapında efsane" olma isteği yaratan şey, fenomen olma isteği
yaratan şey iste bu absürdlüklerdir.
Değişen şeyi aslında çok basittir. Eskiden "öyle
olmak" mühimken bu gün "öyleymiş gibi görünmek" yeterli hale
gelmiştir. Liyakat tecavüze uğramıştır.
Aristokrasi sadece kağıt üzerinde kalktı dünyadan. Gerçek asil
efendilerin gerçek efendiler olarak kalmaya devam etmesi için asil olmayan
gönüllü tüketici kalabalıklarına
ihtiyaçları var. Örtülü bir savaş icra edildi ve o savaş çoktan kaybedildi.
Son bir şey:
Bunların farkında olmak sistemin dışına çıkmak için
yeterli değil asla. Bir efendinin olduğunu fark etmek seni o efendiye itaat
etmekten alıkoyamaz. Şu yazıda yazdıklarımın hiç birinin istisnası değilim. Özgür
falan olmadığımın, köle olduğumun farkındayım sadece o kadar.
Son not: Oldukça uzun arayla yazılmış iki yazı arasında anlatım bakımından yüksek bir ton farkı var. Beni de rahatsız etti bu sakillik ama...bu da böyle olsun napalım?
Son not: Oldukça uzun arayla yazılmış iki yazı arasında anlatım bakımından yüksek bir ton farkı var. Beni de rahatsız etti bu sakillik ama...bu da böyle olsun napalım?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder