9 Aralık 2015 Çarşamba

KUYU

Askerliğimi bir muhafız bölüğünde yedek subay olarak yaptım.
Bir sabah kardeş bölükteki bir asker teslim edildi bana, kaçmasın diye iki muhafız asker ve bir sıhhiye uzman çavuşuyla beraber. Görevim askeri önce hastaneye, oradan mahkemeye oradan da cezaevine götürmekti. Evraklar, kayıtlar falan.
Asker silahla yaptığı bir şakanın sonunda yanlışlıkla en yakın arkadaşını öldürmüştü.
Teslim aldığımda arkadaşının öldüğünü henüz bilmiyordu, yaralı sanıyordu. Biz biliyorduk gerçeği. Mahkemede savcı suçunu hakime açıklarken öğrendi öldüğünü.
Çocuk ayakta zor duruyordu. Kaçmasın diye görevlendirilmiş iki silahlı muhafız askere gerek bile yoktu aslında, çocuk bırak kaçmayı destek olmadan ayakta bile duramıyordu. Onu ayakta tutansa kollarına girmiş muhafızlardı, ironikti. Muhafızların çocuğa yürürken destek vermesine hayli tereddüt ettikten sonra izin verdiğimi hatırlıyorum.
Ayakta duramamasının sebebi aşırı üzgün oluşuydu, yoksa bir yarası-hastalığı falan yoktu. Ruhsal olarak bitikti. Uzun yol boyunca benim karşısında oturduğumun farkında bile olmayan bu çocuğu büyük bir dikkatle izlemiştim. Bir şeyi anlamaya çalışıyordum.
Bu asker en yakın arkadaşını kazayla da olsa öldürmüş olmanın üzüntüsünden mi bu haldeydi yoksa ömrünün mühim bir kısmını hapiste geçireceğinden mi? Cevabı bulamayabilirdim, ya da bana cevabı getirecek doneyi o esnada dikkatim onda olmadığı için kaçırabilirdim. Bu sebepten tamamen ona konsantreydim. Öğrendim sonunda.
En yakın arkadaşı umrunda bile değildi. “Bana ne olacak?” kaygısıydı onu yere seren. Bir öyle zannetme hali falan yok, üzüntüsünün asıl sebebini birden fazla ispatla öğrenmiştim.
Böyle bir durumda herkesin vereceği tepki aynı olmaz elbette, farklı kişiler farklı oranda üzüntülerden mürekkep duyguların altında ezilebilir…fakat o gün insanın kendini önemsemesine resmen elimle dokundum ben, içimizdeki karanlık bencilliği gözlerimle gördüm.

Deveyi yardan uçuran bir tutam ottur. İsteklerimizin celladımız olabileceği daha güzel anlatılamazdı, bayılırım bu atasözüne. Zekamızın, hatta aklımızın bize düşmanlık edebileceğinden, zarar verebileceğinden daha önce de bahsetmiştim. Kendimizi düşünürken kendimizi yaralamalarımızın tarihi derin, örneği çok…

Sultan makakamı’ndan bir sahne :
(linkin açılmadığının farkındayım, zorlamayın açılmaz, okumaya devam)

Sahneyi, diziyi izlememiş olanlar için biraz açıklayasım var. İçeri sonradan giren siyah deri montlu kişinin adı Sefer’dir. Çok pis aşıktır. Aşık olduğu için de aşık olduğu kızı kendisi için istemektedir…ama kız oralı bile değildir. Sol eli yaralıdır-sarılıdır. Bu aşk ve isteme hali, bir yanlış anlamayla ve aşkın verdiği aptallıkla birleşince sevdiği kız tarafından bir çatal sokulmuştur çünkü eline boylu boyunca. Asıl yara ise tahmin edileceği üzere kalbindedir. Bu sebepten fena halde bünyesini alkole boğası vardır gün ortasında.
Gün ortasında alkole ihtiyaç duymak konusunda yalnız değildir. İçeride oturan siyah kazaklı, ağzının üstü yaralı kişinin adı da Sultan’dır. O da aşıktır. Asiye…hem aşık olduğudur hem de karısı, adam karısına aşık, süper! E kavuşmuş işte, derdi neymiş? O hayatının anlamı kişi, aşkı, karısı Asiye, bir konuda Sultan’a güvensizlik göstermiştir. Meselenin aslını Sultan’a açık açık sormuş, “bir kere soracağım ve ne söylersen inanacağım.” diye de eklemiştir. Ama Sultan cevap vermemiş, sadece “böyle güvenmemek var mıydı?” diyerek kırgınlığını beyan etmiştir. Onu gün ortası rakıya muhtaç bırakan sebep de bu kırgınlıktır.
Sultan, Sefer’in yüzüne bakıp, Sefer’deki yoğun aşk salaklığına hafifçe gülümsedikten sonra şu muhteşem repliği patlatır suratının orta yerine:
-      Denize bak oğlum, martıları seyret. Yırtıkla sökükle yorma kafanı.
Bir duble rakıyı kafasına diktikten sonra da işin içine kendini de katarak devam eder:
-      Kendi üstümüze titremekten yorgunuz biz. Kaybolsak ne olacak ki? Güneş doğmaktan vaz mı geçecek?
Sonra Necati Abi alır sazı eline…pek çok güzel bir şeyler de o söyler ama…oralar ayrı bir fasıl, asıl konumuzun dışında.

Şimdi izleyin: 

Bu yazının ana fikri o ki…yani diyeceğim şu ki…kendi üstümüze titremekten yorgunuz biz.

Bizim şu vicdanlar üstü bencilliğimiz, merhametler gömen bencilliğimiz, sürekli bir şeyler isteyen hallerimiz, o şeyleri hep kendimiz için istemelerimiz varken başka cellada gerek var mı?

Susamışız ve su istiyoruz. Sudan başka muradımız yok, sudan başka düşüncemiz yok. Ama kuyu o tarafta değil.

Not:
İste peykanın gönül hicrinde şevkum sakin et.
Susuzam, bir kez bu sahrada menüm çün are su.
Fuzuli

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

ÇOK GÜZELSİN GİTME DUR NOKTASI

Şahsi tarihimizin tekerrür ede ede gözümüze sokmaya çalıştığı toplamda sadece tek bir şey vardır belki de: O aslında öyle değil. Taz...