Askerliğimi bir muhafız bölüğünde yedek subay olarak
yaptım.
Bir sabah kardeş bölükteki bir asker teslim edildi bana,
kaçmasın diye iki muhafız asker ve bir sıhhiye uzman çavuşuyla beraber. Görevim
askeri önce hastaneye, oradan mahkemeye oradan da cezaevine götürmekti.
Evraklar, kayıtlar falan.
Asker silahla yaptığı bir şakanın sonunda yanlışlıkla en
yakın arkadaşını öldürmüştü.
Teslim aldığımda arkadaşının öldüğünü henüz bilmiyordu,
yaralı sanıyordu. Biz biliyorduk gerçeği. Mahkemede savcı suçunu hakime
açıklarken öğrendi öldüğünü.
Çocuk ayakta zor duruyordu. Kaçmasın diye
görevlendirilmiş iki silahlı muhafız askere gerek bile yoktu aslında, çocuk
bırak kaçmayı destek olmadan ayakta bile duramıyordu. Onu ayakta tutansa
kollarına girmiş muhafızlardı, ironikti. Muhafızların çocuğa yürürken destek
vermesine hayli tereddüt ettikten sonra izin verdiğimi hatırlıyorum.
Ayakta duramamasının sebebi aşırı üzgün oluşuydu, yoksa
bir yarası-hastalığı falan yoktu. Ruhsal olarak bitikti. Uzun yol boyunca benim
karşısında oturduğumun farkında bile olmayan bu çocuğu büyük bir dikkatle
izlemiştim. Bir şeyi anlamaya çalışıyordum.
Bu asker en yakın arkadaşını kazayla da olsa öldürmüş
olmanın üzüntüsünden mi bu haldeydi yoksa ömrünün mühim bir kısmını hapiste
geçireceğinden mi? Cevabı bulamayabilirdim, ya da bana cevabı getirecek doneyi
o esnada dikkatim onda olmadığı için kaçırabilirdim. Bu sebepten tamamen ona
konsantreydim. Öğrendim sonunda.
En yakın arkadaşı umrunda bile değildi. “Bana ne olacak?”
kaygısıydı onu yere seren. Bir öyle zannetme hali falan yok, üzüntüsünün asıl
sebebini birden fazla ispatla öğrenmiştim.
Böyle bir durumda herkesin vereceği tepki aynı olmaz
elbette, farklı kişiler farklı oranda üzüntülerden mürekkep duyguların altında
ezilebilir…fakat o gün insanın kendini önemsemesine resmen elimle dokundum ben,
içimizdeki karanlık bencilliği gözlerimle gördüm.
Deveyi yardan uçuran bir tutam ottur. İsteklerimizin
celladımız olabileceği daha güzel anlatılamazdı, bayılırım bu atasözüne. Zekamızın,
hatta aklımızın bize düşmanlık edebileceğinden, zarar verebileceğinden daha
önce de bahsetmiştim. Kendimizi düşünürken kendimizi yaralamalarımızın tarihi
derin, örneği çok…
Sultan makakamı’ndan bir sahne :
(linkin açılmadığının farkındayım, zorlamayın açılmaz,
okumaya devam)
Sahneyi, diziyi izlememiş olanlar için biraz açıklayasım
var. İçeri sonradan giren siyah deri montlu kişinin adı Sefer’dir. Çok pis
aşıktır. Aşık olduğu için de aşık olduğu kızı kendisi için istemektedir…ama kız
oralı bile değildir. Sol eli yaralıdır-sarılıdır. Bu aşk ve isteme hali, bir
yanlış anlamayla ve aşkın verdiği aptallıkla birleşince sevdiği kız tarafından
bir çatal sokulmuştur çünkü eline boylu boyunca. Asıl yara ise tahmin edileceği
üzere kalbindedir. Bu sebepten fena halde bünyesini alkole boğası vardır gün
ortasında.
Gün ortasında alkole ihtiyaç duymak konusunda yalnız
değildir. İçeride oturan siyah kazaklı, ağzının üstü yaralı kişinin adı da
Sultan’dır. O da aşıktır. Asiye…hem aşık olduğudur hem de karısı, adam karısına
aşık, süper! E kavuşmuş işte, derdi neymiş? O hayatının anlamı kişi, aşkı,
karısı Asiye, bir konuda Sultan’a güvensizlik göstermiştir. Meselenin aslını
Sultan’a açık açık sormuş, “bir kere soracağım ve ne söylersen inanacağım.” diye
de eklemiştir. Ama Sultan cevap vermemiş, sadece “böyle güvenmemek var mıydı?”
diyerek kırgınlığını beyan etmiştir. Onu gün ortası rakıya muhtaç bırakan sebep
de bu kırgınlıktır.
Sultan, Sefer’in yüzüne bakıp, Sefer’deki yoğun aşk
salaklığına hafifçe gülümsedikten sonra şu muhteşem repliği patlatır suratının
orta yerine:
- Denize
bak oğlum, martıları seyret. Yırtıkla sökükle yorma kafanı.
Bir duble rakıyı kafasına diktikten sonra da işin içine
kendini de katarak devam eder:
- Kendi
üstümüze titremekten yorgunuz biz. Kaybolsak ne olacak ki? Güneş doğmaktan vaz
mı geçecek?
Sonra Necati Abi alır sazı eline…pek çok güzel bir şeyler
de o söyler ama…oralar ayrı bir fasıl, asıl konumuzun dışında.
Şimdi izleyin:
Bu yazının ana fikri o ki…yani diyeceğim şu ki…kendi
üstümüze titremekten yorgunuz biz.
Bizim şu vicdanlar üstü bencilliğimiz, merhametler gömen
bencilliğimiz, sürekli bir şeyler isteyen hallerimiz, o şeyleri hep kendimiz
için istemelerimiz varken başka cellada gerek var mı?
Susamışız ve su istiyoruz. Sudan başka muradımız yok,
sudan başka düşüncemiz yok. Ama kuyu o tarafta değil.
Not:
İste peykanın gönül hicrinde şevkum sakin et.
Susuzam, bir kez bu sahrada menüm çün are su.
Susuzam, bir kez bu sahrada menüm çün are su.
Fuzuli
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder