Bundan önceki son iki yazıda da aynı şeyden bahsetmişim. Ana
fikri söylemeden aynı şeyi orasından burasından anlatıp duruyorum. Bu da aynı
konulu üçüncü yazı.
İşçi aylığıyla evini zar zor geçindiren bir adam olsun ve
bu adamın tek lüksü her ay başında sokağının başındaki kebapçıda yediği bir
porsiyon çiğ köfte olsun. Adam hem çiğ köfteyi çok seviyor hem de iddiası o ki
dünyanın en iyi çiğ köftesi o varoş kebapçıdaki bilmem kim ustanın elinden
çıkmakta. Bir gün bir asker arkadaşı
tesadüf ediyor, “oturalım bir yerde bir şeyler yiyelim” derken asker arkadaşı
bizimkini bmw bilmem kaç arabasına koyup gayet lüks bir restorana götürüyor. Normal olarak
çiğ köfte istiyor bizimki ve yedikten sonra anlıyor ki…dünyanın en iyi çiğ
köftesi o varoş kebapçıdaki değilmiş, çamur gibi bir şeymiş hatta bu yediğinin
yanında.
O lüks restorana tekrar gitme imkanı olmadığını da hesaba
katarak…
Soru: Adamımız bir kereliğine de olsa harbi mi harbi bir
porsiyon çiğ köfte yediği için karda mıdır yoksa her ay başında “dünyanın en
iyi çiğ köftesi”nden yeme lüksünden olduğu için zararda mıdır? Bu zengin asker
arkadaşı iyilik mi etmiştir kötülük mü bizimkine? Daha basit sorayım; her ay
yediği çamurun dünyanın en iyi çiğ köftesi olmadığı gerçeğiyle yüzleşmek
adamımızı nasıl etkilemiştir?
Cevap: Olgunlaşmıştır adamımız çünkü yanlış bildiği bir
şey doğruya evrilmiştir. Bu olgunlaşmanın faturası da eldeki tek lüksünden
olmuş olmasıdır.
Haz ve anlam, bütün mesele bu. Anlamın besleyicisi
gerçekler, hazzın besleyicisi ise yalanlar.
Bişi vardır, değerli bişi. Bir güzel fikir, bir değerli ihtimal.Senindir. Senin olduğu için
alır içine sokarsın. Gerçekmiş gibi içinde taşırsın. İçinde taşıdığın “gerçek”
sana haz verir. Sonra gün gelir o şeyin aslında sana ait olmadığını hatta hiç
olmadığını öğrenirsin. “Gerçek” bile değilmiş? (Türlü versiyonlarıyla herkesin başına
gelmiştir bu) Artık içinde taşımayacağına mı yoksa bunca zaman beyhude
taşıdığına mı daha çok yanarsın? Meşrebe göre farklılık arz eder bu sorunun
yanıtı. Burada da bir kar-zarar hesabı olduğu kesin. Neticede olan hep aynıdır
ama; gerçekler nefes almayı zorlaştırır.
Mutluluk denen hazdan layıkıyla nasiplenebilmek için
yalanlarıyla güzel öpüşebilmeli insan. Bir yerlerde yazmıştım bunu daha önce, şişmiş
yalan balonunu gerçeklik iğnelerinden iyi sakınmak lazım. Öyle her doğruyu
öğrenmek için götüne çok güvenmemeli
insan. (Bir Türk gereklilik kipli cümle kuruyorsa anlayın ki gerçekleşecek olan
o cümlenin tam tersidir.)
İnsan kendisini en çok da merakından korumalı.
Zaman parametresi var bir de. İlanihaye bir devamlılık beklentisi
şirk kokar. Bu gün beyaz olan taş yarın kararır. (Güneş, oksijen falan) Taşın
rengine dair tüm zamanları içeren (dehr) varılacak yargılar yanlış olmaya
mahkumdur. Derya içre olup da deryayı bilmeyen balık türünden bir açmazdır bu,
hem zamanın içinde olup hem de zamanı anlayamazsın ki. Portakal gibi işte yani... Portakalı anlayıp da ne yapacaksın be adam, yesene.
Düş peşime Olric!
NOT:
Konuyla çok alakası
yok aslında da... Infamous filminden bir sahne paylaşasım var.
Bu adamın anlattıkları
farklı zamanlarda aklıma gelir dururdu, sabah "tam olarak ne diyodu lan
bu?*" fikriyle izledim tekrar, monitör görüntüsünü de kameraya çektim.
Öyle çok da derin şeyler söylemiyormuş amcam ama söylediklerinde hak payı yüksek. Bu repliklerin aklıma gelip durmasına sebep de tek bir şeyi çok doğru yaparak rüzgarlara karşı nasıl daha dirençli olabileceğimizi içselleştirememiş olmam sanırım...ama adam haklı.
Öyle çok da derin şeyler söylemiyormuş amcam ama söylediklerinde hak payı yüksek. Bu repliklerin aklıma gelip durmasına sebep de tek bir şeyi çok doğru yaparak rüzgarlara karşı nasıl daha dirençli olabileceğimizi içselleştirememiş olmam sanırım...ama adam haklı.
Gereklilik kipli
anafikir: Hayatta en az bir şeyi doğru yapmalı.
Küçük not: Infamous güzel filmdir, Truman Capote'un gerçek hikayesini anlatır. Aynı hikayeyi neredeyse birebir anlatan "Capote" diye bir film daha var ki o daha güzeldir, izlenecekse Capote izlenmelidir. Ben niyeyse ikisini de izlemişim! Philip Seymour Hoffman, Capote'daki performansıyla Oscar almıştı.
Küçük not: Infamous güzel filmdir, Truman Capote'un gerçek hikayesini anlatır. Aynı hikayeyi neredeyse birebir anlatan "Capote" diye bir film daha var ki o daha güzeldir, izlenecekse Capote izlenmelidir. Ben niyeyse ikisini de izlemişim! Philip Seymour Hoffman, Capote'daki performansıyla Oscar almıştı.
Meşhuur "To Kill
A Mockingbird" filminin aynı adlı romanının yazarını da Capote'un
arkadaşı olarak izliyoruz her iki filmde. (Bkz. lüzumsuz bilgiler)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder