14 Eylül 2015 Pazartesi

MELANKOMİK NOTLAR - 24

3 yazıyı birleştirip tek yazı yaptım, tarihsel çelişkiler olabilir.

Odanın camını açtığımda üşüyorum, kapattığımda fazla sıcak oluyor. "Ne yapsan olmaz" mevsimi.

Mina Urgan, Bir Dinazorun Anıları'nda (bu kitabı yazarken 80 yaşında falandı) artık çok vakti kalmadığı için kitap okuma zevkini şansa bırakamayacağını, bu yüzden de daha önce okuyup çok zevk aldığını bildiği kitapları tekrardan okumayı tercih ettiğini yazmıştı.
Bu düşünce bende zincirleme sorulara sebep olmuştur hep. Kitap zevkinin şansa bırakılamayacağı yaş nedir? Yeni şeyler öğrenmeye de kapanıyorsun, bu caiz midir? Bu soruların üstüne Sartre'ın Duvar'ı da binince...düşünmemek daha iyi!

Yahya Kemal 100 yıl geç doğsaydı bu gün 31 yaşında olurdu. Ne yapardı acaba, şiir yazar mıydı gene? Yoksa komik Twitter fenomeni olmaya mı çabalardı? Atatürk 1919'da 38 yaşındaydı, 10 yıl geç doğsaydı Samsun'a çıkmak için fazla genç olurdu ve tarihe geçen bir şahsiyet olmayabilirdi.
Erken yahut geç doğduğu için değerinden eksiğine bozdurulmuş bir dünya insan...dan bahsetmek mümkün mü ki? Gayet de mümkün.

Suzi (kedim) kucağımda biraz fazla yattığında ve artık gitmesini istediğimde sigara paketine uzanıyorum. Yakmasam bile anında uzuyor. Çok manidar!

Bu arada Suzi kendini kanguru sanıyor. Yatağın kendine ait olan kısmında nenem gibi oturmuş buluyorum bazı sabahlar. Öyle kısa falan değil, uzun uzun oturuyor bu halde, hiç görmemiştim böyle kedi, cinsinden midir nedir?

Baki ve Fuzuli çağdaştır ve birbirlerinden haberdardırlar. Görüşmeyi de çok istemişler ama mümkün olamamış. Baki İstanbul'da oldukça üst düzey bir bürokrat (Rumeli kazaskeri-Anadolu kazaskeri), Fuzuli ise Kerbela'da maaşlı bir seyis...ve tanışmak istiyorlar. Statü farkının liyakatte eriyip gitmesine çok güzel bir örnektir bu. Tanışabilselermiş keşke.

Saksı çiçekleri susuzluğa oldukça dayanıklı canlılardır...bu tezi ispatladım son zamanlarda!

Dün akşama kadar canım bir şey çekti. Düşün düşün bulamadım. Düşünmek de saçma bir şey böyle bir şey için, düşünerek bulunmaz ki canının ne çektiği, bilirsin zaten. Bilemedim işte.  Elma, dondurma, taze fındık, ceviz denedim, hiç biri değildi. Geçti sonradan kendiliğinden de hala düşünüyorum, dün acaba canım ne çekti?

Birinin 5 yıldır hiç değiştirmeden kullandığı profil fotoğrafının senin elinden çıkmış olması güzel. "Kendisini en güzel bulduğu fotoğraf"ı sen  çekmişsin,  afferim sana.

İnsanlar kaderi bir türlü doğru anlayamıyor. Kader denen şey her şeyi hakkıyla bilen Yaratıcı'nın yarattıklarının nerede ne zaman ne yapıyor olacağını daha onları yaratmadan bilmesinden başka bir şey değildir ki. Allah'a inanıyorsan kadere mantıken zaten inanmak zorundasın. Birbiriyle etkileşim halinde bir çok cüzzi irade var ve o iradelerin nelere sebep olacağını O'nun önceden biliyor olması olan şeylerde o cüzzi iradelerin etkisi olmadığı manasına gelmez. Bu hesapla "kadercilik" ne ola ki? Yok böyle bir şey, kader var sadece, kadercilik yok. Ha, belirleyemediğin parametrelerin sonuçlara etkisini kabullenmek  ise kadercilikten kasıt, buna da "tevekkül" deniyor  ki  o vardır ve  insanları çıldırmaktan koruyan pek güzel bir şeydir. "Yan gelip yatayım, kaderim nasıl olsa belli" şeklinde bir düşüncenin ne akılda ne de dinde yeri var.
Adam gibi tedbir almadığı için iki büyük faciaya sebep olan Arabistan'ın müftüsünün "e bu kaderdir" şeklindeki açıklamaları ve buna destek veren söylemler getirdi bunları aklıma. Allah Arabistan devletinin ahmakça işler yapıp bu facialara sebep olacağını bildiği için o insanların kaderi o şekilde ölmek oldu, Arabistan devleti ahmakça davranmayacak olsaydı Allah bunu yine bilirdi ve o insanların kaderi böyle olmazdı.

Karacaköy'ün çingeneleri ne güzeldi. Neşeli ve cana yakınlar ama hiç sırnaşık değiller. Para falan da istemiyorlar hiç. Çok sevdim. 

Bu arada şimdi aklıma geldi, çok uzun süredir profil fotosu olarak kullanılan bir fotoğrafım daha var :) Ama şimdi aklıma gelen fotoğrafçı değil, yukarıda yazdığım pek çok fotoğrafçı ahbabı olan bir fotoğrafçıydı, deminki daha mühim yani.

Okuduğum kitapları notlar alarak okumak istiyorum ve o notları bilgisayara almak istiyorum. Ama tercihim uzanarak okumaktan yana. Bilgisayarın yanına yatak mı atsam ki? Off, ne saçma bir derdim var!

En güzel fotoğraflar gözünle çektiklerindir. Tekrarı yoktur, sonradan ne kimseye gösterebilirsin ne de kendin görebilirsin. Bu hesapla bütün yazılanlar değersiz. Bunun ne demek olduğunu biliyorum, daha doğrusu hissediyorum ama  açıklaması pek mümkün değil.

Camera raw'ı  CR2 uzantılı raw dosyasını açabilir hale getirmeyi başardım nihayet, çocuk gibi mutluyum :)

Şehir içi trafik düzenlemesi yapanların düzenlemeden anladığı yasaklamaktan ibaret. Burdan bu tarafa gitmek yasak, şurdan şu tarafa yasak. 50 metre uzaktaki noktaya ters olduğu için 3 kilometre dolaşarak varıyorsun. Akılları sıra akışı sağlıyorlar da araçların daha uzun süre trafikte kalmasına sebep oldukları için yoğunluğu arttırdıklarını hesap etmiyorlar. Genel olarak hesap etmiyorlar zaten, kafa “ben yetkiliyim, bu böyle olsun” kafası.

Ne muhteşem bir şarkıdır, açtım dinledim şimdi nereden geldiyse aklıma. Annem rahmetli de çok severdi. Zaten neyi çok sevsem O’nun çok sevdiği çıkmıştır hep. Favori şarkılarımız da ya hep rasttır ya da uşşak makamı. Bir numaralarımız farklıydı yalnız, Ben Safiye Ayla’yı ayrı tutarken onun favorisi Hamiyet Yüceses’ti.  Bir de genç kızlığına dair bir anekdotu ilk defa anlatıyormuş gibi anlatır dururdu. Ben de bozmazdım, ilk anlatıyormuş gibi dinlerdim. “Zeki Müren’in genç zamanları, radyoda rast şarkılar söylüyor ki, off off! Camdan babamı gözlerdim, baktım ki geliyor, elimi radyonun düğmesine atardım. O yaklaştıkça ben sesini kısardım, o yaklaştıkça ben sesini kısardım. En son kapıyı açardı, “çıt” kapatırdım radyoyu.”
Bu ”çıt”ı da her seferinde unutmaz, kesin söylerdi.
Zeki Müren’in cinsel tercihlerine yönelik rivayetler o zamanlar da var olduğu için dedem (sert adam) radyoda onun dinlenmesini yasaklamış. Kendisi de Münir Nurettin hayranıymış, konserlerine gidermiş sürekli…eski zamanlar işte.

Geçen bir fotoğraf gezisinde habersizden ciddi ciddi gülen bir fotoğrafım çekilmiş. Çok hoşuma gitti, fotoğraflarda gülemiyorum çünkü. Habersiz olunca oluyormuş demek :)

Milli takım nihayet sevindirdi. Buna da şükür.

Instagram’da @ yazdıktan sonra kişinin adını yazıyordum uzun uzun. Meğer isminin üzerine uzun basılı tutunca otomatik çıkıyormuş. Bunu bu kadar geç keşfettiğim için kendime fena halde öfkeliyim!

Kelimelik’e kötü sardım gene. Oyun mu görev mi belli değil!



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

ÇOK GÜZELSİN GİTME DUR NOKTASI

Şahsi tarihimizin tekerrür ede ede gözümüze sokmaya çalıştığı toplamda sadece tek bir şey vardır belki de: O aslında öyle değil. Taz...