3 yazıyı birleştirip tek yazı yaptım, tarihsel çelişkiler olabilir.
Odanın camını açtığımda üşüyorum, kapattığımda fazla sıcak oluyor. "Ne
yapsan olmaz" mevsimi.
Mina Urgan, Bir Dinazorun Anıları'nda (bu kitabı yazarken 80 yaşında
falandı) artık çok vakti kalmadığı için kitap okuma zevkini şansa
bırakamayacağını, bu yüzden de daha önce okuyup çok zevk aldığını bildiği
kitapları tekrardan okumayı tercih ettiğini yazmıştı.
Bu düşünce bende zincirleme sorulara sebep olmuştur hep. Kitap zevkinin şansa bırakılamayacağı yaş nedir? Yeni şeyler öğrenmeye de kapanıyorsun, bu caiz midir? Bu soruların üstüne Sartre'ın Duvar'ı da binince...düşünmemek daha iyi!
Bu düşünce bende zincirleme sorulara sebep olmuştur hep. Kitap zevkinin şansa bırakılamayacağı yaş nedir? Yeni şeyler öğrenmeye de kapanıyorsun, bu caiz midir? Bu soruların üstüne Sartre'ın Duvar'ı da binince...düşünmemek daha iyi!
Yahya Kemal 100 yıl geç doğsaydı bu gün 31 yaşında olurdu. Ne yapardı acaba, şiir yazar mıydı gene? Yoksa komik Twitter fenomeni olmaya mı çabalardı? Atatürk 1919'da 38 yaşındaydı, 10 yıl geç doğsaydı Samsun'a çıkmak için fazla genç olurdu ve tarihe geçen bir şahsiyet olmayabilirdi.
Erken yahut geç doğduğu için değerinden eksiğine bozdurulmuş bir dünya
insan...dan bahsetmek mümkün mü ki? Gayet de mümkün.
Suzi (kedim) kucağımda biraz fazla yattığında ve artık gitmesini
istediğimde sigara paketine uzanıyorum. Yakmasam bile anında uzuyor. Çok
manidar!
Bu arada Suzi kendini kanguru sanıyor. Yatağın kendine ait olan kısmında
nenem gibi oturmuş buluyorum bazı sabahlar. Öyle kısa falan değil, uzun uzun
oturuyor bu halde, hiç görmemiştim böyle kedi, cinsinden midir nedir?
Baki ve Fuzuli çağdaştır ve birbirlerinden haberdardırlar. Görüşmeyi de çok
istemişler ama mümkün olamamış. Baki İstanbul'da oldukça üst düzey bir bürokrat
(Rumeli kazaskeri-Anadolu kazaskeri), Fuzuli ise Kerbela'da maaşlı bir
seyis...ve tanışmak istiyorlar. Statü farkının liyakatte eriyip gitmesine çok
güzel bir örnektir bu. Tanışabilselermiş keşke.
Saksı çiçekleri susuzluğa oldukça dayanıklı canlılardır...bu tezi
ispatladım son zamanlarda!
Dün akşama kadar canım bir şey çekti. Düşün düşün bulamadım. Düşünmek de
saçma bir şey böyle bir şey için, düşünerek bulunmaz ki canının ne çektiği,
bilirsin zaten. Bilemedim işte. Elma, dondurma, taze fındık, ceviz
denedim, hiç biri değildi. Geçti sonradan kendiliğinden de hala düşünüyorum,
dün acaba canım ne çekti?
Birinin 5 yıldır hiç değiştirmeden kullandığı profil fotoğrafının senin
elinden çıkmış olması güzel. "Kendisini en güzel bulduğu fotoğraf"ı
sen çekmişsin, afferim sana.
İnsanlar kaderi bir türlü doğru anlayamıyor. Kader denen şey her şeyi
hakkıyla bilen Yaratıcı'nın yarattıklarının nerede ne zaman ne yapıyor
olacağını daha onları yaratmadan bilmesinden başka bir şey değildir ki. Allah'a
inanıyorsan kadere mantıken zaten inanmak zorundasın. Birbiriyle etkileşim
halinde bir çok cüzzi irade var ve o iradelerin nelere sebep olacağını O'nun
önceden biliyor olması olan şeylerde o cüzzi iradelerin etkisi olmadığı
manasına gelmez. Bu hesapla "kadercilik" ne ola ki? Yok böyle bir
şey, kader var sadece, kadercilik yok. Ha, belirleyemediğin parametrelerin
sonuçlara etkisini kabullenmek ise kadercilikten kasıt, buna da
"tevekkül" deniyor ki o vardır ve insanları
çıldırmaktan koruyan pek güzel bir şeydir. "Yan gelip yatayım, kaderim
nasıl olsa belli" şeklinde bir düşüncenin ne akılda ne de dinde yeri var.
Adam gibi tedbir almadığı için iki büyük faciaya sebep olan Arabistan'ın
müftüsünün "e bu kaderdir" şeklindeki açıklamaları ve buna destek
veren söylemler getirdi bunları aklıma. Allah Arabistan devletinin ahmakça
işler yapıp bu facialara sebep olacağını bildiği için o insanların kaderi o
şekilde ölmek oldu, Arabistan devleti ahmakça davranmayacak olsaydı Allah bunu
yine bilirdi ve o insanların kaderi böyle olmazdı.
Karacaköy'ün çingeneleri ne güzeldi. Neşeli ve cana yakınlar ama hiç
sırnaşık değiller. Para falan da istemiyorlar hiç. Çok sevdim.
Bu arada şimdi aklıma geldi, çok uzun süredir profil fotosu olarak
kullanılan bir fotoğrafım daha var :) Ama şimdi aklıma gelen fotoğrafçı değil,
yukarıda yazdığım pek çok fotoğrafçı ahbabı olan bir fotoğrafçıydı, deminki
daha mühim yani.
Okuduğum kitapları notlar alarak okumak istiyorum ve o notları bilgisayara
almak istiyorum. Ama tercihim uzanarak okumaktan yana. Bilgisayarın yanına
yatak mı atsam ki? Off, ne saçma bir derdim var!
En güzel fotoğraflar gözünle çektiklerindir. Tekrarı yoktur, sonradan ne
kimseye gösterebilirsin ne de kendin görebilirsin. Bu hesapla bütün yazılanlar
değersiz. Bunun ne demek olduğunu biliyorum, daha doğrusu hissediyorum
ama açıklaması pek mümkün değil.
Camera raw'ı CR2 uzantılı raw dosyasını açabilir hale getirmeyi
başardım nihayet, çocuk gibi mutluyum :)
Şehir içi trafik düzenlemesi yapanların düzenlemeden anladığı yasaklamaktan
ibaret. Burdan bu tarafa gitmek yasak, şurdan şu tarafa yasak. 50 metre
uzaktaki noktaya ters olduğu için 3 kilometre dolaşarak varıyorsun. Akılları
sıra akışı sağlıyorlar da araçların daha uzun süre trafikte kalmasına sebep
oldukları için yoğunluğu arttırdıklarını hesap etmiyorlar. Genel olarak hesap
etmiyorlar zaten, kafa “ben yetkiliyim, bu böyle olsun” kafası.
Ne muhteşem bir şarkıdır, açtım dinledim şimdi nereden geldiyse aklıma.
Annem rahmetli de çok severdi. Zaten neyi çok sevsem O’nun çok sevdiği
çıkmıştır hep. Favori şarkılarımız da ya hep rasttır ya da uşşak makamı. Bir
numaralarımız farklıydı yalnız, Ben Safiye Ayla’yı ayrı tutarken onun favorisi
Hamiyet Yüceses’ti. Bir de genç kızlığına dair bir anekdotu ilk defa
anlatıyormuş gibi anlatır dururdu. Ben de bozmazdım, ilk anlatıyormuş gibi
dinlerdim. “Zeki Müren’in genç zamanları, radyoda rast şarkılar söylüyor ki,
off off! Camdan babamı gözlerdim, baktım ki geliyor, elimi radyonun düğmesine
atardım. O yaklaştıkça ben sesini kısardım, o yaklaştıkça ben sesini kısardım.
En son kapıyı açardı, “çıt” kapatırdım radyoyu.”
Bu ”çıt”ı da her seferinde unutmaz, kesin söylerdi.
Zeki Müren’in cinsel tercihlerine yönelik rivayetler o zamanlar da var olduğu için dedem (sert adam) radyoda onun dinlenmesini yasaklamış. Kendisi de Münir Nurettin hayranıymış, konserlerine gidermiş sürekli…eski zamanlar işte.
Zeki Müren’in cinsel tercihlerine yönelik rivayetler o zamanlar da var olduğu için dedem (sert adam) radyoda onun dinlenmesini yasaklamış. Kendisi de Münir Nurettin hayranıymış, konserlerine gidermiş sürekli…eski zamanlar işte.
Geçen bir fotoğraf gezisinde habersizden ciddi ciddi gülen bir fotoğrafım
çekilmiş. Çok hoşuma gitti, fotoğraflarda gülemiyorum çünkü. Habersiz olunca
oluyormuş demek :)
Milli takım nihayet sevindirdi. Buna da şükür.
Instagram’da @ yazdıktan sonra kişinin adını yazıyordum uzun uzun. Meğer
isminin üzerine uzun basılı tutunca otomatik çıkıyormuş. Bunu bu kadar geç
keşfettiğim için kendime fena halde öfkeliyim!
Kelimelik’e kötü sardım gene. Oyun mu görev mi belli değil!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder