Bana diyor ki: kuzeydoğu yönünde ilerle!
Ulan kuzeydoğuyu bulup arabanın burnunu o tarafa çevirecek
kapasite bende olsa senle ne işim olur ki?
Sevilmiyorsun navigatör kadın!
Kimseyi kendisinden kurtaramazsın… demiş biri, güzel
demiş, amenna.
Kitaplarım da filmlerim gibi bir Excel dosyasında
listeli. Uzun zamandır yapmamıştım, geçen yoklama yaptım, bir sürüsü yok! Malum
hikaye, veriyorsun birine okusun diye, geri gelmiyor, kime verdiğin de artık aklında
değil.
Canımı yakan mülkiyet aşkı değil asla ancak şöyle bir
durum var; o kayıp kitaplar hep çok sevdiklerim. Zaten çok sevmesen birine
tavsiye etmezsin, vermezsin, eksilenlerin hep sevdiklerin olması çok mantıklı da…
ama bu haksızlık yani!
Kaç kez “artık kimseye kitap vermicem” diye söz
vermişimdir kendime bilmiyorum, o sözü tutabilir hale gelmeyi umuyorum.
İnancım o ki insanın son anda ıskaladığı belalar için
etmesi gereken şükür, ele geçirdiği nimetlere etmesi gereken şükürden daha
fazladır. Genel konuşmayayım tabi de…bana öyle geliyor.
Yani; aksiyonun da hayırlısı.
Hollywood hastalığı diye bir şey var. Bazen çok orijinal
ve güzel bir şey buluyorlar ama o güzelliği Hollywood şablonlarına ve klişelerine
bulamaktan alıkoyamıyorlar kendilerini. Güvenlik hissiyle yapıyorlar bunu sanırım
ancak ortaya çıkan şey üzerine yer yer ketçap dökülmüş tatlı gibi bir şey
oluyor. Yazık yani.
Bu tatlı üzerine ketçap işinin tersi var bir de.
Son dönemlerde pıtrak gibi pırtlayan tek filmlik Türk
yönetmenleri tatlı mı tuzlu mu belirsiz saçma sapan filmler üretiyor, tek
seferde turnayı gözünden vurmak için benzersiz bir "ilk film"e imza
atmak şeklinde bir motivasyonları var, bu yüzden şablon kullanmıyorlar. Çok
büyük cesaret gerektiren bir şeydir bu, kendilerinden çok daha yetkin Hollywood
leşkerleri bile şablonun güvenlik şemsiyesinden vazgeçemiyorken bunlarınki nasıl
bir deli cesaretidir?! Sonuç fena oluyor tabi, iddialarının altında kalıyorlar.
Bizim de vaktimizi yakıyorlar beyhude yere :p
Loving Vincent’i izleyeceğim bu akşam, umarım sükut-u
hayale uğramam, beklenti çok yüksek. Uzun zamandır da ilk defa sinemaya gitmiş
olacağım, pörtlek mısır da alalım bari. (Şaka şaka, film esnası ağız hışırtısı çok kötü bişidir, siz de yemeyin)
Lüzumsuz insanlar sümük gibidir, sümkür gitsin :p
Twitter’ı müzik hatırlatıcısı olarak kullanıyorum,
Facebook zaten daimi lunaparkım da bu Instagram ne ayak ki? Periyodik olarak
fotoğraf yüklemek, takip ettiklerimin fotolarına like atmak sanki vazifemmiş
gibi bir durum… yüklediğim fotoların da hepsi benim bebeem gibi filan! Manalı
gelmiyor artık ama açıp bakmadan da edemiyorum, böyle yarı paralize bir hal. Resmen
yönetiliyorum/yönetiliyoruz.
Öteki manasız uygulama da Kelimelik. Sürekli aynı harften
2-3 tane veriyor, hiç sesli vermiyor, bir bahtsızlık bir bahtsızlık, ifrit
ediyor beni ama hala nedense oynamaktan geri duramıyorum.
Bu arada dünyadaki en yaygın lisan: manasızca.
Bu dile bigane kalma şansım varmış gibi şikayetleniyorum.
Laf işte benimki de.
Ya tabi yiyin çok lazımsa da film başlamadan mısırla işiniz bitmiş olsun lütfen :)
Ya tabi yiyin çok lazımsa da film başlamadan mısırla işiniz bitmiş olsun lütfen :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder