25 Ocak 2018 Perşembe

BENİM İÇİN NEYİN VAR?

Çok eski okuduğum bir şiir vardı, Kafkas Türkçesiyle yazılmıştı sanırım, çok aradım bulamadım Google’da, aklımda kaldığı kadarıyla şunları anlatıyordu:
Bir delikanlı soğuk bir kış günü hayvan otlatmaktan köyüne dönüyor, dönüş yolunda birileriyle karşılaşıyor ve her karşılaştığı ona bir şey soruyor. Kasap “bana ne zaman hayvan getireceksin?” diye soruyor, hayvan sahibi biri “güzel otladı mı hayvanlar” diyor. Nişanlısıyla karşılaşıyor, o da “bana ne getirdin?” diye soruyor, en son eve girmek üzereyken babası görüyor ve o da bir işi soruyor, “hallettin mi?” diye soruyor.
Eve girdikten sonra annesi görüyor çocuğu ve o da soruyor: aç mısın?

Şiiri bulabilseydim böyle uyduruk anlatmak zorunda kalmazdım ama eldeki imkanlar bu kadar maalesef. Şunları okuyan biri şiiri biliyor olsa da gönderse bana keşke.

Benim için neyin var?

Bütün ilişkiler hep bu soruya bağımlı hatta bu soru üzerine bina… maddi ya da manevi, benim için neyin var? Eğer sonrasında bana kaz vereceksen sana tavuk da veririm ama önce bana kazı göster, benim için neyin var?
Sadece annesi midir insana karşılığını aklına bile getirmeden bir şeyler veren ya da biraz daha genişletelim, sadece kan bağımız olanlar mıdır?

“Herkes benden parça istiyor” demişti birisi bana bir keresinde. Etkilenmiştim bu sözünden, ne zaman emanet ettiğim bir parçamın başına bir iş gelse, ne zaman bir parçam eksilse hep bu cümle geldi aklıma, hatta bakış açısı haline dönüştü. “Kanımı mı görmek istiyor acaba, bir parçamın peşinde mi?” soruları eşliğinde inceledim bazı kişileri-durumları, anlamaya çalıştım hep, benden ne istiyor?

Eski zaman, çok da eski değil, iki sene filan öncesi…birisi, kan bağım olmayan bir kız, bir anda gürültüyle ağlamaya başlamıştı. Ne olduğunu, neden ağladığını anlamamıştım, paniklemiştim. Sorduğumda da ağlamaktan söyleyememişti, ancak bir müddet sonra sakinleşince öğrenebilmiştim sebebini: ben o sıralarda kötü hissettiğim için ağlıyormuş.
Sadece benim içinmiş ağlaması!
Canımın çok sıkkın olmasının sebepleriyle kendisinin zerre alakası yoktu, tamamen onun dışında şeylerdi. Dahası benden zerre beklentisi yoktu, olamazdı da, öyleydi yani buna çok emindim. Sadece ve sadece canım sıkkın diye ağlamıştı, o kadar ki o anda belki teselli görmesi gereken ben iken teselli etmeye çalışmıştım telaşla.

Bu sahne hala aklıma bazen gelir ve ne zaman gelse yamulurum, çok derinimde güzel-minnetli şeyler hissederim. Şu anda da yamuldum.
Neden bu kadar güçlü bu sahne? Örneğine çok az rastlanır türden de ondan, çok perakende!
Perakende ama tek de değil tabi ki, saf bir minnetle yad ettiğim başka sahneler-insanlar da var ama o kadar azlar ki.
Çok seyrek görsem hatta hiç görmesem bile aklımdan çıkmaması gereken insanlar var, ne güzel.
Az olmaları şanssız filan olduğumdan değil, bilakis şanslıyım bu konuda ben. Kan bağına sahip olmadığım insanların içinde beni sadece ben olduğum için el üstünde tutan, benim için güzel bir şeyler yapmayı tasarlayan, buna çaba sarf eden insan sayısının ortalamanın üzerinde olduğunu biliyorum, şükranlar içindeyim onları bana gönderene… ama yine de sayılarının oran olarak ne kadar az olduğunun farkındayım.
İnsanoğlunun varsayılan ayarıdır bu, hep sorar: benim için neyin var?

Sadece iş ilişkileri değil, pek çok gönül ilişkisi bile bu soruyla kirlenmiştir.
Halis bir niyet şu dünyada en az bulunanlardandır.

Faust romanı bu fikirle son bulur, insan ancak başka insanların hayrı için çaba göstermeye “çok güzelsin gitme dur” diyebilir. Yunus Emre bu sebep-sonuç ilişkisini bir adım daha ileri götürür ve “severiz yaratılmışı Yaradan’dan ötürü” der.
Birine, birilerine, hem de hiç tanımadığı birilerine karşılık beklemeden bir şeyler vermekte çok zarif güzellikler saklıdır. Zor iştir, herkese göre değildir o zarif güzelliklerin ayrıdına varmak. Dünyaya yaşamak, hep yaşamak için geldiğini zanneden insanın en öz işi verirken bile karşılığında ne alacağını hesaplamaktır.
Çok az insanın nasibi vardır bu zarafetten.

İnsan bu hesaplama işinde o kadar ustadır ki “saf iyilik” görüntüsündeki faaliyetlerinde bile görünmez niyetler gizlidir. Nitekim kötülüklerin çoğu size hep “sizin iyiliğiniz için” yapılır. Kötülüğün çok maskesi vardır ama en sevdiği maske “iyilik maskesi”dir.

Sadaka taşı diye bir taş varmış, kutu gibi bir taş. Günümüzde kalmamış bunlardan, eğer doğru biliyorsam sadece Üsküdar’da kalmış son bir tane ama o da çalışmıyor tabi ki. Osmanlı döneminde çalışıyormuş ama.
Camilerin kuytu bir köşesine konurmuş bu taş, genelde gecenin tenha vakitlerinde hayır yapmak isteyen "gereğinden fazla paranın sahibi olduğunu düşünen kişiler" gidip bu taşın içine imkanları nispetinde para bırakırmış. Tenha vakitte bırakıyorlarmış çünkü kimse görsün istemiyorlarmış, gizli bir iş bu. İhtiyaç sahipleri de gidip diledikleri kadar alıyormuş yine gizlice.
İşin en güzel tarafı, taşın içinde her zaman para bulunuyormuş, yani hiçbir ihtiyaç sahibi gidip bütün parayı almıyormuş. "Taşı patlatmıyor"muş!
Böyle verenin-alanın birbirini görmediği, pasif agresif tatminlere tamamen kapalı ve açgözlülükten tamamen azade bir sistem işte sadaka taşı… muhteşem! Osmanlı bir zamanlar güçlüyse tam da bu sebepten güçlüydü.
Bu sistemin bugün işlemesi? İmkansız.

İşte gecenin bir vakti insanı gizlice bir cami köşesindeki bir sadaka taşına yürütüp parasının bir kısmını oraya bıraktıran güç…bahsettiğim zarafetlerle yüklü güzelliklerin gücüdür. Daha çok insan olmak için vazgeçer insan bir miktar parasından ve daha çok insan olmak çok güzel hissettiren bir şeydir.
Peki kim görür içindeki bu güzelliği? Hiç kimse, sadece kendisi bilir. Parayı bırakırken selfi çekmez, yayın yapmaz güzelliğin gerçek olanına talip olan gerçek insan.

Pek çok şeyin çok fazla olduğu, pek çok şeyin de çok az bulunduğu, bolluk ve kıtlığın bir arada yaşandığı tuhaf-boktan-mekanik yıllar içindeyiz. O kadar ki “gerçek güzellikler”i görerek öğrenmek imkanından hayli mahrumuz, ancak kitaplarda okuyabiliyoruz belki…
Bununla birlikte…insanın içinde…eğer öldürmediyse…kendisine gerçek güzelliklerin nasıl şeyler olduğunu tarif edebilecek nurlu bir kutu da mevcuttur, sorarsanız anlatır size…ama dedim ya, eğer öldürmediyseniz!

2 yorum:

  1. Annem tarafından kökleri Kafkas'lara dayanan biri olarak şiiri merak ettim. Şiirin öyküsü yabancı gelmiyor.
    Senin yazdıkların ve hissettiklerin de...
    Su gibi akmış sözcükler, cümleler. Sanki okudukça tıkanmış, düğümlenmiş kanallar açılıyor ve insanın şükredesi geliyor; birileriyle hâlâ vitrinin dışında nefes alan şeylerle göz göze gelebilmek konusunda...
    Ellerine, düşün(cen)e ve yüreğine sağlık...
    .
    Özlem

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Beğenmene sevindim Özlem, pek çok teşekkür :)

      Sil

Öne Çıkan Yayın

ÇOK GÜZELSİN GİTME DUR NOKTASI

Şahsi tarihimizin tekerrür ede ede gözümüze sokmaya çalıştığı toplamda sadece tek bir şey vardır belki de: O aslında öyle değil. Taz...