9 Ağustos 2011 Salı

FACEBOOK PATOLOJİLERİ

“Evren’de ihmal edilecek kadar küçük bir noktayım ama beni ihmal etmeyin.”

Facebook neden bu kadar başarılı olmuş bir site? Binlerce benzeri açıldıktan kısa bir sonra vefat ederken Facebook nasıl bir fenomen haline dönüştü, nasıl dünyanın en büyük şirketlerinden biri haline geldi?

Bu sorunun yanıtı “konsept” olabilir. Zamana bağlı bir şekilde geliştirilmeye müsait ve birbirleriyle etkileşimli homepageler gibi düşünebiliriz sistemi ki oldukça akıllıca bir konsept bu. Başarısını arayüzlerinde aramak da mümkün. Bir de bu tarz yaygınlığı önemli ürünlerde bir numara olmak mühimdir, iyi bir çıkış yakalayıp bir numaraya oturduktan sonra sistem bir numaranın bir numaralığını pekiştirmeye yönelik çalışır, yaygın olan iyice yaygınlaşır, tutulur.

Uzman olmayan birinin basit bir akıl yürütmeyle bulabileceği basit sebepler bunlar ki “neden başarılı?” sorusu üzerinde akademik tezler üretilebilecek kadar önemli bir soru, o tezlerin de üretildiğinden hiç şüphem yok.

Bu yazının konusu bu değil ama…Facebook’un başarısını farklı bir yönden irdelemek niyetindeyim.

Facebook’u icat edenler insanların bir takım yerli-yersiz, sağlıklı-sağlıksız ihtiyaçlarını-taleplerini çok güzel etüd etmiş durumda ve bu ihtiyaca cevap verme halini nakde dönüştürmekle meşguller…

İnsanlar diyor ki : evet, evrende ihmal edilecek kadar küçük bir nokta olabilirim ama lütfen beni ihmal etmeyin! Bana bakın. Bakın ne güzel müzik zevkim var, paylaştığım şarkılardan anlayabilirsiniz, başka başka zevklerim de var, felsefeden anlarım, edebiyat bilirim, güzel sözler paylaşırım, hayata kafa yorarım, entelektüel kaygılarım  vardır, mizah anlayışım da iyidir, hadi bana bakın!
Bunlar çok masum ama, son derece kabul edilebilir, sağlıksızsıkla itham edilemez…
Bunlarla kalmıyor ki insan, demeye devam ediyor: hassas bir kalbim var, ruhumda acılar var, birileri var onlar umrumda değil (yani buraya yazacak kadar çok umursuyorum aslında), duygusal oldum, melankolik kaldım falan, hadi acılarıma saygı gösterin!
Acı sahibi olmak ruhsal derinlik alametiymiş gibi acılarını teşhir ediyor insancıklar ve tuhaf bir şekilde karşılığında saygı görmek istiyorlar…
Söylemeler bunlarla sınırlı değil, devam ediyor : şu an Tarabya’da bilmem ne club’da eğlenmekteyim, bir dünya arkadaşım var, sosyal ortamların aranılan eğlenceli kişisiyim ben, arkadaş gruplarım vardır, pek popülerimdir, şu gün şurada nasıl da eğlenmiştik di mi, ahan da fotoğraf… Sonra çok süper laf oturtmalarım vardır, zeka kokan cümlelerim, ince yanıtlarım vardır…
Sonra şikayetler, sitemler…İnsanlar küçük menfaatler için büyük dolaplar çevirmektedir, güvenecek insan kalmamıştır, insanlar ikiyüzlüdür, yalancıdır, kadir kıymet bilmez nankördürler…Bu kişi sevdimi tam sever ama sevgisine layık olunamaz genelde. Ama gittimi de gitmesini bilir, arkasına dönüp bakmaz, öyle de gururlu öyle de müdanasızdır falan…

Facebook’ta yalancının teki, itin teki, beş para etmezin teki olduğunu kabul ve beyan eden birine rastlayamazsınız. Güvenilmez olduğunu söyleyen birine, ahlaksız olduğunu kabul eden birine rastlayamazsınız, aramayın boşuna…Facebook'ta alçak yoktur:) Peki kim bu alçaklar acaba? Bilmem, onlar da bir face hesabı açarlarsa öğrenebilirim belki:)

Örnekleri arttırmak çok mümkün elbette ama gereksiz. Benim kaygım örneğini vermediğim bir patoloji türü bırakmamış olmak şu an ki galiba unuttuğum türler de var, aklıma gelirse eklerim sonra.

İnsanlar alkışa susamış. Alkış deniz suyu gibidir, içtikçe daha çok susatır, alkış geldikçe “daha çok alkış” için yeni yöntemler dener insan!
İnsanlar özdeğersizlik fikrinden, yetersiz oldukları düşüncesinden kurtulamıyor. Yetersiz olmadıklarına inanabilmek için başkalarının “sen yetersiz değilsin” demesine ihtiyaç duyuyor, başkaları “sen değerlisin” diyecek ki değersiz olmadığına inansın. Ama “sen yetersiz değilsin, değerlisin” diyenlerin samimiyetine inanmıyor olacak ki bu duymalar yetmiyor, daha çok daha çok duymak istiyor.
Ve insanlar yalnız. Fark edilmek istiyorlar, dokunmak, dokunulmak, duymak, duyulmak, görmek, görülmek istiyorlar. Kalabalık arttıkça yalnız olmadıklarına daha çok inanacaklar sanki…

Herkes böyle kullanmıyor Facebook’u, bu saydıklarımı yapanlar da ruh hastası değil muhtemelen. Ama insanların ruhları yaralı, yaralarını sergiliyorlar farkında olmadan.
Facebook anasayfası çok zaman gözüme “ağır ruhsal hasarlar müzesi” gibi görünüyor…"Kompleks teşhir standı" daha uygun bir tabir mi olurdu acaba? O her gün baktığım anasayfadan bahsediyorum, asla dışında olmadığım anasayfadan. Kurduğum hiçbir cümlenin dışında değilim. Evet, açık seçik gördüğüm bir çok patolojinin içinde görmüyorum kendimi ama o anasayfanın dışında da değilim asla.

5 yorum:

  1. Facebook cidden bizi yansıtıyor mu,duygularımızı beynimizde dolaşan tilkileri...ama bizi bizden uzaklaştırdığı kesin ama yine de seviyorum facei:)

    YanıtlaSil
  2. facebook hayatımızdaki tek acayip şey değil ki...bize yabancı tek şey de değil. egomuzun "bu ne?" diye ilk karşılaşmasından sonra alıp kendi işine yarar bi hale getirdiği bir dünya safsızlıktan sadece birisi.

    YanıtlaSil
  3. "Bilinmek isteme"nin mutant halleri...

    YanıtlaSil
  4. süper bir tarif...ayyynen öyle işte:)

    YanıtlaSil
  5. süper birinden başka türlü tarif gelemez zaten.

    YanıtlaSil

Öne Çıkan Yayın

ÇOK GÜZELSİN GİTME DUR NOKTASI

Şahsi tarihimizin tekerrür ede ede gözümüze sokmaya çalıştığı toplamda sadece tek bir şey vardır belki de: O aslında öyle değil. Taz...