25 Aralık 2017 Pazartesi

PERVASIZ PERVANELERE DE İÇMEK LAZIMDIR ARADA

Blue Valentine.

Bir film blogu açmış olsaydım yazacak hayli şeyim olurdu muhtemelen ama ilgimi çeken bir şey değil bu...ancak bazı filmler suskunluğu imkansız kılıyor, "demesem olmaz şimdi" durumu yaratıyor.
Bu da onlardan. Dün akşam izledim, fena halde fenaydı, hala etkisindeyim. İlk fırsatta da tekrar izleyeceğim.
Film tanrısı bayağı iyi davranıyor son zamanlarda bana, Pleasantville için 19 gün önce yazmışım, ondan sonra da Celda 211'i izledim ki Pleasantville'den çok daha iyi bir filmdi o ama onun için  bir şey yazmadım...içimde bir şeyler söyleme ihtiyacı doğması için filmin çok iyi olması yetmiyor, hem çok iyi olması hem de içimde mevzular açması gerekiyor.

Filmin adını yanlış koymuşlar yalnız, "requiem for a love" olmalıymış.

Erkekler daha duygusal. Böyle özetliyor erkek kahramanımız çok karışık bir konuyu:


2,5 sene önce bir yazıda kadınlar için şunları demişim ki hala sözümün arkasındayım:
Kainatın kadına biçtiği rol mucizelerin öznesi olmasıdır. Erkek bu mucizelere en fazla aracılık edebilir... bu mucizelere maruz kalır, şahit olur ancak erkek. Bu yüzden en büyük şairler hep erkeklerden çıkar.

Erkek aşka inanır, kadınsa aşka inandırılmaya inanır.
Kadının aşktan anladığı özel hissetmektir, erkeğin durumuysa daha karışıktır çünkü o mucizeye şahit olduğunu hissedendir. Erkek, mucizenin kendisinden daha çok etkilenir mucizeden. 

Film, bir kadın-erkek hikayesini muazzam bir gerçekçilikle anlatıyor, kamera da kadınla erkeğin tam ortasında duruyor, birine ötekinden 1 santim bile daha yakın değil. Alışılmadık biçimde yüzlere yapılan yakın çekimler hikaye örgüsüyle son derece uyumlu, yönetmen resmen duygulara yakın çekim yapmak istemiş, bu aşırı zor işin altından da alnının akıyla çıkmış. Bu haliyle hem çok başarılı bir psikolojik film hem de kadınla erkeğin birbirinden çok farklı biyolojik formasyonlarına dair ders niteliğinde. Yani dinlediğimiz hem iki kişinin hikayesidir hem de kadın milletiyle erkek milletinin hikayesi.

Pervaneyle ateşin hikayesi herkesçe malumdur, pervane denen uçucu böceğin ateşe doğru fena halde gidesi vardır, etrafında döner durur, çok yaklaşırsa da yanar. Önce kanatları tutuşur, sonra kendi. Önce uçamaz hale gelir, sonra ölür.
Bunun bilimsel açıklaması şöyleymiş: pervane ateşi Güneş sanıyormuş. Ateşin yarattığı aydınlık, vakti şaşırmasına sebep oluyormuş, gecenin yarısında gündüz oldu sanıyormuş, gündüze gitmek istiyormuş zavallıcık.
Koca dünyayı aydınlatabilme yeteneğine sahip Güneş elbette ki insan eseri kıytırık ateşlerle mukayese edilemeyecek kadar büyüktür ancak gayet boktan bir ironi olarak o muazzam ateş pervaneyi tutuşturmaz-öldürmez iken iki tane salak odunun ateşi pervaneye ecel olur, böyle de tuhaftır.

Erkeğin bir yarısı yırtıcı hayvan gibi, öteki yarısıysa pervane... Yırtıcı hayvan yarısı hayatta kalmak için, pervane kısmıysa hayatta kalışının anlamı.
Bu iki yarı % 50-50 değildir, adamına göre değişebildiği gibi aynı kişide zamanla da değişir bu oranlar.
Yırtıcı hayvan yarısı tanrı gibidir, kendine kul arar. Pervane tarafı ise kul gibidir, bağlanacak tanrı arar.
Arayan da bulur.
Kadının rolü ise daha edilgen, ateştir işte kadın. Doğası yanmaktır ama aynı zamanda yakabilir de. Hareketli olan ateş değil, pervanedir, o yüzden kadına "daha edilgen" dedim. Pervanesiz ateş meyustur evet ama ateş aynı zamanda pervaneyi yakmakta tereddüt göstermeyendir.
Daha doğrusu ateş yakmaz bile, pervane kendisi yanar.

Şu güven vermeyen, anlaşılmaz, ne zaman ne halt edeceği belirsiz erkekler yırtıcı hayvan tarafı gelişmiş, kendine kul arayan erkek tipidir. Çok fazla yaklaşmadan, o ateş senin bu ateş benim gezen böceklerdir bunlar, bağlanmazlar. İlgi gösterir sonra kaybolurlar, söz verir tutmazlar, bu "özgür ruhlu" halleri de her ateş için ayrı bir hayal kırıklığıdır. Twitter'da "şerefsiz" diye anlatılan arkadaşlar bunlardır.
Bu tipler ellerine güç geçirirse (para, yakışıklılık, atletik vücut, mevki, üniforma, ağzı laf yapma vs.)  acayip çekici olurlar kadınlar için. Kadın özel hissetmek ister ve kimseye bağlanmamış bu erkeğin kendisine bağlanmasını büyük bir onur kabul eder. Şu filmlerdeki sırtına binen herkesi fırlatıp atan vahşi ata binebilmek gibi işte, kadınların "başarı" dediği şey sütçü beygirine binmek değil o vahşi atı ehlileştirebilmektir. Binmeyi başardıktan sonra da sütçü beygirine çevirmeye çalışırlar o da ayrı, sadece kendilerinin binebildiği bir beygir tabi!..

Ama işler öyle yürümez...at gerçekten vahşiyse üstündekini atması uzun sürmez, üstündekini atmamayı seçerse de "mıymıntı beygir" olmakla suçlanır.



Hüzünlü di mi sahne? Çook.

Değerli bir erkeğin değerli bir aklı vardır, ağlamayan erkek değersizdir, akıllı bir erkek göz yaşlarını asla göstermez...şeklinde tutarsız-salakça bir sonuca varıyoruz buradan ancak kabul etmek gerekir ki "başarılı" erkekler bu salakça düsturu en iyi şekilde uygulayanlardır. Hayattan en yüksek puanları toplayanların en iyi yalancılar olması gibi bir şey işte bu...nerelerine sokacaklarsa artık o puanları :p
(Yalancı diye yalanı açığa çıkanlara deniyor, kötü yalancılardır yani bunlar, gerçek yalancılara kimse "yalancı" demez.)

Bu video başka bir filmden, bir romantik komediden. Soruyu soran Hindistan'lı tip tam bir "erkeğin orospusu" tipi, ne halt ettiği asla kestirilemeyen bir hedonist kaşar, yırtıcı yani. Kızın birine çarpıp pervaneye dönüşmek artık kaçınılmaz hale geldiğinde nasıl pervane olunacağını kadrolu pervaneye soruyor, ilginç bir çaresizlik içinde :) Bir insan benliğini kaybetmeden nasıl adayabilir kendini? Çok güzel soru. Net bir cevabı var mı, dinleyerek öğrenilebilir mi? Bilmem :)


Pervane tarafı baskın erkeklerse aşkın elinden sağ çıkamamaya programlıdır. "İyi insan"dır onlar...her türlü kötülüğü hak ettiği düşünülen, eziyet etmekte tereddüt edilmeyen erkekler. (Seveni üzerler, üzeni severler prensibi)
Yırtıcı hayvan tarafları zayıf olan bu erkekler kadınlar için kafa karıştırıcıdır çünkü erkek gibi görülmezler. "Erkeklik" diye algılanan şey o yırtıcı taraftır ve o tarafın zayıf olması kadında erkeğinin kendisini koruyamayacağı hissini doğurur. "Ne biçim erkeksin sen?" çıkışı tam da bunun ifadesidir, kadınına empati kurmayı abartmış pervane erkek, kadınsı olarak algılanır...kadına lazım olansa bir hemcins değil, sapına kadar bir erkektir.

Gerektiğinde başkalarını çok pis ısırabilecek ama kendisine % 100 sadık azgın bir köpek...gibi bir erkek ister işte kadın. (Uzun dişli köpek sahibini de ısırır. Türk atasözü)

Bağlılıkla bağımlılık konusunda baltanın taşa vurduğu nokta tam burasıdır. Kadın bağlılık ister, bağımlılık ise kadını boğar. Yırtıcı erkekte bağlılığı bulamaz, pervane erkekse bağımlılığıyla kadını boğar.

İşte böyle çok aşklı filan başlamış ilişkilerin kısa sürede birkaç çeşit boktanlıktan birine dönüşmesinin sebebi bu tarz yanılsamalardır, kadın bir vahşi ata meyleder, atın vahşi kalması bir sorun, beygire dönüşmesi başka türlü bir sorun teşkil eder. Adı aslında "tahammül" olan şeylere de "ilişki" derler sonra, "evlilik" filan derler ne bileyim. Hele bir de çocuk varsa, ört ki ölem yani!..
Dört duvarın arasında olanların hiç de gösterildiği gibi olmadığı da herkesin malumudur...malum. Dengede ve makul bir doyumla yürüyen ilişki oranıysa çok düşük. (Bkz. tüfülük)

Bu filmde yası tutulan bir adet aşk var, o da adamın kadına duyduğudur. Kadının adama bir aşkı hiç olmadı... Kadın, durum öyle gerektirdiği için pek çok kez "seni seviyorum" filan demiştir ama markette karşılaştığı eski madigudisiyle yaptığı kırıtık konuşmalar aslında "ne mal" olduğunu çok net gösterir. Aklı hala yırtıcı hayvandadır, pervanenin "iyi insan" olmasının onun için tek anlamı ona gönlünce eziyet etmeye hakkı olmasıdır. Market çıkışında yırtıcı hayvanla karşılaşmasını pervane kocasına söylemek hazzından da alıkoyamaz kendini. Pervane delirir normal olarak ve sonra kadın işler daha kötüye sarmasın diye iğrenç bir yalan söyler...hazzın fazlasının başına bela açmasından korkar kadın.
Ne yalan söyliim, o sahnede objektifliğime halel getirecek kadar tiksinti oluştu bende kadına karşı!
Kadının hayatına giren iki erkeğin kadınla sevişme pozisyonları da yırtıcının yırtıcılığını, pervanenin de pervaneliğini gösterir şekilde, özellikle göze sokmuş yönetmen o pozisyonları. Yırtıcı, pozisyon tercihiyle değersizleştiriyor, pervane ise değer verdiğini belli ediyor. Ama kadının nazarında değerli olan kendini değersizleştirendir... Tuhaf mı? Değil aslında.
Aslında iş daha da karışık...filmdeki kadını yöneten temel duygu öz değersizlik ve bu değersizlik hissinin kaynağı da babasının annesinin kişiliğine tecavüz edip durmayı bir "normal iletişim" haline getirmiş olmasıdır.  Annesi, babası olmadan hayatta kalamayacağını düşünmektedir ve babası da zalimin tekidir, karısına hem hayat hem de eziyet vermektedir. (Kötü huylu bir tanrı gibi, bkz. Zeus) Anasıyla babasının kim bilir kaç uzun yıllık evliliğinin özeti iğrenç bir çaresizlikten başka bir şey değildir yani. Kadının erkekler ve yaşamak konusundaki sakat algılarının kaynağı, annesiyle babasının berbat ilişkisine uzunca bir süre şahitlik etmiş olmasıdır. Kadının beyninde "ancak babam gibi bir hayvanla beraber olursam hayatta kalabilirim" şeklinde sakat bir kod var. Kendisine değer verildiğini hissettiğinde hayatı tehlikede sanıyor.
Velhasılı kadının benlik algısı asla sağlıklı değil, oldukça hastalıklı. Sebebi de ailesi.

Filmde pek güzel anlatılmış şeylerden biri de bağımlı pervanenin işler kötüye sarınca iyice bağımlı, iyice pervane olması, iyice kadınsılaşmasıdır. Hayat hem adil değil hem de çok gaddar di mi? Evet.

Şöyle bir muhteşem anonim söz var:
Şem için bu rütbe pervaneden.
Perva neden?

Şem, mum demek de ateş olarak algılamak daha doğru. Rütbeyse kimsenin umru değil :p

Bir erkek hayvanı...birçok ateşe yırtıcı hayvan gibi yanaşırken adı belli bir ateşe pervane olabiliyor. Kime neyi neden yaptığı tam olarak açıklanabilmiş değil, beyin kimyasallarıyla, aurayla filan ilgili, altın oran benzerliği (0,46) filan diyenler de var da... bilim insanlarının net bir mutabakatı yok bu konuda, aşırı fazla parametre olduğu için olacağı da yok. Olmasın da zaten, her şeyi sayılara sıkıştırmak çok sıkıcı...di mi?
Ayrıca... bazı müşküllerin çözümü yoktur.

Ders-i aşkın müşkilin Yahya nice halleylesin?
Söyleyenler kendini bilmez, bilenler söylemez.
Şeyhülislam Yahya

Yani...
1. mısra: ben (Yahya) aşk dersinin zorluğunu nasıl çözeyim?
2. mısra 1. anlam: aşk dersini anlatanlar aşkı tatmamıştır, bilmedikleri bir konuda ahkam kesen kendini bilmez kişilerdir, aşkı tatmış kendini bilen kişiler ise susulması gerektiğini bilir susarlar.
2. mısra 2. anlam: bu dersi anlatanlar aşkı tatmış ve aşktan kendini bilmez hale gelmiş kişilerdir ki bir kendini bilmezin sözü değersizdir, aşkı tatmadığı için kendini bilen olarak kalmış insanlarınsa aşk için söyleyebilecekleri değerli bir şeyleri yoktur, bu yüzden susarlar.

Not: Şeyhülislam Yahya'nın bu beyti, benim bildiğim eşsesli kelime kullanılmadan yapılmış tek tevriyedir. (Tevriye: çift anlam) Başka varsa da ben bilmiyorum. Beyit, bu özelliğiyle inanılmaz zekicedir, pek çok muhteşemdir. 
Şiire de bağladığıma göre gönül rahatlığıyla örtebilirim yazıyı artık :) 

Not 2: Pazartesi sabah körü yazmadım bu yazıyı, akşam hazır etmiştim ama yayınlayamadan uyuyakaldım. 

18 yorum:

  1. "kadrolu pervane" :) çok yaşa e mi? :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkürler, amin, bilmukabele :)
      Yorumun altına isim yazılması unutulmuş yalnız :)

      Sil
    2. Özür..

      Özlem Özkaya

      Sil
    3. ☺ Harika olmuş yine, ellerine sağlık ��✌

      Sil
    4. Teşekkür çok. Filmi muhakkak izle, çok muhteşem.

      Sil
    5. Kaçırır mıyım hiç? İlk fırsatta.. Teşekkür ederim ☺

      Sil
  2. Asiye'nin Sultan'a “cesaret ver” demesi de biraz aşkına inanmak istemesindendir.

    Kadın etrafında hoşuna giden bir pervane gördü mü daha bir alevli yanar, ama pervaneyi yakmadıkça kendi enerji kaynağından kullandığının farkında değildir. İlk başta acı bir zevk verir ona ama zamanla kendiyle daha fazla beslenemediğini farkeder. Söner.

    Bazı kadınlar da az alevlenir, enerjisini sakladığından daha sabırlıdır ama biraz da bu yüzden vuslata eremeyen kadınların gözleri donuktur. Bazısı onların soğuk olduğunu düşünür, aslında onlar tamamen sönmek istemezler. Serar..
    Not: Tam blog takipçisi oldum artık :)

    YanıtlaSil
  3. Ne kadar yanması gerektiğini hesaplamaya çalışan bir ateş...kadınların hesapçılığını ne güzel anlatmışsın farkındasın di mi Serar? :)
    Ki...ne kadar çok hesap, o kadar çok hesap hatası, o da ayrı :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yalnız birisinin mevzuyu açıklamak için Sultan Makamı'ndan örnek vermesi çok hoşuma gitti, çok teşekkür :)

      Sil
  4. Yah Hüseyin :)) Ben objektif kalmaya çalışarak yorum yapmak istedim. Kendim nasılım bilmiyorum ama hesapçılığı karşı taraftan çıkar sağlamak ya da onu değiştirmek için değil de denge kurmak için de olabileceğini düşünürsek amaç/sonuç burda tüfülük de olabilir. Hesap hata da verebilir, doğru çünkü insan kendini tanımlayamazken tüm sonuçları nasıl doğru tahmin edecek...
    Evet, Sultan makamının hoşuna gideceğini önceden hesaplamıştım :)))
    Serar..

    YanıtlaSil
  5. Aşıksan istesen de hesap olmaz, karşındakinin hesapçılığını farketmezsin bile, hesaplı aşk olmaz ki zaten... Aşk sonrası yanin senin tabirinle vuslatla beraber dengeyi tutturmak için beyni yormak bana yanlışmış gibi gelmiyor halen. Bim örneğinle verdiğin hesapçılık elbette olmaz. Not: Yah'ı şaşkınlık ifadesi olarak kullanmıştım, yazılı dil sanırım yanlış anlaşıldı.

    Biraz daha yazacağım sanırım, çünkü yazdığını bir daha okuyacağım akşam evden...

    YanıtlaSil
  6. Hüseyin'cim :)
    Elbette riskler karşılıklı alınmalı, bir taraf sadece verici diğer taraf alıcı olmamalı. Hesapçı ve riyakar biriyle karşılaşırsan zaten geri koşar adımlarla kaç bence de.
    Senin söylediklerini ben anladım, içini de elbette dök zaten de ben kendimi anlamadım neden kendimi savunuyorum ki ben riyakar hesapçılığı savunmadım ki.. Zaten sen de öyle düşünmemişsindir, çağrışım olmuştur değil mi? Yani öyledir. O kadar hesapsızca yazdım ki cümlelerim düşük oldu, idare et artık :)
    Not: Allah beni Facebook'ta seninle siyaset tartıştırmasın. Çok amin.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Serar'cığım, aynı cümleleri iki farklı şey için kurmaktan kaynaklı bir yanlış anlamaya müsait ortam oluşturduk :)
      Aşk ve ilişki...birbirinden çok farklı ancak birbirleri ile alakasız olmayan şeyler. Aşkın içinde hesap var ise bir riyadan söz edebiliriz çünkü aşkın hesapla işi olmaz, doğallığı bozan bir şeyler var demektir hesap var ise aşkta.
      Ancak ilişki akılla tanzim edilen, edilmesi gereken bir şey. Aşk dediğinin ömrü zaten en fazla 2-3 yıl ve vuslat gelirse aşk uzaklaşır. Hesaplar sahne alır yani, almalıdır.
      Ancak hesaplı bir aşktan sonra başlamış bir ilişkiden söz ediyorsak...balık baştan kokmuş demektir.
      Filmde anlatılan da bu zaten, başlangıçta bir taraf hesapsız iken öteki taraf hesaplı. Ve devamında gelişen ilişki de sakat doğuyor. Bir haksızlık var bu işte, adama çok yazık oluyor. Hesap işine bu perspektiften bakarsan bana hak verirsin :)
      Ya ben ne etmişim siyaset tartıştıklarıma yaa, aşk ol :)

      Sil
    2. :)) Evet, haklısın. Seyredeceğim filmi ilk fırsatta ;)

      Sil
  7. Okurken aklıma gelen tek kelime, 'âyan'oldu. Tebrik ederim. Filmi tabikide merak ettim.
    Yonca��

    YanıtlaSil
  8. Ne düşündüm biliyor musun!
    Hayatımın belli dönemleri net değildi, fluydu. Olgunluk dönemine doğru ilerlerken birçok mevzuda netlik olmaya başladığını hissediyorum. Herşey o kadar da karmaşık değil. Bu biraz beni boşluğa itiyor. Bu netlik!.. Bu aralar yaptığım şey (seratonin adına yada dopamin :) olasılıklarda gezinmek...
    Yonca...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. - Ayan kelimesini yazıda kullanmamışım, okurken akla düşme şeklini merak ettim,
      - Film aşırı tavsiye tabi ki...izle de konuşalım bi daha, hatta ben de ikinciye izleyeyim :)
      - Netlik-fluluk...fena halde bir didikleme isteği, anlama isteği var bunu.
      "Olasılıklarda gezinmek" de çok cuk bir ifade ki aslında en öz işimizdir :)

      Sil

Öne Çıkan Yayın

ÇOK GÜZELSİN GİTME DUR NOKTASI

Şahsi tarihimizin tekerrür ede ede gözümüze sokmaya çalıştığı toplamda sadece tek bir şey vardır belki de: O aslında öyle değil. Taz...