Rahatsızlık vermiş olmaktan tedirgin bir rüzgar kapının altından yokluyor önce: orda kimse var mı?
Kapının dışında, yeni yağmaya başlamış kar taneleri yere düşmeden önceki son dansını rüzgarla yapıyor, alçalıyor, yükseliyor, dönüyor, savruluyor... Konacak yer beğendiklerini söyleyebilirim…yere kavuşur gibi inen, mutlu, gülümseyen bir kar.
Ve her nasılsa yağan karların arasından görülebilen sarı-yeşil bir ilkbahar var az ileride.
Yan yana iki mevsim bir kapının arkasında ve bu çok normal bir şeymiş gibi gülümseyen bir ilgiyle izliyorum her şeyi.
Yan yana iki mevsim bir kapının arkasında ve bu çok normal bir şeymiş gibi gülümseyen bir ilgiyle izliyorum her şeyi.
Derken yine her nasılsa kendiliğinden açılıyor kapı ve çocukluğum giriyor içeri. Hep ordaymış, hiçbir yere gitmemiş meğer.
Sonrası…sonrası yok, bu kadar!
Dünden beri çevirip çevirip bu parçayı dinliyorum ve gözlerimi kapattığımda yukarıdaki tasvire benzer şeyler geliyor gözümün önüne.
Adı “lullaby” parçanın ve anlamını merak etmek az önce geldi aklıma, “ninni” demekmiş!..Kesinlikle öyle, kesinlikle bu kelime bu manaya gelmeliymiş ve bu parçanın adı da “lullaby” olmalıymış, bu ne şaşırtıcı uyum!
Bu parçanın bana hissettirdiği şey rüzgarlı ve karlı bir yaşanmışlıktı, bir varlığı hissetme, yaşadığından emin olma hissi idi, tıpkı karlı bir günde gezinirken paltonun yakalarını yukarı kaldırdığında yakalardan yanağına değen ıslaklığın verdiği ürperti gibi… hüznü çok temiz ve yaşanmışlığı çok kesin bir ıslaklık…
ve ilkbahar…kesinlikle görülebilir bir mesafede ama şimdi değil.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder