20 Kasım 2011 Pazar

YARI AMORF


Gerçek bir aydın, aydın olduğunu kabul etmez. Gerçek bir şairin büyük bir şair olduğunu dillendirmesi ise son derece normaldir.

Aydın için aslolan farkındalıktır ve bu farkındalığı neleri bildiğine değil bilmediği ne kadar çok şey olduğuna dairdir.  Şairin tüm sermayesi ise kendi içine yönelmiş narsist bakışlarıdır ki yazdığı şiirin kendi içini titretmiyorsa başkasının içini titretmeyeceğini bilir gerçek şair.

Aydın yerçekimine ram ve tabidir, şairse yerçekimiyle mücadele halindedir.

Düşsüz aydın sıkıcı ve bir yere ulaşmayandır. Gerçeklerden kopuk şairse hedefe kuru sıkı mermiler atan avcı gibidir, gürültüden ibarettir.

İnsanın gerçeği bu ikisinin arasında bir yerlere düşer…ya da bir parçası bir tarafa, diğer parçası öteki tarafa düşer. Aklı düşer, gönlü düşer, kendi düşer…parçalanmakla malüldür beşer.

14 Kasım 2011 Pazartesi

PAZARTESİ

Güzel bir gün değil mi?
Ne bakımdan?

Güzel bir gün değil mi?
Amerikan mısın?

Güzel bir gün değil mi?
Ay eveeet, parlayan güneş insana yaşama sevinci veriyor, çiçekler hep bütün açmış, mutlu olmak için ne kadar da vır vır vır…

Güzel bir gün değil mi?
Değil.

Güzel bir gün değil mi?
Ne ki bu gün günlerden?

Güzel bir gün değil mi?
Daha iyilerini görmüştüm.

Güzel bir gün değil mi?
Elhamdülillah.


Güzel bir gün değil mi?
Aynısını Eminönü'nde bi milyona satıyolar.

Güzel bir gün değil mi?
Yess, nurtopu gibi maşallah. Şiir şiir!

Güzel bir gün değil mi?
Dünkünün aynı işte be.

Güzel bir gün değil mi?
O senin gözünün güzelliği be gülüm, nasıl bakarsan öyle görürsün ki. Hayat da böyle değil midir zaten :p

Güzel bir gün değil mi?
Yağmur varmış öğleden sonra, radyo dedi.

Güzel bir gün değil mi?
Velev ki öyle, ne olacak?

Güzel bir gün değil mi?
Bi sigara versene.

Güzel bir gün değil mi?
Aynı amcaoğlu gibi konuştun ha!

Güzel bir gün değil mi?
Ay! Çekil be sapık!

Güzel bir gün değil mi?
Şüphelerim var!

Güzel bir gün değil mi?
Güzellik göreceli anacım!

Güzel bir gün değil mi?
Bi git yaa anam ağlamış sabah beri!

Güzel bir gün değil mi?
Yakalamışlar mı teröristi?

Güzel bir gün değil mi?
Hem de nasıl, tiramisu tadında valla.

Güzel bir gün değil mi?
Hayat sana güzel lan!

12 Kasım 2011 Cumartesi

VADİM ÖYLE KENARSIZDI Kİ

Sevmek bir eylem değil bir karşı duruştur. Duymak da bir eylem değildir bir sokuluştur. İnsanın erime iştihası varlığın çıkarttığı seslerden rahatsız bir kayboluşsa aşk doğrudan yok oluştur.

İnsan, içinden tek bir yolun geçtiğini kabul edebilmek için fıtratını inkar etmek zorundadır,  bütün yolların kendiliğinden içinden geçiyor olması doğası gereğidir. Neye “var” diyorsa o var olur ama yokluğa erişimsizliği her söylediğini yanlış ya da eksik olmaya mahkum kılmıştır.

Bir şeyin en önemli sebebi hep kendinden bir öncekidir  ve durmak istediği halde duramayan tele benzer insan…zira titreşmeye programlıdır. En temel muradı durmak olduğu için durduğunu sandığı da çok olur. Rakamları tanımayan muhasebecinin tuttuğu defter gibi bir muhasebe defterine benzer bu yüzden ömrümüz.

Her tarif tek boyutlu bir yol parçası, her bilgi bir sanrıdır. İrili ufaklı tatminler seni gerçek gerçeklerden korur ama bu korunma belirli bir kara parçasında, sonlu bir zaman dilimiyle sınırlıdır. “Buldum” dediğin anda kaybolursun. Kim gökyüzü büyüklüğünde bir şemsiyeye sahip olabilir ki?

Karanlık  bir gecede bilmediği bir yolda yürürken uzaktan-yakından gelen köpek havlamaları değildir insanı korkutan. Başka yolların varlığından haberdar olmak, başka mümkün yollar olduğunu bilmek korkutur insanı asıl. Rüzgarın sesi elbette huzur vericidir ama rüzgarın nereden geldiğini  merak etmek huzursuzluk verir.

Belaya talip olmaktan daha kötüsü varsa o da belayı satın almak. Evet, hafıza-i beşer nisyan ile malüldür ama asıl malül, nisyandan nasipsiz beşerdir.

Kubrick’in reçetesine (bkz. eyes wide shut, son cümle) tabi olmaktan başka bir reçete var ise telle aynı frekansta titreşen bir saba makamında kaybolmaktır.

9 Kasım 2011 Çarşamba

BOYUMDAN BÜYÜK LAFLAR


Akıl bulaştığı her şeyi kusurlulaştırıyor ki bulaşmadığı şey de yok gibi…Aklın bulaşıp da kusurlulaştıramadığı tek şeyse mağlubiyet.

Kadınlar ne ister? Tercih edilmek ve tercih edenler arasından seçim yapmak isterler. Bir de garanti isterler. Tarih öncesinden devraldıkları genetik kodlardır bunlar. Güzel görünme gayretleri tercih edilme isteğinden, dillerinden düşürmedikleri özgürlük isteği de tercih edenlerden birini seçme özgürlüğünden başka bir şey değildir. Garanti isteklerinin kaynağı da hamilelikte çocuğu kendilerinin taşıyor olmasıdır. Bu sebepten kadın defansif, erkek ofansif olmak durumundadır.
Bu eğilimler sadece karşı cinsle olan münasebetinde değildir, tüm davranışlarına yaygındır.
İnsanların iki temel itkisi var; hayatta kalmak ve üremek. Tarih öncesinden devranılan genetik kodlar gereği her iki itki için de erkek lazım kadına ki bu sebepten bir kadının kendisini “en kadın” hissettiği an erkeği tarafından korunduğu andır. Erkeğin de “en erkek” olduğu an kadınını koruduğu andır.
Koruma  meselesinden dolayı tercih edilecek erkek güçlü olmalı, garanti meselesinden dolayı da kararlı-cesur olmalıdır…ya da öyle görünmelidir!
Entelektüel birikim arttıkça tarih öncesinden gelen genetik kodların etkisi azalır ancak asla kaybolmaz. Entelektüel etkilerle hareket eden bir erkek kararlılıktan uzaklaşır zira düşünme yeteneği yeni ihtimaller-handikaplar  tarif edebilmesine ve dolayısıyla kararsızlığa sebep olur. Hiç kimseyi beğenmeyen hoş bir hatunu cahil cesaretine ve kararlılığına sahip bir kıronun kolunda bu kadar sık görmemizin altında yatan sebep budur.
Bu söylediklerim histrionik kadınlar için özellikle geçerlidir.

İnsanların sürekli bahsettikleri şey bünyelerinde eksik olandır. Aptal olduğunu düşünen biri sürekli zeki olduğunu ima eder mesela. Anahtar kelime “şüphe”dir. Zekasından şüphesi olan kişi zeki olduğundan dem vurur ki zeki olduğuna başkaları inansın, o inananlar da kendisini inandırsın. “Ben zekiyim.” iması “Evet sen zekisin.”i duyma beklentisinden başka bir şey değildir.
Gerçekten güçlü olduğuna inanan güçlü görünmeye çalışmaz, gerçekten güzel olduğuna inanan güzel görünmeye çalışmaz vs.

İnsanlar aşk değil ilişki isterler ki bu ikisi birbirinin zıddıdır, malum vuslat aşkı öldürür. Aşk seratonini (mutluluk hormonu) azaltır, insanlarsa mutlu olmak ister yani seratoninin artmasını ister. Bu sebepten bir aşk varsa derhal vuslatla boğulmak istenir.
Aşk varsa aşık dilden düşürülmez, aşk da ilişki de yoksa aşk dilden düşürülmez, ilişki var aşk yoksa dile vuracak bir şey yoktur zira rahattır insan.
Aşkın en iyi besleyicisi imkansızlıktır.
Aşk hayatın en büyük anlamıdır. Anlamla mutluluk bir arada bulunamaz. Aşk mutsuzluktur. Aşkın seratonini azalttığı için mutsuzluğu körüklediğini fiziksel ispat kabul edersek  bu 3 cümleyi de düşünsel ispat olarak kabul edebiliriz.
Benzer şekilde insanlar özgürlüklerinin artmasını değil azalmasını isterler, teslim oldukça güvende hissederler. Özgürlük; belirsizlik ve kaybolmuşluktur. İnsan doğası bu ikisini de sevmez.

Dünyayı erkekler, erkekleri kadınlar yönetir. Yani erkekler taşeron, kadınlar asıl olandır. Hayat uniseks değilse kesinlikle kadındır.

İnsanın en temel eğilimi tanrı olmaktır. Kontrol-iktidar manyaklığının sebebi budur.

İnsanın hayat enerjisi olmuş- olmakta olan güzel şeylerden değil, gelecekte olması muhtemel güzel şeylerdendir.

İnsanı en bozan şey belirsizliktir. Bu yüzden derhal yargıya varma eğilimindedir insan. Aptal saptal önyargıların varlık sebebi budur, ön yargılar insanı belirsizliğin zulmünden korur.

4 Kasım 2011 Cuma

NİNNİ

Rahatsızlık vermiş olmaktan tedirgin bir rüzgar kapının altından yokluyor önce: orda kimse var mı?
Kapının dışında, yeni yağmaya başlamış kar taneleri yere düşmeden önceki son dansını rüzgarla yapıyor, alçalıyor, yükseliyor, dönüyor, savruluyor...  Konacak yer beğendiklerini söyleyebilirim…yere kavuşur gibi inen, mutlu, gülümseyen bir kar.
Ve her nasılsa yağan karların arasından görülebilen sarı-yeşil bir ilkbahar var az ileride. 
Yan yana iki mevsim bir kapının arkasında ve bu çok normal bir şeymiş gibi gülümseyen bir ilgiyle izliyorum her şeyi.
Derken yine her nasılsa kendiliğinden açılıyor kapı ve çocukluğum giriyor içeri. Hep ordaymış, hiçbir yere gitmemiş meğer.
Sonrası…sonrası yok, bu kadar!


Dünden beri çevirip çevirip bu parçayı dinliyorum ve gözlerimi kapattığımda yukarıdaki tasvire benzer şeyler geliyor gözümün önüne.
Adı “lullaby” parçanın ve anlamını merak etmek az önce geldi aklıma, “ninni” demekmiş!..Kesinlikle öyle, kesinlikle bu kelime bu manaya gelmeliymiş ve bu parçanın adı da “lullaby” olmalıymış, bu ne şaşırtıcı uyum!
Bu parçanın bana hissettirdiği şey rüzgarlı ve karlı bir yaşanmışlıktı, bir varlığı hissetme, yaşadığından emin olma hissi idi, tıpkı karlı bir günde gezinirken paltonun yakalarını yukarı kaldırdığında yakalardan yanağına değen ıslaklığın verdiği ürperti gibi…  hüznü çok temiz ve yaşanmışlığı çok kesin bir ıslaklık…
ve ilkbahar…kesinlikle görülebilir bir mesafede ama şimdi değil.

2 Kasım 2011 Çarşamba

MELANKOMİK NOTLAR - 14


Bir film arasındayım. Sonu iyi bitmeyecek galiba, eyvah!

Bu “akşam”…böyle katiyen, nasıl da oluveriyor!

“Arzu nesnesi” ne yaaa!


Mühim olan akıl değil ayaklardır. Aklının bir kısmını rehin bıraksa da ayakları varsa gidebilir çünkü insan. 

Geçen gün benzincide kart çektirdikten sonra kasiyer çocuk “abi ayın ürünü, fıstık ezmesi, ister misin?” diye sorunca “hayır” anlamında “ben olmuşum fıstık!” dedim…çocukcağıza.
Neden öyle yaptım ki?

Dalgalı falan değil bu piyasalar, kesin yollu!

Bu gün elektrik satmaya gelen çocuk (evet elektrik satıyordu) lafı öyle döndüre döndüre ve uzun anlatıyordu ki bir ara aklıma bir bloknota “efradını cami, ağyarını mani” yazıp eline tutuşturmak geldi! Muhtemel “bu ne?” sorusuna da “eve gidince google’a yaz bunu” demeyi planladım saniyeler içinde. Yapmadım… ama ramak kaldı.

Yok yok, bu piyasalar dalgın aslında.


“Öyle sermestem ki idrak etmezem dünya nedir?
  Ben kimem, saki olan kimdir, mey ü sahba nedir?”



Bir mesajı gönderdiğinizde Facebook'ta "mesaj başarıyla gönderildi." diye bir ileti çıkıyor. Süpersin Facebook, keşke senin gibi başarılı olabilsem ben de bu konuda:)

“al bu nisan akşamını benimkini ver
sual sorup durma sevmiyorum”

Bu Penelope Cruz insan değil şerefsizim!..ki az önce filmde kendisinin bir sanat eseri olduğu iddia edildi. O nasıl bir bakıştır, nasıl bir uyumdur! Harbi manyak bir dizayn.

Güzel kadınlar geceleyin uzunlarını yakmış arabalar gibi, gözlerinizi alıyorlar ama görünmüyorlar. Safi ışık ama araba yok.
Çirkinleriyse açık kalmış kitap gibi oku…neden okuyacaksan artık!
"Açık unutulmuş kitap!"... çok pisim gerçekten:)

Sıradan bir olayı (tavla oynamak mesela, çekirdek yemek falan) en unutulmaz anım olmaya aday türden ayin kıvamında yaşatan insanlar da tanıdım, unutulmaz anı olması gereken ihtişamlı şeyleri süflileştiren insanlar da…İkinci türden çok çok daha fazla tanıdım ama. Hayat adil değil hiç.

Pencereyi açıp “canım sıkılıyoooo!” diye bağırasım var.

Bir hayat “hep tam olmak üzere olmuş ama kalmış.” diye tarif edilebilir mi? Elbette edilir.

Akşamları gidebileceğim bir kahve olsa keşke. Mis gibi ıstaka saadeti…ki buralarda kahve bile yok, sitesel yaşam alanı buralar.
Gerçi sevmiyorum okeyi, sıra bi daha bana gelene kadar geçen sürede canım sıkılıyor. Bi de taş takip etmek falan…çok saçma.


Bakmayın böyle şeyler yazdığıma bunalımda falan değilim valla ama kafam çok fırfır şu son günler. Panik halinde eğleniyoruz aslında cümbür cemaat :)

Öne Çıkan Yayın

ÇOK GÜZELSİN GİTME DUR NOKTASI

Şahsi tarihimizin tekerrür ede ede gözümüze sokmaya çalıştığı toplamda sadece tek bir şey vardır belki de: O aslında öyle değil. Taz...