Kamera kimi gösteriyorsa izleyici onu tutar, insanların aşk yaşadıklarını sanmalarının sebebi budur aslında.
Film hırsızı anlatıyorsa peşine düşen aynasızların yakalayamamasını dileyerek izleriz filmi. Hırsızdan (ya da katilden ya da herhangi bir suçludan, kötüden) taraf oluruz. Hikaye polisin hikayesi ise polisi tutarız, bunu içten içe yaparız, fark etmeden yaparız.
Hikayesi anlatılan, kamera tarafından gösterilen bizim adamımız olur, neyi neden yaptığına dair fikrimiz olur, sebeplerini sahipleniriz (abuk subuk sebepler bile olsa), kahraman bizdenleşir…kısaca empati kurarız, anlarız. Anladığımızı sanırız ya da. İkisi de aynı şey neticede.
Bir arkadaşımız bize patronuyla olan sorunlarını anlattığında derhal (farkında olmadan) arkadaşımızı haklı buluruz, içten içe patrona öfkeleniriz, arkadaşımıza akıllar verirken buluruz kendimizi. Halbuki patron öyle düşünmemektedir, patronu da dinlesek (ki bu hiçbir zaman olmaz) patrona da hak verebiliriz belki ama işler böyle yürümez. Arkadaş bizim arkadaşımızdır, bizden olan odur, hak alması istenen odur, haklı olduğuna inanmamızın sebebi de bu isteğimizin adil olduğuna inanmak isteyişimizdir.
Etle tırnak insanların sağcı-solcu diye bölünüp birbirlerinden birbirlerini öldürecek kadar nefret edebilmelerinin sebebi de bu kontrolsüz empatidir. Bir tarafa yetersiz, diğer tarafa aşırı empati…
Piyasada “aşıklar” diye işlem gören, sevgililik müessesesinden tescil almış çiftlerin çiftlikleri de bu empatiye dayanır.
Bir insan bir diğerine “aşık” oldu ve ilan-ı aşkı neticesinde diğer taraf da duruma kayıtsız kalmadı ve sevgili oldular diyelim ki çok oluyor malum böyle şeyler. Aşkın kontrolsüz, belirsiz, plansız doğası insanların aşık olacağı kişileri seçemedikleri, aşka iradeleri dışında düştükleri kabul gören bir gerçektir. Burada mevzuyu dallandırıp aşkın kimyası üzerine bir şeyler söylemek gerekiyor belki ama o tek başına o kadar uzun bir konu ki açılırsa kapanmaz, bu yüzden hiç girmiyorum! Sorun-soru şu: ya anladık biri diğerinin aşkına kontrolsüz-seçimsiz bir şekilde düştü, peki o aşık olunan kişi nasıl bir müddet sonra o aşık olana aşık oluyor? Bu bir tesadüf müdür? Tesadüfse çok ince bir tesadüf değil midir? Nasıl bu kadar çok sayıda vuku bulabilmektedir?
Değildir. Ortada tesadüf de yoktur, aşk da yoktur. Aşk başlangıçta bir kişilik olarak varsa bile vuslat bir süre sonra o aşkı boğazlayacağından tek kişilik aşk bile yoktur. Aşka karşılık verenin aşkı ise daha en başında vuslat tarafından yok edileceği için ölü doğmaya mahkumdur. Ortada olan şey aşk değil ilişkidir.
Aşk birinin diğerine duyduğudur. Birbirine aşık iki kişi demek iki adet aşk demektir, ince bir tesadüftür, zor bir ihtimaldir.
Aşk bir hastalık halidir. Herkeste mikrop düzeyinde bulunur, verem mikrobuna benzer, ortaya çıkıp bünyeyi ele geçirmek için şartların uygun olmasını bekler (kişinin zayıf düşmesini) ve harekete geçtikten sonra kendisine bir muhatap bulur. Muhatap kişinin cazibesi harekete geçmeyi tetikleyici etki de yapar, sebeplerle sonuçlar birbirine karışmış olarak aşka düşer insan.
İlişki halindeki iki kişinin birbirlerini sevmesinin, özlemesinin, birbirleri için güzel şeyler yapmak istemesinin vs. sebebi aşk falan değil empatidir.
Çiftler birbirlerini dinler, gözlemler, birbirleri hakkında bilgi alır, daha detaylı bir tanıma sürecine girişirler. Bu tanıma süreci birinin neyi neden yaptığına dair sebeplerinin diğeri tarafından öğrenilmesi, kabul görmesi, içselleştirilmesi manasına gelir. Kısaca birlikte vakit geçirmeleri birbirlerini tanımaya, birbirlerini tanımaları da birbirlerine empati kurmaya yöneltir onları, birbirlerini anladıklarını düşünürler. Sonra da alışkanlıklar bünyeleri yönetmeye başlar. Bir arada olmaları için bir çok sebep sayabilirken ayrı durmak için pek sebepleri yok gibidir…başlangıçta. Ayrı durma sebepleri artıp öteki sebeplerden daha etkili bir hale gelirse “ayrılırsak” senaryosu üzerinde kafa yormaya başlanır. Ayrılmak bir çok alışkanlığın değiştirilmesi, dolayısıyla bir çok hakkın katledilmesi manasına gelir ve bu katliam esnasında kan akabilir, acı verici olabilir bu katliam. Ayrılmak yoksunluktur en özet ifadeyle, yakın zamana kadar kolaylıkla ulaşabildiğin bir çok alışkanlığının yokluğa hüküm giymesidir. Alışkanlıkların da bir müddet sonra kişinin öz niteliklerine dahil bir şeyler, yani kişiliğine dahil şeyler olduğunu düşünürsek ayrılığın kişiden parçalar kopartıp götürdüğünü anlamamız zor olmaz.
Alışkanlıkların korunma-koruma, sosyallik, yalnızlık yokluğu sanrısı vb. bir çok konuda sağladığı tatmin onlardan vazgeçilmesini zorlaştırır. Alışkanlıklar ilave anlamlar yükleme mekanizmasıyla daha etkili değerlere ulaşırlar, çağrışımlarla şişerler, etkileri katmerlenir.
Tanıma-empati kurma sürecinde kişilerin diğerinin ayrıntısal özelliklerini çağrışım yükleriyle beraber sahipleniyor olmaları “neden o değil, ille o” takıntılarının kaynağıdır. Bir tek gerçek kişi vardır, kalanı sahtedir, lüzumsuzdur. Alışkanlıkların zamanla ölüp yerlerini yeni alışkanlıklara bırakması mikrobun tekrar uyanmak ümidi ile uyku haline geri dönmesi demektir. Ha uyanık olduğu süre içinde vücutta tahribata yol açmıştır, acılar hasıl olmuştur falan…e olabilir, kavgada yenen yumruğun hesabı tutulmaz:)
Şu yazdıklarım aşka değil de aşığa (kendini aşık olarak tarif edene) dair olduğu için havadadır, konunun 2. fasikülüdür. Aslında aşkı tarif etmeye çalıştığım bir ilk fasikül de var ama…gereksiz fazlalıkları ve eksiklikleri olan bir fasikül olduğu için daha sonra tamamlanmak üzere tarafımdan bir kenarda tutulmaktadır. O fasikülü tamamlamayı becerirsem anlattıklarım daha bir manalı olacaktır…sanırım:)