12 Nisan 2011 Salı

ADİSYON

-Neden?
-Yaz akşamlarını düşün. Ki istanbul’da ekstra güzel olurlar. O şefkatli serinliği düşün, üzerine bir şey almazsın ama üşümezsin de. Ne sıcak ne soğuk, temiz bir serinlik sadece.
-Evet ama…
-Pekala o serinliğin kokusuz kokusunu da düşün o halde. Kokmadığını bildiğin ama muhteşem koktuğuna rahatlıkla yemin edebileceğin havayı düşün. Bunun da hesaba dahil olduğunu düşünmüş müydün?
-Evet, tamam ama…
-O zaman hanımelinin kokusunu da hesaba ilave edelim…Ve hatta mum çiçeğini. Yoklar evet ama vardılar, biliyorsun, yerleri ezberinde. Ekledin mi onları da hesaba?
-Ekledim.
-Ya çayı? Cırcır seslerini?
-Hatırlıyorum evet, ekledim…
-Tüm bunlar şehirler arası yol kenarı bir mola yerinde de bir araya gelmişti bir akşam, ekledin mi onu da?
-Anladım.
-Hiç sanmıyorum. Yaşamış mıydın tastamam? Eksik kalanı söyle bana.
-Eksik falan yok. Ama bana soru sorma artık cevap ver, neden?
-Örnekleri çoğaltmamı ister misin? Önce perakende olarak tozlu toprağın üzerine düşerek sana eve kaçabileceğin kadar zaman veren yaz yağmurlarını düşündün mü? Sen kuru toprağa bakarken küçük ve yuvarlak ıslatmalarını seyretmene de izin veren düşünceli yağmurlar hani…Hatırladın mı? Hesaba dahil olamayacak kadar küçük müydüler?
-Hayır asla.
-Metal çatıdaki aceleci seslerini de katalım mı?
-Katalım. Kötüleri de katalım ama.
-Kötüler? Bu saydıklarımı “ama”larla kirletmek adil olur mu peki?
-Olmaz.
-Nankörlük ediyor olabilir misin?
-Evet mümkün…ama acaba güzel olan onlar mıydı yoksa duymaların tazeliği miydi?
-Yanıtı kendin ver. Verdin de zaten. Benden ne öğrenmek istiyorsun daha?
-Neden?
-O zamanlar yoktu da şimdi nereden çıktı bu kadar “neden” ?
-Bilmiyorum. Sorusuz bir cevap istiyorum ben sadece.
-Toprağa düşen ilk perakende damlalar kadar temiz misin?
-Değilim. Olamazdım, olsam da kalamazdım.
-Yüzüne çarpanlar kadar?
-Hayır...
-Hanımelinin kokusu da mı bir şey öğretmedi sana? Esrik bir tastamam dakikanın öğretemeyeceği şey yoktur, ne yaptın sen dakikalarını?
-Geçtiler, bilemedim…
-Peki şimdi nasıl alacaklı çıkabiliyorsun? Nasıl bir hesap içindesin?
-Alacaklı değilim.
-E o zaman?
-Borcumu ödeyebilecek kadar mala sahip değilim, sorun bu. Sermayeden yemişim.
-Bakamadığın aynalara bakmaktaki bu anlamsız ısrarın ne peki?
-Ne kadar çok “peki” kullandın.
-Cevap ver!
-Bilmiyorum. Jileti dilinde gezdirmek gibi. Ya da pil yalamak. İradem dahilinde değil sanki.
-Hiçbir jiletin insanı geveze yapma etkisi yoktur. Bu rahatsız edici gürültü neden? Bunca okul okudun, susman gerektiğini söylemedi mi sana kimse?
-Söylemedi ne yazık ki. Sınavda buradan soru çıkmıyordu.
-Saçma! Demagoji yapıyorsun. Suskunluk kuralını en başından biliyordun!
-Biliyordum evet.
-Müflissin! Bir gölcük dolusu kurbağa kadar da gürültücüsün, rahatsızlık vericisin. Bilmen gerekenden fazla bilgiye sahiptin hep. Metal çatıya vuran yağmurun sesini unutturacak kadar, o sesi bastıracak kadar gürültü yapmak neyin nesiydi ha? Hanımeli kokusunu kurbağa bataklığı kokusuna tahvil edecek kadar kötü bir tüccarsın sen. Ve müflissin işte.
-Kabul. Yenisini isteyemeyecek kadar kredi tükettim, zayi ettim. Ama birazcık ışık ve azıcık da kullanılmamış hava lütfen. Birkaç nefeslik sadece.
-Neyle ödeyeceksin?
-Yüzsüzüm. Ödemeyeceğim.
-Hak etmelisin, üzgünüm.
-Vazgeçtim, sadece soruma cevap ver, neden?
-Öğrenmek zorunda mısın illa?
-Bilmiyorum. Cevap ver sadece!
-En son ne zaman öğrendiğinde daha iyi hissettin? Öğrenmesi sana neşe veren en son şey neydi?
-O kadar unuttum ki.
-Devam et o zaman.
-Etmekten başka çarem yok, o kısmı bana bırak, sen sadece cevapla, neden?
-Neden olmasın?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

ÇOK GÜZELSİN GİTME DUR NOKTASI

Şahsi tarihimizin tekerrür ede ede gözümüze sokmaya çalıştığı toplamda sadece tek bir şey vardır belki de: O aslında öyle değil. Taz...