Blue Valentine.
Bir film blogu açmış olsaydım yazacak hayli şeyim olurdu
muhtemelen ama ilgimi çeken bir şey değil bu...ancak bazı filmler suskunluğu
imkansız kılıyor, "demesem olmaz şimdi" durumu yaratıyor.
Bu da onlardan. Dün akşam izledim, fena halde fenaydı,
hala etkisindeyim. İlk fırsatta da tekrar izleyeceğim.
Film tanrısı bayağı iyi davranıyor son zamanlarda bana,
Pleasantville için 19 gün önce yazmışım, ondan sonra da Celda 211'i izledim ki
Pleasantville'den çok daha iyi bir filmdi o ama onun için bir şey yazmadım...içimde bir şeyler söyleme
ihtiyacı doğması için filmin çok iyi olması yetmiyor, hem çok iyi olması hem de
içimde mevzular açması gerekiyor.
Filmin adını yanlış koymuşlar yalnız, "requiem for a
love" olmalıymış.
Erkekler daha duygusal. Böyle özetliyor erkek kahramanımız
çok karışık bir konuyu:
2,5 sene önce bir yazıda kadınlar için şunları demişim ki
hala sözümün arkasındayım:
Kainatın kadına biçtiği rol mucizelerin öznesi olmasıdır.
Erkek bu mucizelere en fazla aracılık edebilir... bu mucizelere maruz kalır,
şahit olur ancak erkek. Bu yüzden en büyük şairler hep erkeklerden çıkar.
Erkek aşka inanır, kadınsa aşka inandırılmaya inanır.
Kadının aşktan anladığı özel hissetmektir, erkeğin durumuysa daha karışıktır çünkü o mucizeye şahit olduğunu hissedendir. Erkek, mucizenin kendisinden daha çok etkilenir mucizeden.
Film, bir kadın-erkek hikayesini muazzam bir
gerçekçilikle anlatıyor, kamera da kadınla erkeğin tam ortasında duruyor,
birine ötekinden 1 santim bile daha yakın değil. Alışılmadık biçimde yüzlere yapılan
yakın çekimler hikaye örgüsüyle son derece uyumlu, yönetmen resmen duygulara
yakın çekim yapmak istemiş, bu aşırı zor işin altından da alnının akıyla
çıkmış. Bu haliyle hem çok başarılı bir psikolojik film hem de kadınla erkeğin
birbirinden çok farklı biyolojik formasyonlarına dair ders niteliğinde. Yani
dinlediğimiz hem iki kişinin hikayesidir hem de kadın milletiyle erkek
milletinin hikayesi.
Pervaneyle ateşin hikayesi herkesçe malumdur, pervane
denen uçucu böceğin ateşe doğru fena halde gidesi vardır, etrafında döner
durur, çok yaklaşırsa da yanar. Önce kanatları tutuşur, sonra kendi. Önce
uçamaz hale gelir, sonra ölür.
Bunun bilimsel açıklaması şöyleymiş: pervane ateşi Güneş
sanıyormuş. Ateşin yarattığı aydınlık, vakti şaşırmasına sebep oluyormuş,
gecenin yarısında gündüz oldu sanıyormuş, gündüze gitmek istiyormuş zavallıcık.
Koca dünyayı aydınlatabilme yeteneğine sahip Güneş
elbette ki insan eseri kıytırık ateşlerle mukayese edilemeyecek kadar büyüktür
ancak gayet boktan bir ironi olarak o muazzam ateş pervaneyi
tutuşturmaz-öldürmez iken iki tane salak odunun ateşi pervaneye ecel olur,
böyle de tuhaftır.
Erkeğin bir yarısı yırtıcı hayvan gibi, öteki yarısıysa pervane...
Yırtıcı hayvan yarısı hayatta kalmak için, pervane kısmıysa hayatta kalışının
anlamı.
Bu iki yarı % 50-50 değildir, adamına göre değişebildiği
gibi aynı kişide zamanla da değişir bu oranlar.
Yırtıcı hayvan yarısı tanrı gibidir, kendine kul arar.
Pervane tarafı ise kul gibidir, bağlanacak tanrı arar.
Arayan da bulur.
Kadının rolü ise daha edilgen, ateştir işte kadın. Doğası
yanmaktır ama aynı zamanda yakabilir de. Hareketli olan ateş değil, pervanedir,
o yüzden kadına "daha edilgen" dedim. Pervanesiz ateş meyustur evet
ama ateş aynı zamanda pervaneyi yakmakta tereddüt göstermeyendir.
Daha doğrusu ateş yakmaz bile, pervane kendisi yanar.
Daha doğrusu ateş yakmaz bile, pervane kendisi yanar.
Şu güven vermeyen, anlaşılmaz, ne zaman ne halt edeceği
belirsiz erkekler yırtıcı hayvan tarafı gelişmiş, kendine kul arayan erkek
tipidir. Çok fazla yaklaşmadan, o ateş senin bu ateş benim gezen böceklerdir
bunlar, bağlanmazlar. İlgi gösterir sonra kaybolurlar, söz verir tutmazlar, bu
"özgür ruhlu" halleri de her ateş için ayrı bir hayal kırıklığıdır.
Twitter'da "şerefsiz" diye anlatılan arkadaşlar bunlardır.
Bu tipler ellerine güç geçirirse (para, yakışıklılık, atletik
vücut, mevki, üniforma, ağzı laf yapma vs.) acayip çekici olurlar kadınlar için. Kadın
özel hissetmek ister ve kimseye bağlanmamış bu erkeğin kendisine bağlanmasını
büyük bir onur kabul eder. Şu filmlerdeki sırtına binen herkesi fırlatıp atan
vahşi ata binebilmek gibi işte, kadınların "başarı" dediği şey sütçü
beygirine binmek değil o vahşi atı ehlileştirebilmektir. Binmeyi başardıktan
sonra da sütçü beygirine çevirmeye çalışırlar o da ayrı, sadece kendilerinin
binebildiği bir beygir tabi!..
Ama işler öyle yürümez...at gerçekten vahşiyse
üstündekini atması uzun sürmez, üstündekini atmamayı seçerse de "mıymıntı
beygir" olmakla suçlanır.
Hüzünlü di mi sahne? Çook.
Değerli bir erkeğin değerli bir aklı vardır, ağlamayan
erkek değersizdir, akıllı bir erkek göz yaşlarını asla göstermez...şeklinde tutarsız-salakça
bir sonuca varıyoruz buradan ancak kabul etmek gerekir ki "başarılı"
erkekler bu salakça düsturu en iyi şekilde uygulayanlardır. Hayattan en yüksek
puanları toplayanların en iyi yalancılar olması gibi bir şey işte
bu...nerelerine sokacaklarsa artık o puanları :p
(Yalancı diye yalanı açığa çıkanlara deniyor, kötü
yalancılardır yani bunlar, gerçek yalancılara kimse "yalancı" demez.)
Bu video başka bir filmden, bir romantik komediden.
Soruyu soran Hindistan'lı tip tam bir "erkeğin orospusu" tipi, ne halt ettiği
asla kestirilemeyen bir hedonist kaşar, yırtıcı yani. Kızın birine çarpıp pervaneye
dönüşmek artık kaçınılmaz hale geldiğinde nasıl pervane olunacağını kadrolu
pervaneye soruyor, ilginç bir çaresizlik içinde :) Bir insan benliğini
kaybetmeden nasıl adayabilir kendini? Çok güzel soru. Net bir cevabı var mı, dinleyerek
öğrenilebilir mi? Bilmem :)
Pervane tarafı baskın erkeklerse aşkın elinden sağ
çıkamamaya programlıdır. "İyi insan"dır onlar...her türlü kötülüğü hak
ettiği düşünülen, eziyet etmekte tereddüt edilmeyen erkekler. (Seveni üzerler,
üzeni severler prensibi)
Yırtıcı hayvan tarafları zayıf olan bu erkekler kadınlar
için kafa karıştırıcıdır çünkü erkek gibi görülmezler. "Erkeklik"
diye algılanan şey o yırtıcı taraftır ve o tarafın zayıf olması kadında erkeğinin
kendisini koruyamayacağı hissini doğurur. "Ne biçim erkeksin sen?"
çıkışı tam da bunun ifadesidir, kadınına empati kurmayı abartmış pervane erkek,
kadınsı olarak algılanır...kadına lazım olansa bir hemcins değil, sapına kadar
bir erkektir.
Gerektiğinde başkalarını çok pis ısırabilecek ama
kendisine % 100 sadık azgın bir köpek...gibi bir erkek ister işte kadın.
(Uzun dişli köpek sahibini de ısırır. Türk atasözü)
Bağlılıkla bağımlılık konusunda baltanın taşa vurduğu
nokta tam burasıdır. Kadın bağlılık ister, bağımlılık ise kadını boğar. Yırtıcı
erkekte bağlılığı bulamaz, pervane erkekse bağımlılığıyla kadını boğar.
İşte böyle çok aşklı filan başlamış ilişkilerin kısa
sürede birkaç çeşit boktanlıktan birine dönüşmesinin sebebi bu tarz
yanılsamalardır, kadın bir vahşi ata meyleder, atın vahşi kalması bir sorun,
beygire dönüşmesi başka türlü bir sorun teşkil eder. Adı aslında
"tahammül" olan şeylere de "ilişki" derler sonra,
"evlilik" filan derler ne bileyim. Hele bir de çocuk varsa, ört ki
ölem yani!..
Dört duvarın arasında olanların hiç de gösterildiği gibi
olmadığı da herkesin malumudur...malum. Dengede ve makul bir doyumla yürüyen ilişki
oranıysa çok düşük. (Bkz. tüfülük)
Bu filmde yası tutulan bir adet aşk var, o da adamın
kadına duyduğudur. Kadının adama bir aşkı hiç olmadı... Kadın, durum öyle
gerektirdiği için pek çok kez "seni seviyorum" filan demiştir ama
markette karşılaştığı eski madigudisiyle yaptığı kırıtık konuşmalar aslında "ne
mal" olduğunu çok net gösterir. Aklı hala yırtıcı hayvandadır,
pervanenin "iyi insan" olmasının onun için tek anlamı ona gönlünce
eziyet etmeye hakkı olmasıdır. Market çıkışında yırtıcı hayvanla karşılaşmasını
pervane kocasına söylemek hazzından da alıkoyamaz kendini. Pervane delirir
normal olarak ve sonra kadın işler daha kötüye sarmasın diye iğrenç bir yalan
söyler...hazzın fazlasının başına bela açmasından korkar kadın.
Ne yalan söyliim, o sahnede objektifliğime halel getirecek kadar tiksinti oluştu bende kadına karşı!
Kadının hayatına giren iki erkeğin kadınla sevişme
pozisyonları da yırtıcının yırtıcılığını, pervanenin de pervaneliğini gösterir
şekilde, özellikle göze sokmuş yönetmen o pozisyonları. Yırtıcı, pozisyon
tercihiyle değersizleştiriyor, pervane ise değer verdiğini belli ediyor. Ama
kadının nazarında değerli olan kendini değersizleştirendir... Tuhaf mı? Değil
aslında.
Aslında iş daha da karışık...filmdeki kadını yöneten temel duygu öz
değersizlik ve bu değersizlik hissinin kaynağı da babasının annesinin kişiliğine
tecavüz edip durmayı bir "normal iletişim" haline getirmiş olmasıdır.
Annesi, babası olmadan hayatta
kalamayacağını düşünmektedir ve babası da zalimin tekidir, karısına hem hayat
hem de eziyet vermektedir. (Kötü huylu bir tanrı gibi, bkz. Zeus) Anasıyla
babasının kim bilir kaç uzun yıllık evliliğinin özeti iğrenç bir çaresizlikten
başka bir şey değildir yani. Kadının erkekler ve yaşamak konusundaki sakat algılarının
kaynağı, annesiyle babasının berbat ilişkisine uzunca bir süre şahitlik etmiş
olmasıdır. Kadının beyninde "ancak babam gibi bir hayvanla beraber olursam
hayatta kalabilirim" şeklinde sakat bir kod var. Kendisine değer verildiğini hissettiğinde hayatı tehlikede sanıyor.
Velhasılı kadının benlik algısı asla sağlıklı değil,
oldukça hastalıklı. Sebebi de ailesi.
Filmde pek güzel anlatılmış şeylerden biri de bağımlı
pervanenin işler kötüye sarınca iyice bağımlı, iyice pervane olması, iyice
kadınsılaşmasıdır. Hayat hem adil değil hem de çok gaddar di mi? Evet.
Şöyle bir muhteşem anonim söz var:
Şem için bu rütbe pervaneden.
Perva neden?
Şem, mum demek de ateş olarak algılamak daha doğru. Rütbeyse
kimsenin umru değil :p
Bir erkek hayvanı...birçok ateşe yırtıcı hayvan gibi
yanaşırken adı belli bir ateşe pervane olabiliyor. Kime neyi neden yaptığı tam
olarak açıklanabilmiş değil, beyin kimyasallarıyla, aurayla filan ilgili, altın
oran benzerliği (0,46) filan diyenler de var da... bilim insanlarının net bir
mutabakatı yok bu konuda, aşırı fazla parametre olduğu için olacağı da yok. Olmasın
da zaten, her şeyi sayılara sıkıştırmak çok sıkıcı...di mi?
Ayrıca... bazı müşküllerin çözümü yoktur.
Ders-i aşkın müşkilin Yahya nice halleylesin?
Söyleyenler kendini bilmez, bilenler söylemez.
Söyleyenler kendini bilmez, bilenler söylemez.
Şeyhülislam Yahya
Yani...
1. mısra: ben (Yahya) aşk dersinin zorluğunu nasıl
çözeyim?
2. mısra 1. anlam: aşk dersini anlatanlar aşkı tatmamıştır,
bilmedikleri bir konuda ahkam kesen kendini bilmez kişilerdir, aşkı tatmış
kendini bilen kişiler ise susulması gerektiğini bilir susarlar.
2. mısra 2. anlam: bu dersi anlatanlar aşkı tatmış ve aşktan
kendini bilmez hale gelmiş kişilerdir ki bir kendini bilmezin sözü değersizdir,
aşkı tatmadığı için kendini bilen olarak kalmış insanlarınsa aşk için
söyleyebilecekleri değerli bir şeyleri yoktur, bu yüzden susarlar.
Not: Şeyhülislam Yahya'nın bu beyti, benim bildiğim eşsesli kelime kullanılmadan yapılmış tek tevriyedir. (Tevriye: çift anlam) Başka varsa
da ben bilmiyorum. Beyit, bu özelliğiyle inanılmaz zekicedir, pek çok
muhteşemdir.
Şiire de bağladığıma göre gönül rahatlığıyla örtebilirim yazıyı artık :)
Not 2: Pazartesi sabah körü yazmadım bu yazıyı, akşam hazır etmiştim ama yayınlayamadan uyuyakaldım.
Şiire de bağladığıma göre gönül rahatlığıyla örtebilirim yazıyı artık :)
Not 2: Pazartesi sabah körü yazmadım bu yazıyı, akşam hazır etmiştim ama yayınlayamadan uyuyakaldım.