20 Temmuz 2017 Perşembe

NE BEKLİYORDUN Kİ?

Hayat Sefiller romanı gibi değil, The Vire dizisi gibi…

Romantizm-realizm arasındaki tercihimi her zaman realizmden yana kullanmış olmam objektifliğime halel getirmez çünkü salt bir zevk meselesi değildir bu, anlama formatıdır… ki romantizm hakikate parazit yapıp duran bir şey olduğu için sürekli yanlış anlarız bir şeyleri. (Romantizmden kastım mumlar, ay ışığı filan değil, edebi akım olan romantizmi kastediyorum, eski bir tarihte yazı yazmıştım bununla ilgili, oldukça da uzun bir yazıydı)

Bir ay önce şu cümleyi yazmışım bloga:
Bizler sonlu bir dünyaya sonsuzu sığdıramamanın muzdaribiyiz.

Yazdığımdan beri sorti yapıp duruyor beynime bu cümle, üzerine bir şeyler, pek çok şeyler inşa etmem gerekiyormuş sanki gibi bir his…şimdilik bina yok ama kuluçka kesin!

Her gün etrafımızda gerçekleşen ihtimallerin hep en olası olanlar olduğunu inkar edip (kuantum işleri) küçük ihtimallere dair hayaller kurmak çok insani bir sanrıdır ki aslında bir baş etme yöntemidir bu sanrı. Enerji düzeyimiz arzu edilenin hep altında olduğu için böyle sanrılardan-inkarlardan-yalanlardan beslenmek zorundayız. Hakikatlerse enerji vermez bilakis sömürür, “bana hakikati değil muradını ver, olmak istediğin gibi görün olduğun gibi değil, çünkü her yalan bir yaratış” meselesi işte…
Hal böyle olunca dört başı mamur hayatlar, tatlı intikamlar, cuk oturmalar en tabi enerji kaynaklarımız oluyor. E güzel…ama sorun var; ya suratsız bir gerçekle tuz buz olur her seferinde o hayallerimiz ya da zihin doz aşımına uğradığı için bize enerji veren o hayal artık enerji vermez olur. Pil gibi işte, enerji veriyor bir müddet ama sonra ya kırılıyor ya da bitiyor …kıçı kırık bir pilden ne bekliyordun ki, ebedibillah seni çevirmesini değil herhalde?

“Yalan balonlarımızı gerçeğin sivri iğnelerinden iyi korumalıyız” mealinde bir cümle yazmıştım eski bir yazıya, dediğim tam da budur. Ya inkar yeteneğin çok güçlü olacak ya da gerçeklerinle yalanlarını mümkün olduğunca paralel hale getireceksin.
Paralellik teorik bir fikirdir, pratikte var olamaz, bu sebepten bir baş etme yöntemi olarak inkar herkese lazım bir şeydir.

Herkese lazımdır fakat çok kullanılınca boku çıkar, o sebepten gerçek iğnelerinin yalan balonlarına denk gelmesini engelleyecek tedbirler almak lazımdır.
Uzmanlar “başarı” diyor bu tedbirlere, yalandır, başarılı olmamızı efendilerimize daha iyi hizmet edelim diye istiyorlar, ne kadar çok terfi alırsak, ne kadar çok ev-araba taksidine girersek efendilerimiz o kadar çok para kazanıyor çünkü.
Herkesin bir şahsi lugatı vardır, uzmanların bir şeye ne isim verdiği önemlidir elbette ama asıl önemli olan o şeyin senin lugatındaki karşılığıdır. Şahsi lugatındaki tarifler ne kadar hayatın akışına paralelse, gerçeklerinle yalanların da o derece paraleldir. Yani gerçeklerinle yalanların mümkün olduğunca aynı yöne gitmelidir ki birbirini kesmesinler, kesiştiklerinde kazanan da hep gerçek olur, iğneye bir şey olmaz, balon patlar.

İşte böyle hayal kırıklıkları (iğne-balon kazaları) insanın burnunu hep aynı soruya toslatır: Ne bekliyordun ki?

En çok da “kafi” kelimesini doğru tarif etmek önemlidir. Balıklar mesela, tokluk hissine sahip olmadıkları için doymayı bilmezler, bütün balıklar aç ölür.

Hep “ne bekliyordun”a toslarız ama bizi  yanlışın başladığı yere götürecek soru “ne beklemeliydin”dir.  Lakin bu soruyu geçip “ne bekliyordun”a geldinizse ilk soru artık önemini yitirmiştir, badel harabül Basra yani… Beri yandan faturasını ödediğin dersi alabilmen için yani bugün değil ama gelecek için “ne beklemeliydin” sorusu da her daim önemlidir tabi.

İlhan Berk’in o muhteşem “sualler tanzim edilir yaşamaya dair, sorulmaz” dizesi tam da şu dediklerimdir. Sualler tanzim edilir ama sorulmazlar çünkü cevapların hoşa gitmeme ihtimali yüksektir, sorulmamış her soru gerçekten yalana doğru bir adım daha kaymadır, yalan balonunun biraz daha şişmesidir, sorulmamış sorular listesini fazla kabartmamak lazımdır bu yüzden.

Hatalar yapabilirsin ama hatalarından ders çıkartmalı ve tekrarlamamalısın filan…doğru fakat ağır sıkıcı-didaktik laflar bunlar…üstelik bu lafların hepsi egoyla ilgili.

Sadece hakikat-yalan denklemini güzel kurmuş insanlar akışta kalabilir, bu akışta kalmanın kodu da “eyvallah”tır.

Dünyadaki “ruhu  egodan ibaret, eyvallaha uzak insan” oranı giderek arttığı için doğrudan egoyu ilgilendiren mevzular da, şu başarı koçluğu işleri de giderek daha çok önem kazanacak ama…bir de kalp var yahu!
Kalp şu dediklerimin hiçbirini sallamaz, sonlu bir dünyada oluşumuz onun sonsuza akışını zerre sekteye uğratamaz, kitabı başkadır onun, çok başka bir dilden konuşur.

Evet egomuzla hayatta kalırız ama dünya kalbimizin yüzü suyu hürmetine dönüyor, kalbimizin yüzü suyu hürmetine varız biz.

Ve bizler sadece kalbimizin bildiği sonsuzu egomuza aratacak kadar da gafiliz, burnumuzun boktan çıkmaması bundandır. 
A101 raflarında aşk aramak gibidir yani şu.. bok bulursun :p

Ne bekliyordun ki?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

ÇOK GÜZELSİN GİTME DUR NOKTASI

Şahsi tarihimizin tekerrür ede ede gözümüze sokmaya çalıştığı toplamda sadece tek bir şey vardır belki de: O aslında öyle değil. Taz...