Hayat Sefiller romanı gibi
değil, The Vire dizisi gibi…
Romantizm-realizm
arasındaki tercihimi her zaman realizmden yana kullanmış olmam objektifliğime
halel getirmez çünkü salt bir zevk meselesi değildir bu, anlama formatıdır… ki romantizm
hakikate parazit yapıp duran bir şey olduğu için sürekli yanlış anlarız bir
şeyleri. (Romantizmden kastım mumlar, ay ışığı filan değil, edebi akım olan
romantizmi kastediyorum, eski bir tarihte yazı yazmıştım bununla ilgili, oldukça
da uzun bir yazıydı)
Bir ay önce şu cümleyi
yazmışım bloga:
Bizler sonlu bir dünyaya
sonsuzu sığdıramamanın muzdaribiyiz.
Yazdığımdan beri sorti
yapıp duruyor beynime bu cümle, üzerine bir şeyler, pek çok şeyler inşa etmem
gerekiyormuş sanki gibi bir his…şimdilik bina yok ama kuluçka kesin!
Her gün etrafımızda
gerçekleşen ihtimallerin hep en olası olanlar olduğunu inkar edip (kuantum
işleri) küçük ihtimallere dair hayaller kurmak çok insani bir sanrıdır ki
aslında bir baş etme yöntemidir bu sanrı. Enerji düzeyimiz arzu edilenin hep
altında olduğu için böyle sanrılardan-inkarlardan-yalanlardan beslenmek zorundayız.
Hakikatlerse enerji vermez bilakis sömürür, “bana hakikati değil muradını ver,
olmak istediğin gibi görün olduğun gibi değil, çünkü her yalan bir yaratış”
meselesi işte…
Hal böyle olunca dört başı
mamur hayatlar, tatlı intikamlar, cuk oturmalar en tabi enerji kaynaklarımız
oluyor. E güzel…ama sorun var; ya suratsız bir gerçekle tuz buz olur her
seferinde o hayallerimiz ya da zihin doz aşımına uğradığı için bize enerji
veren o hayal artık enerji vermez olur. Pil gibi işte, enerji veriyor bir
müddet ama sonra ya kırılıyor ya da bitiyor …kıçı kırık bir pilden ne
bekliyordun ki, ebedibillah seni çevirmesini değil herhalde?
“Yalan balonlarımızı
gerçeğin sivri iğnelerinden iyi korumalıyız” mealinde bir cümle yazmıştım eski
bir yazıya, dediğim tam da budur. Ya inkar yeteneğin çok güçlü olacak ya da
gerçeklerinle yalanlarını mümkün olduğunca paralel hale getireceksin.
Paralellik teorik bir
fikirdir, pratikte var olamaz, bu sebepten bir baş etme yöntemi olarak inkar herkese
lazım bir şeydir.
Herkese lazımdır fakat çok
kullanılınca boku çıkar, o sebepten gerçek iğnelerinin yalan balonlarına
denk gelmesini engelleyecek tedbirler almak lazımdır.
Uzmanlar “başarı” diyor bu
tedbirlere, yalandır, başarılı olmamızı efendilerimize daha iyi hizmet edelim
diye istiyorlar, ne kadar çok terfi alırsak, ne kadar çok ev-araba taksidine
girersek efendilerimiz o kadar çok para kazanıyor çünkü.
Herkesin bir şahsi lugatı vardır,
uzmanların bir şeye ne isim verdiği önemlidir elbette ama asıl önemli olan o
şeyin senin lugatındaki karşılığıdır. Şahsi lugatındaki tarifler ne kadar hayatın
akışına paralelse, gerçeklerinle yalanların da o derece paraleldir. Yani
gerçeklerinle yalanların mümkün olduğunca aynı yöne gitmelidir ki birbirini
kesmesinler, kesiştiklerinde kazanan da hep gerçek olur, iğneye bir şey olmaz, balon patlar.
İşte böyle hayal
kırıklıkları (iğne-balon kazaları) insanın burnunu hep aynı soruya toslatır: Ne
bekliyordun ki?
En çok da “kafi”
kelimesini doğru tarif etmek önemlidir. Balıklar mesela, tokluk hissine sahip
olmadıkları için doymayı bilmezler, bütün balıklar aç ölür.
Hep “ne bekliyordun”a
toslarız ama bizi yanlışın başladığı
yere götürecek soru “ne beklemeliydin”dir. Lakin bu soruyu geçip “ne bekliyordun”a
geldinizse ilk soru artık önemini yitirmiştir, badel harabül Basra yani… Beri
yandan faturasını ödediğin dersi alabilmen için yani bugün değil ama gelecek
için “ne beklemeliydin” sorusu da her daim önemlidir tabi.
İlhan Berk’in o muhteşem “sualler
tanzim edilir yaşamaya dair, sorulmaz” dizesi tam da şu dediklerimdir. Sualler
tanzim edilir ama sorulmazlar çünkü cevapların hoşa gitmeme ihtimali yüksektir,
sorulmamış her soru gerçekten yalana doğru bir adım daha kaymadır, yalan
balonunun biraz daha şişmesidir, sorulmamış sorular listesini fazla kabartmamak
lazımdır bu yüzden.
Hatalar yapabilirsin ama
hatalarından ders çıkartmalı ve tekrarlamamalısın filan…doğru fakat ağır sıkıcı-didaktik
laflar bunlar…üstelik bu lafların hepsi egoyla ilgili.
Sadece hakikat-yalan
denklemini güzel kurmuş insanlar akışta kalabilir, bu akışta kalmanın kodu da “eyvallah”tır.
Dünyadaki “ruhu egodan ibaret, eyvallaha uzak insan” oranı
giderek arttığı için doğrudan egoyu ilgilendiren mevzular da, şu başarı koçluğu
işleri de giderek daha çok önem kazanacak ama…bir de kalp var yahu!
Kalp şu dediklerimin
hiçbirini sallamaz, sonlu bir dünyada oluşumuz onun sonsuza akışını zerre
sekteye uğratamaz, kitabı başkadır onun, çok başka bir dilden konuşur.
Evet egomuzla hayatta
kalırız ama dünya kalbimizin yüzü suyu hürmetine dönüyor, kalbimizin yüzü suyu
hürmetine varız biz.
Ve bizler sadece kalbimizin bildiği
sonsuzu egomuza aratacak kadar da gafiliz, burnumuzun boktan çıkmaması bundandır.
A101 raflarında aşk aramak gibidir yani şu.. bok bulursun :p
Ne bekliyordun ki?