Bir tartışmanın ortasındaydık ve ben “asıl belirleyici
olan tercihler değil şartlardır” diyebilmek için balıklarla karıncaları örnek
verdim. Hani şu meşhur “sular yükselince balıklar karıncaları, alçalınca karıncalar
balıkları yer. Kimin kimi yiyeceğine balıklar-karıncalar değil sular karar verir” düsturu…ve devam ettim, o
düsturu bizim mevzuya getirmeye çalışıyordum…ama anladı lafın nereye
geleceğini, atladı kesti beni, şöyle bir konuşma sonra:
O: Hiç yok öyle bir şey. Belgeselde gördüm ben, sular
bitmişti neredeyse, balıklar çamurun içindeydi, çamurdan sıçrayıp sıçrayıp daldaki
böcekleri yakalıyorlardı.
Ben: Ya ne ilgisi var? Bu dediğim genel bir şey, o
dediğin balıkları görmedim de istisnadır onlar.
O: İstisna falan bilmem, senin teori çürüdü.
Ben: Ya neyse, unut balıkları, belirleyici olan
şartlardır demek istiyorum ben, yani tercihlerimiz öneml…
O: Hayır, konuşamazsın, en başta verdiğin örnek yanlıştı,
bundan sonra söyleyeceğin her şey yanlış, çarpı sıfır yani, buradan devam
edemezsin.
Ben: Ya tamam da ben demek istiyorum ki…
O: Hayır ya başka bir şey bul, balık teorin çürüdü.
Ben: Ama…
Gerisi yok. Zekasını böyle bel altı demagoji yumrukları
için kullanmaktan çekinmeyen birinde zekanın bu kadar yoğun bulunması ne büyük haksızlıktı!
Resmen terlerdim derdimi anlatamadığım için, Allah’ım anlamak istemediğinde O’na
bir şey anlatmak ne kadar zordu!..ve bir şeye ikna etmek.
Aynı zamanda da çok kolaydı O'nu ikna etmek. Acayip
kolaydı hem de, ateşlemek için tetiğine dokunmama bile gerek olmayan silahlarım
vardı çünkü. Onun da vardı.
İnsan antisosyal bir varlıktır ve şiddet en öz lisanıdır.
Beka tedbiri için bahşedilmiş bize bu şiddet yeteneği fakat beka dışında
sebeplerle de şiddet kullanmak en temel alışkanlıklarımızdandır.
Şiddet deyince sadece fiziksel algılamayın, sözlü şiddet,
duygusal şiddet, psikolojik şiddet gibi çeşitleri var bu işin. Laf sokmak da
şiddettir, parmak sallamak da, surat asmak da. Bir annenin yaramazlık yapan 2
yaşındaki çocuğuna “ama bak öyle yaparsan seni sevmem sonra” demesi muazzam bir
şiddettir mesela çünkü çocuk gerçek sanır o tehdidi!
“Öyle yaparsan annen olmam sonra” diyeni bile var… ayarı
çok kaçmış bir şiddet bu, dövmekten çok beter bir şiddet.
En güçlü şiddet silahlarından biridir sevgi, “ateşin, cımbızın” veremeyeceği acıları tek başına üretebilir.
The Green Mile filmindeki katil, küçük ikiz kız kardeşleri
birbirlerine olan sevgilerini kullanarak sessizleştirir, “bağırırsan kardeşinin
canını yakarım” der ikisine de…ikisi de kardeşinin canının yanma korkusuyla
katile istediği sessizliği verir, ikisi de ölür...
Filmin ana fikridir bu zaten, böyle bir şiddetin var
olabildiği dünyada var olmak istemeyen…ölmek isteyen John Coffey’nin
hikayesidir dinlediğimiz.
John Coffey görüntüsünün hilafına bu dünya için fazla narindir.
Pek çok ebeveyn çocuklarının canına onları çok sevdikleri
için okur mesela. Hakkında kitaplar yazılmış çok mühim-derin bir konudur bu.
Ebeveynlerin çocuklarına verebileceği en değerli şey onlara kendileri olma
imkanını tanımak, desteğini sunmaktır…ama işler böyle yürümez.
Eğer sevgi bir şiddet silahıysa aşk bu işin atom
bombasıdır. Öyle yapman gerekiyordur, aklın-gözün çok açık söyler ne yapman
gerektiğini ama yapamazsın çünkü çok seviyorsundur…gitmen gerekir ama
gidemezsin çünkü ayakların yoktur…gibi.
Ayaksız ve akılsız bir ram olmanın ifadesidir aşk, Şeytan
nasıl ateşten yaratılmışsa aşk da şiddetten yaratılmıştır ve aşka düşen kendini
şiddete açar.
Helen Fischer’ın dediği gibidir: Hiç kimse aşkın içinden canlı
çıkamaz.
Şu münasebetsiz karikatür açtı bu konuyu.
Zamanında buraya bir melankomik not olarak düştüğüm şu
cümleyi anımsattı bana:
Bir insan ki zekayla muhayyilenin veled-i
zinasıdır…Kesinlikle kork hatta uzak dur mümkünse. Sıkıysa da sevme!
Bu notu doğrudan o “ışıltılı muhayyile ile zıpkın zekanın
veled-i zinası kişi”yi düşünerek yazmıştım.
Sıkıcı olmayan konuşmalar çok pahalı...
İlham veren bir konuşmanın bedeli ise aşırı yüksek!