"Bir avuç kelime kıtaları birbirinden ayırır, yer
sarsıntısı gibi. Uçurumlara köprü atan cümleler de var."
"Kavga, insanla kader arasında değil artık,
insanla kelime arasında. Rüyaları o bayraklaştırıyor. Yığınlar onun için
yaşıyor, onun için dövüşüyor, onun için ölüyorlar... Mukaddeslerin rengine
bürünen bir bukalemun kelime, semavi kitapların şeytanı. Ve en tehlikelileri
toprağımızda doğmayanlar.. Sol’la sağ, bu karanlık kafilenin öncülerinden
ikisi."
Bu iki söz de Cemil Meriç’e ait.
“Bir şey kesinliğe ne kadar yakınsa gerçeğe o kadar
uzaktır. Gerçeğe yaklaştıkça da kesinlik azalır.”
Einstein’ın söylemiş bunu da.
Bu da Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi.
1- Fizyolojik ihtiyaçlar: Nefes alma,yeme
içme,uyuma,sevişme.
2. Güvenlik ihtiyaçları: Kendini ailesini ve sevdiklerini güven içinde hissetme.
3. Ait olma ve Sevgi ihtiyacı: Başka insanlar ile iletişim kurma,kabul edilme bir yere ait olma.
4. Değer İhtiyaçları: Başkalarınca benimsenip tanınmak,başarılı ve yeterli olmak.
5. Kendini Gerçekleştirme İhtiyacı: Kişisel tatmin,kişinin potansiyelini ortaya çıkarması.
2. Güvenlik ihtiyaçları: Kendini ailesini ve sevdiklerini güven içinde hissetme.
3. Ait olma ve Sevgi ihtiyacı: Başka insanlar ile iletişim kurma,kabul edilme bir yere ait olma.
4. Değer İhtiyaçları: Başkalarınca benimsenip tanınmak,başarılı ve yeterli olmak.
5. Kendini Gerçekleştirme İhtiyacı: Kişisel tatmin,kişinin potansiyelini ortaya çıkarması.
Teist: Bir yaratıcının varlığına inanan ve bir dine
mensup kişi,
Deist: Dinlere inanmayan ama bir yaratıcının varlığına
inanan kişi,
Ateist: Bir yaratıcının yokluğuna inanan kişi,
Agnostik: Bir yaratıcının var olup olmadığını
bilmediğini söyleyen kişi.
Görüldüğü üzere agnostikler dışında herkes inançlıdır.
Biri varlığına inanırken öteki yokluğuna inanır. Tek şüphede olansa agnostik
sadece…mi?
Soru: Tam olmayan bir imanla bir dine mensup
olunabilir mi?
Kaç tane agnostik olduğunu söyleyen insan tanıdınız?
Agnostiklerin oranı % 1’den bile azdır herhalde. “Görünen agnostikler”den
bahsediyorum.
Müslüman olduğunu söyleyen biri nasıl namaz kaçırabilir?
Cehennem’de yanmayı göze mi almıştır? Kötü olduğunu bildiği pek çok şeyi nasıl
yapabilir? Bu bir göze alma falan değildir, böyle direkt söyleyince ters
gelebilir fakat olan şey bir emin olma eksikliğidir, iman eksikliğidir.
Hep düşünmüşümdür bunu, mezardakiler kalksa
yerlerinden, bonus bir ömür verilse onlara…birbirlerine çok yakın şeyler
düşünür, benzer şekilde yaşarlar o bonus hayatı. Evet, Karl Marks ve Mevlana
aynı şekilde, aynı şey için yaşar. Onlar inanmak level’ını aşmış, emin olma
level’ına savrulmuşlardır çünkü.
Yaaani; şüphe dağları bekler. İman etmiş müminler
şüpheden tamamen arınmış olsalardı emir ve yasaklara asla riayetsizlik
etmezlerdi. Bir yaratıcının yokluğuna iman etmiş ateistler de deprem olunca
kelime-i şahadet getirmezdi. Görünen agnostiklerin oranı % 1’in altında belki
ama görünmeyen agnostiklerin oranı % 100’e yakın. Mezarda yatanların içinde hiç
agnostik yok ama.
Cahillik bilmemek değil bildiğini sanmaktır. Bilmez
halden bilir hale geçmekse bir ihtiyaçtır, şüphenin azabından kaçınma ihtiyacı.
Cahillik bir ihtiyaçtır. Yanlış biliyor olmak acı vermez, asıl azap şüphededir.
Ve tercih yapar insan, seçer. İhtiyaçlar
hiyerarşisinin 3. maddesi gereğince seçer. Kabul görmek ve ait olmak için
seçer. Bu seçimin içinde düşman seçimi de vardır, bir kanada ait hissedebilmek
için diğer kanadı düşman olarak seçer. 5. madde ise kükremiş sel gibidir,
kendini gerçekleştirme ihtiyacıyla yanıp tutuşan insanın yapamayacağı şey
yoktur, yıkamayacağı şey yoktur.
Kelimeler bu yüzden çok mühim. Bu seçimleri mümkün
kılabilmek için gerekli ayrışmanın anahtarı “kelime”dir. Kullandığın kelimeler
kimliğindir..
Müslümanca insan olma, müslümanca yaşamanın kökleri
çok derinde, 1000 yıllık bilinç altımızdır İslam. Bu topraklara tekkelerimizle,
medreselerimizle, tarikatlarımızla kök saldık. Ata ruhlarımız müslümandır.
Sadece dinimiz değil kültürümüz de müslümandır. Öyle ki 1980 öncesindeki
materyalist-komünist solcularımız yürüyüşlerde “derviş bizi tan eyleme”
ilahisini bağırarak yürüyordu. Müslümanlığımız dna’mıza kodludur.
Çoook sonra, taa 1856’da bir kitap yayınlandı, 1917’de
bir devrim oldu. Bu düşünceyi benimseyen Türkler “komünist” diye tanıttılar
kendilerini. Soğuk savaş döneminin 1960 sonrasına tekabül eden kısımlarında bu
düşüncenin ülkeye hakim rejim halini alması söz konusu olunca da 1966’da Ülkü
Ocakları kuruldu. Türkiye’de sağ, Türkiye’yi soldan korumak için oluşmuş bir
şey. Adı farklı olsa da Ülkü Ocakları’nın var olma amacı komünizmle
mücadeledir.
Resmi olarak Tanzimat Fermanı’yla başlayıp 1923’te
evrim geçirerek yoluna devam eden modernleşme akımının çok güçlü bir telmihi
olan seküler düşünceyi yukarıda saydığım sağ-sol-İslami kanatlara sos döker
gibi (heterojen olarak tabi) dökersek saflar kabaca da olsa netleşmiş olur.
İhtiyaçlar hiyerarşisinin 3,4 ve 5. maddelerini
hayata geçirmek saikiyle hareket eden bencil insanların savaşıdır aslında
tüm bunlar. Gerçek bir ihlasla hareket edenlerinki hariç tabi. (Kısmen hariç)
Fakat asıl anlaşılması gereken insanların asıl
savaşlarını içlerindeki şüphe ile yapıyor oluşlarıdır.
Bir şeye kolayca inanan insanın en temel niteliği
romantizmdir. Kolayca inanan insan demek, şüpheye dayanıksız insan demektir.
Soru: Türk solunun içinden romantizmi çıkartırsak
geriye ne kalır?
Cevap: Hiç bir şey.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında baskı gören İslami kesim
isyan etmek yerine dna’larına kodlanmış devletine sahip çıkma geleneği
gereğince susmayı ve tevekkülü yeğlemişti. Camilerini terk etmediler ama
şiddetten de uzak durdular, mütevekkil bir bekleyiş içine girdiler. 1000 yıllık
İslam geleneği sekteye uğramadı bile kafalarda.
1990’lı yıllarda polislerin önlerine solcular yerine başörtülü
kızları katmasına ise tepki farklı oldu. Bütün suçları başları örtülü olarak
üniversiteye girmeye çabalamak olan 20 yaşındaki kızların “anarşist” muamelesi
görmesinin vicdanlardaki yankısı farklı oldu. Yarası yarasına denk, kader
ortağı kızlar üniversite kapısından polis marifetiyle püskürtüldükten sonra
birbirlerine sarılarak ağladılar. Telefon alış verişi yaptılar, mazlumlukta
ortaklık onları birbirlerine sıkı sıkıya bağladı. İçine düşürüldükleri duygu
seli eski solcu abi-ablaları gibi hissetmelerine sebep oldu, onları daha iyi
anladılar…ve o abilerin-ablaların romantizm hırkalarını sırtlarına geçirdiler,
sırtlarına geçirdiklerinin farkında olmadan.
Sekülerleştikleri için kafalarına sopa yiyen Müslümanlar
inadına sekülerleşmeye devam etti.
2000’lerden sonra esen elverişli rüzgarların da
etkisiyle serpilip büyüyen bu tohum, bu gün tarihin hiçbir döneminde
rastlamadığımız türden bir muhafazakar kesime inkişaf etti.
İşin içine pop kültür etkisini de kattığımızda terkibi
oluşturan faktörler daha iyi anlaşılmış olur.
Peki Maslow’un 3,4 ve 5. maddelerinden azade mi bu
yeni jenerasyon muhafazalar kesim? Değil tabi ki, hiç kimse o maddelerden azade
değil.
Bu yazı eksik kalmaya mahkum çünkü hazdan hiç
bahsetmedim. Haz faktörünü katmadan tamamlanması da imkansız. Hazzı bu yazının
içinde yedirebilecek liyakate sahip olmadığım için hazdan bilerek hiç
bahsetmedim. Beni aşar o kadarı.
Yukarıda bahsettiğim kampların hepsi örnek gibi
algılanmalıdır. Çok farklı görünen şeylerin aslında nasıl da benziyor
olduklarını ifade etmeye çalıştım sadece.
Diyeceğim o ki; asıl savaşımız içimizdeki şüpheyledir.
Ve o şüpheyi biraz susturabilmek için susturamayacağımız gerçeklik yoktur.
Ve…antisosyal ve benciliz…hepimiz!
Not: Ben bir müslümanım, net. Çok basit düşünüyorum bu
konuda. Tüm bu her şey mezarda bitiyor olamaz. Tüm bunların bir anlamı olmalı.
Gerisi? Gerisini bilmiyorum, bana sormayın.
“İdeolojiler idraklerimize giydirilmiş deli
gömlekleridir.”
Deli gömleğine ihtiyacım da yok, deli gömleğini kabul
de etmiyorum. Dinim dışında hiçbir ideolojik nasa sahip değilim, hiç bir “izm”
umrum değil.