Yol filminde Tarık Akan'la Halil Ergün arasında muhteşem
bir konuşma geçer. Aynı hapishaneden izinli çıkmıştır ikisi de, trende
karşılaşırlar. Hal hatırdan sonra:
T.A. : Gardaş sen okumuş adamsın, bilirsin, sana bir
sualim olacak.
H. E. : Buyur gardaş.
T. A. : Bir insanın aklı kendine düşman olabilir mi?
H. E. : Nasıl yani, anlamadım.
T. A. : Benim aklım bana düşman.
İzmir'de sinemada izlemiştim bu filmi ilk. Tarık Akan'ın
"nasıl yani?"ye karşılık verdiği cevap bünyemdeki cümle sinir uçlarını teyakkuza
geçirmişti, koltuğa yapışmıştım. Çok gerçek bir çaresizliğin ifadesiydi söyleme
şekli, bir belagat harikası.
"Nasıl yani?" ye karşılık kavramsal bir
açıklama yapmıyor ki aklı bu çeşit açıklamalara uygun soyut düşünme yeteneğinden
yoksundur, o sadece kendini bilebilir, sadece
somut düşünebilir, örnek olmadan anlatamaz...ve örnek diye kocaman bir
çaresizlikten ibaret olan kendini koyuveriyor orta yere. Derdini de
söylemiyor...söylenebilecek gibi de değildir zaten derdi, filmin sonunda
öğreniriz. Fenadır!
Aklı kendine düşmandır çünkü bünyesi inkar yeteneğinden yeterince
nasipli değildir. Ona yetecek miktarda inkar aklında mevcut değildir. İnkar, hayatta kalmak için bize lazım olan,
çok mühim, aşırı mühim bir araçtır, bizi çıldırmaktan korur. Lazım olduğunda
elde yeteri kadar olamadığında da Tarık Akan gibi duvar diplerine çöker
cigaralar içersiniz. (Filmin başındaki o cigara içişine hasta olmuştum.)
Araba için benzin ne ise insan için inkar odur. Sarf malzemesidir yani inkar,
kullandıkça tükenen bir şeydir.
"Ne benden sana rüku, ne senden bana kıyam,
Bundan sonra selamunaleyküm, aleykümselam."
Bu beyti yazan Fuzuli olduğu için manasına biraz ekstra
kafa yormak gerekiyor. Sıradan biri yazmış olsaydı "birine kızmış" der
çıkardık işin içinden fakat Fuzuli
sevgilisine cevri az eylemek suretiyle cevri aşırılaştırdığını ve bu
aşırılıktan ötürü ölebileceğinden korktuğunu söyleyen, "incinmek olmaz
cefalardan" şeklinde bir temel hayat görüşüne sahip sofistike bir
deli...olduğu için...ilave bir merak hasıl oluyor "bu adama bunu
söyletecek ne olmuş olabilir?" diye.
Ne olduğunu bilmiyorum, olayı bilmiyorum yani ama olan
şey inkarının tükenmesidir. Fuzuli gibi
bir dehanın inkar potansiyeli korkunç
yüksek olmalı, işi bu, kendisi zaten yürüyen bir tecahül-i arif. Böyle iken O'nun bile tükenebiliyormuş demek ki inkar
deposu. Ölçülü kullanmak lazım demek...ama böyle gereklilik kipli cümleleri
uygulamak, kurmak kadar kolay olmuyor malum.
Canlıların iki temel itkisi var: beka ve üreme. Üremeyi
mecazi olarak bekanın türevi sayarsak tek temel itkimizin beka olduğunu
düşünebiliriz.
Hayatta kalmak için inkar mekanizmasını dibine kadar
çalıştırmış Fuzuli depodaki inkar bitince ne yapıyor, ölüyor ya da çıldırıyor
mu? Hayır, bir diğer hayatta kalma mekanizmasını kullanmaya başlıyor: kaçmak.
Kaçmak, vazgeçmek, feragat etmek...bizi gerektiğinde
hayatta tutan çok mühim mekanizmalardır. Bunları kullanmaya başladığınız anda
da inkar deposu yeniden dolmuş olur çünkü inkar dediğin şey konu seçer. Limitli
olan, bir konu hakkında sarf edilebilecek inkar miktarıdır, toplam inkarda limit
yoktur. İnkarda limit aşımına uğrayan konu gündemden kaldırılır, toplam inkar
stoğunda ise azalma bile olmaz. Dikkat edilirse burada öfke yok, ( ki öfke
kişiliğimizin bekçisidir, öfke de hayatta kalmak için bize lazım
mekanizmalardan biridir) olan şey bir yeniden konumlandırmadır. Kıyam-rüku işi
bitiyor ama selam aynen devam. İki devletin ilişkilerini maslahatgüzar
seviyesine indirmesi gibi. Karşı tarafı daha fazla rencide edecek türden pasif
agresif bir tavır söz konusu. Ha bu tavrın beyti de var :)
"Ağyar elemin çekme gönül nafile gamdır,
Hasmın sitemin anlamamak hasma sitemdir."
Hasmın sitemin anlamamak hasma sitemdir."
Bu da yazdıklarından ötürü asılan sivri dilli Nefi'nindi.
Nazım Hikmet öfkesini karıştırmamak ya da saklamak konusunda
bu kadar mahir değil ama:
"Ne ben sana kızarım
Ne de zatın zahmet edip bana küssün..
Artık seninle biz,
Düşman bile değiliz"
Ne de zatın zahmet edip bana küssün..
Artık seninle biz,
Düşman bile değiliz"
O "bile" kelimesini de dişlerinin arasından
söylediğinden şüpheniz olmasın :)
Öyle ya da böyle, öfkeli ya da sakin, pasif agresif ya da
doğrudan antisosyal bir tavırla...insan her an hayatta kalmaya programlıdır, hayatta
kalmayı düşünmeden düşünür. Yıkılan her savunma hattına karşılık yeni bir
savunma hattı kurar. Bir gün de gerçekten ölür, bunlara gerek kalmaz :)
Not: Yazı bittikten sonra fark ettim, 2 önceki yazıda da hem Nazım Hikmet'ten hem
de Fuzuli'den bahsetmiştim. Bu ikisini bir arada zikretmeyi 2 kez başarmış
olmak bilmiyorum başarı mı yoksa tam tersi mi? :)
Not 2 : 127 Hours filmindeki adamın kendi kolunu
kesmesini de örnek diye verecektim, aklımdaydı, unuttum. Sokuşturamam da şimdi
bir yere. Ama vazgeçmenin nasıl güçlü bir beka tedbiri olduğuna çok yerinde bir
örnektir o film. Gerçektir bu arada filmde olanlar, biri gerçekten yaşamış bu
muazzam çaresizliği!
Not 3: Bu şimdi aklıma geldi, unutma falan yok, ama o
kadar mühim ki eklemesem olmaz! Yahu en süper örnek Genç Werther'in Izdırapları'dır.
(Spoiler içerir) Goethe'nin 22 yaşındayken yaşadığı bir imkansız platonik aşkı (kız
evlidir) bir kaç yıl sonra yazmasıyla ortaya çıkmış bir romandır bu. Çok meşhurdur. Ben kitap hakkında
hiç bir ön bilgim olmadan hazırlıksız okuyup kafayı yemiştim. (Gençtim) Romanın
sonunda Goethe intihar ediyor. Kitap piyasaya çıktıktan sonra Goethe ciddi bir
üne kavuşuyor fakat kitap pek çok ülkede yasaklanıyor. Çünkü bu kitabı okuyan
pek çok kişi romandaki kahramanın intihar sahnesini bire bir taklit edip gerçekten
intihar ediyor. Öyle dehşetli bir romandır gerçekten, 2 kez okuduğum nadir
kitaplardandır.
Fakat gerçekte...Goethe 82 yaşına kadar yaşamıştır :) Romandaki pek çok şey gerçektir evet ama romana layık gördüğü finali kendine layık görmemiş...kaçıp kurtulmuştur Goethe! Kaçmak dediğim, o şehirden ayrılmıştır. İyi ki de öyle yapmıştır yoksa Faust'u yazamazdı. Ve daha pek çok şaheseri.
Not 4: İsraf haramdır.
Fakat gerçekte...Goethe 82 yaşına kadar yaşamıştır :) Romandaki pek çok şey gerçektir evet ama romana layık gördüğü finali kendine layık görmemiş...kaçıp kurtulmuştur Goethe! Kaçmak dediğim, o şehirden ayrılmıştır. İyi ki de öyle yapmıştır yoksa Faust'u yazamazdı. Ve daha pek çok şaheseri.
Not 4: İsraf haramdır.
Fuzûlî'nin kızdığı ile Nâzım'ın kızdığı bir midir? emin değilim :) Nâzım örneğinde ve/veya Goethe'de Werther'in kaçması durumu mümkündür....hal böyle iken; Hazretin hali ağır bir kabz şeklinde değerlendirilebilir. Orada kaçmanın çok mümkün olmadığını düşünürüm. Kabz hali ve ciddi bir niyaz makamı gibi geldi bana sözleri. Be hey mübârek ne yaşamış ne anlatmışsın.
YanıtlaSilVelhâsılı denize küsmüş balığın durumudur bu Sayın Efervesan ;)
YanıtlaSilöncelikle belirtmeliyim ki anonim yorum bırakıp "yorum yazdım" diye haber vermen pek ince bir davranış sağol ama işlevsel değil sanki :) yorumunun altına adını yazman daha kolay olmaz mıydı? :))
YanıtlaSilnazım'ın kızdığı sevgilisi değil arkadaşı, fuzuli'ninkini bilmiyorum. önem arz ediyor mu kimler için yazıldıkları? kısmen ediyor evet ama o sözleri alıp anlatacağımı anlatmama yarar hale getirebilmek için manipülasyon yapma hakkımı elimden almıyor kimlere yazıldıkları :)
aslında sadece werther üzerinden anlatabilirmişim derdimi, o çok cuk bir örnek çünkü ama...çok geç geldi aklıma neylersin.
bir de...fuzuli insan değil yaa! onun söylediklerini referans alıp bizim gibi sıradan fanilere uyarlamak hiç de rasyonel bir tavır değil. biz sadece insanız, o başka bişi :)
yanılıyorsun...denize küsmek yok, hiç yok hem de.
YanıtlaSilBendeniz; siradan bir fani oldugunu unutmak suretiyle ve de haddini bilmeyerek, Hazretin haline atıfta bulunmuş idim :( sizin de söylediğiniz gibi bizim kendilerini anlamamız oldukça zor.
YanıtlaSil