11 Kasım 2015 Çarşamba

BEKA

Yol filminde Tarık Akan'la Halil Ergün arasında muhteşem bir konuşma geçer. Aynı hapishaneden izinli çıkmıştır ikisi de, trende karşılaşırlar. Hal hatırdan sonra:
T.A. : Gardaş sen okumuş adamsın, bilirsin, sana bir sualim olacak.
H. E. : Buyur gardaş.
T. A. : Bir insanın aklı kendine düşman olabilir mi?
H. E. : Nasıl yani, anlamadım.
T. A. : Benim aklım bana düşman.

İzmir'de sinemada izlemiştim bu filmi ilk. Tarık Akan'ın "nasıl yani?"ye karşılık verdiği cevap  bünyemdeki cümle sinir uçlarını teyakkuza geçirmişti, koltuğa yapışmıştım. Çok gerçek bir çaresizliğin ifadesiydi söyleme şekli, bir belagat harikası.
"Nasıl yani?" ye karşılık kavramsal bir açıklama yapmıyor ki  aklı  bu çeşit açıklamalara uygun soyut düşünme yeteneğinden yoksundur, o sadece kendini  bilebilir, sadece somut düşünebilir, örnek olmadan anlatamaz...ve örnek diye kocaman bir çaresizlikten ibaret olan kendini  koyuveriyor orta yere. Derdini de söylemiyor...söylenebilecek gibi de değildir zaten derdi, filmin sonunda öğreniriz. Fenadır!

Aklı kendine düşmandır çünkü bünyesi inkar yeteneğinden yeterince nasipli değildir. Ona yetecek miktarda  inkar aklında mevcut değildir.  İnkar, hayatta kalmak için bize lazım olan, çok mühim, aşırı mühim bir araçtır, bizi çıldırmaktan korur. Lazım olduğunda elde yeteri kadar olamadığında da Tarık Akan gibi duvar diplerine çöker cigaralar içersiniz. (Filmin başındaki o cigara içişine hasta olmuştum.)

Araba için benzin ne ise  insan  için inkar odur. Sarf malzemesidir yani inkar, kullandıkça tükenen bir şeydir.

"Ne benden sana rüku, ne senden bana kıyam,
Bundan sonra selamunaleyküm, aleykümselam."
Bu beyti yazan Fuzuli olduğu için manasına biraz ekstra kafa yormak gerekiyor. Sıradan biri yazmış olsaydı "birine kızmış" der çıkardık işin içinden fakat  Fuzuli sevgilisine cevri az eylemek suretiyle cevri aşırılaştırdığını ve bu aşırılıktan ötürü ölebileceğinden korktuğunu söyleyen, "incinmek olmaz cefalardan" şeklinde bir temel hayat görüşüne sahip sofistike bir deli...olduğu için...ilave bir merak hasıl oluyor "bu adama bunu söyletecek ne olmuş olabilir?" diye.

Ne olduğunu bilmiyorum, olayı bilmiyorum yani ama olan şey inkarının tükenmesidir.  Fuzuli gibi bir dehanın  inkar potansiyeli korkunç yüksek olmalı, işi bu, kendisi zaten yürüyen  bir tecahül-i arif. Böyle iken  O'nun bile tükenebiliyormuş demek ki inkar deposu. Ölçülü kullanmak lazım demek...ama böyle gereklilik kipli cümleleri uygulamak, kurmak kadar kolay olmuyor malum.

Canlıların iki temel itkisi var: beka ve üreme. Üremeyi mecazi olarak bekanın türevi sayarsak tek temel itkimizin beka olduğunu düşünebiliriz.

Hayatta kalmak için inkar mekanizmasını dibine kadar çalıştırmış Fuzuli depodaki inkar bitince ne yapıyor, ölüyor ya da çıldırıyor mu? Hayır, bir diğer hayatta kalma mekanizmasını kullanmaya başlıyor: kaçmak.

Kaçmak, vazgeçmek, feragat etmek...bizi gerektiğinde hayatta tutan çok mühim mekanizmalardır. Bunları kullanmaya başladığınız anda da inkar deposu yeniden dolmuş olur çünkü inkar dediğin şey konu seçer. Limitli olan, bir konu hakkında sarf edilebilecek inkar miktarıdır, toplam inkarda limit yoktur. İnkarda limit aşımına uğrayan konu gündemden kaldırılır, toplam inkar stoğunda ise azalma bile olmaz. Dikkat edilirse burada öfke yok, ( ki öfke kişiliğimizin bekçisidir, öfke de hayatta kalmak için bize lazım mekanizmalardan biridir) olan şey bir yeniden konumlandırmadır. Kıyam-rüku işi bitiyor ama selam aynen devam. İki devletin ilişkilerini maslahatgüzar seviyesine indirmesi gibi. Karşı tarafı daha fazla rencide edecek türden pasif agresif bir tavır söz konusu. Ha bu tavrın beyti de var :)
"Ağyar elemin çekme gönül nafile gamdır,
Hasmın sitemin anlamamak hasma sitemdir."
Bu da yazdıklarından ötürü asılan sivri dilli Nefi'nindi.
Nazım Hikmet öfkesini karıştırmamak ya da saklamak konusunda bu kadar  mahir değil ama:
"Ne ben sana kızarım
Ne de zatın zahmet edip bana küssün..
Artık seninle biz,
Düşman bile değiliz"
O "bile" kelimesini de dişlerinin arasından söylediğinden şüpheniz olmasın :)

Öyle ya da böyle, öfkeli ya da sakin, pasif agresif ya da doğrudan antisosyal bir tavırla...insan her an hayatta kalmaya programlıdır, hayatta kalmayı düşünmeden düşünür. Yıkılan her savunma hattına karşılık yeni bir savunma hattı kurar. Bir gün de gerçekten ölür, bunlara gerek kalmaz :)

Not: Yazı bittikten sonra fark ettim,  2 önceki yazıda da hem Nazım Hikmet'ten hem de Fuzuli'den bahsetmiştim. Bu ikisini bir arada zikretmeyi 2 kez başarmış olmak bilmiyorum başarı mı yoksa tam tersi mi? :)

Not 2 : 127 Hours filmindeki adamın kendi kolunu kesmesini de örnek diye verecektim, aklımdaydı, unuttum. Sokuşturamam da şimdi bir yere. Ama vazgeçmenin nasıl güçlü bir beka tedbiri olduğuna çok yerinde bir örnektir o film. Gerçektir bu arada filmde olanlar, biri gerçekten yaşamış bu muazzam çaresizliği!


Not 3: Bu şimdi aklıma geldi, unutma falan yok, ama o kadar mühim ki eklemesem olmaz! Yahu en süper örnek Genç Werther'in Izdırapları'dır. (Spoiler içerir) Goethe'nin 22 yaşındayken yaşadığı bir imkansız platonik aşkı (kız evlidir) bir kaç yıl sonra yazmasıyla ortaya çıkmış bir  romandır bu. Çok meşhurdur. Ben kitap hakkında hiç bir ön bilgim olmadan hazırlıksız okuyup kafayı yemiştim. (Gençtim) Romanın sonunda Goethe intihar ediyor. Kitap piyasaya çıktıktan sonra Goethe ciddi bir üne kavuşuyor fakat kitap pek çok ülkede yasaklanıyor. Çünkü bu kitabı okuyan pek çok kişi romandaki kahramanın intihar sahnesini bire bir taklit edip gerçekten intihar ediyor. Öyle dehşetli bir romandır gerçekten, 2 kez okuduğum nadir kitaplardandır.
Fakat gerçekte...Goethe 82 yaşına kadar yaşamıştır :) Romandaki pek çok şey gerçektir evet ama romana layık gördüğü finali kendine layık görmemiş...kaçıp kurtulmuştur Goethe! Kaçmak dediğim, o şehirden ayrılmıştır. İyi ki de öyle yapmıştır yoksa Faust'u yazamazdı. Ve daha pek çok şaheseri.


Not 4: İsraf haramdır.

5 yorum:

  1. Fuzûlî'nin kızdığı ile Nâzım'ın kızdığı bir midir? emin değilim :) Nâzım örneğinde ve/veya Goethe'de Werther'in kaçması durumu mümkündür....hal böyle iken; Hazretin hali ağır bir kabz şeklinde değerlendirilebilir. Orada kaçmanın çok mümkün olmadığını düşünürüm. Kabz hali ve ciddi bir niyaz makamı gibi geldi bana sözleri. Be hey mübârek ne yaşamış ne anlatmışsın.

    YanıtlaSil
  2. Velhâsılı denize küsmüş balığın durumudur bu Sayın Efervesan ;)

    YanıtlaSil
  3. öncelikle belirtmeliyim ki anonim yorum bırakıp "yorum yazdım" diye haber vermen pek ince bir davranış sağol ama işlevsel değil sanki :) yorumunun altına adını yazman daha kolay olmaz mıydı? :))
    nazım'ın kızdığı sevgilisi değil arkadaşı, fuzuli'ninkini bilmiyorum. önem arz ediyor mu kimler için yazıldıkları? kısmen ediyor evet ama o sözleri alıp anlatacağımı anlatmama yarar hale getirebilmek için manipülasyon yapma hakkımı elimden almıyor kimlere yazıldıkları :)
    aslında sadece werther üzerinden anlatabilirmişim derdimi, o çok cuk bir örnek çünkü ama...çok geç geldi aklıma neylersin.
    bir de...fuzuli insan değil yaa! onun söylediklerini referans alıp bizim gibi sıradan fanilere uyarlamak hiç de rasyonel bir tavır değil. biz sadece insanız, o başka bişi :)

    YanıtlaSil
  4. yanılıyorsun...denize küsmek yok, hiç yok hem de.

    YanıtlaSil
  5. Bendeniz; siradan bir fani oldugunu unutmak suretiyle ve de haddini bilmeyerek, Hazretin haline atıfta bulunmuş idim :( sizin de söylediğiniz gibi bizim kendilerini anlamamız oldukça zor.

    YanıtlaSil

Öne Çıkan Yayın

ÇOK GÜZELSİN GİTME DUR NOKTASI

Şahsi tarihimizin tekerrür ede ede gözümüze sokmaya çalıştığı toplamda sadece tek bir şey vardır belki de: O aslında öyle değil. Taz...