21 Haziran 2012 Perşembe

FAŞİZM

Kahrolsun faşizm,
Faşizm Allah belanı versin,
Kurşunlara gelesin faşizm!

Yahu beter olsun, gebersin anladık da…nedir bu faşizm? Bir Allah’ın kulu da kalkıp anlatsa di mi…faşizm nedir, faşist kimdir?
Yıllar boyunca bunca bağırıldı da kahrolmuş bir faşist görmedik, kimse kendisini “ben faşistim” diye tarif etmedi…yani faşizm düşmanları karşılarında muhatap bulamadı yıllarca ama bunu hiç dert etmeden  bağırmaya devam ettiler….ve en mühimi de bu faşizm düşmanlarının faşizmin ne olduğunu bildiklerini pek sanmıyorum!  Tıpkı “ben ülkücüyüm” diyenlerin çok büyük çoğunluğunun “ülkü”nün ne olduğunu bilmedikleri gibi…
Önemli olan faşizmin ortadan kalkması için çaba sarf etmek miydi yoksa bir şeylere düşman olmak mıydı, kendisini “bir şeylerin düşmanı ve bir başka şeylerin tarafı” olarak tarif etmek miydi acaba? Acep asıl dert uzay boşluğunda kaplanan hacmin beyhude yere kaplanmadığını ispat mıydı? Bu başka bir konu, şimdi konumuz faşizm.

Faşizm Mussolini’nin icadı olarak geçmiş kayıtlara. Fikir babası bir yazar var, kesin başka yazarlar-yazılar-kitaplar falan da vardır da…detayı lüzumsuz, neticede 1920’lerin başında İtalya’da ortaya çıkmış bir doktrin faşizm, burası mühim.
Nazizm (Almanya) ve falanjizm  de (İspanya) faşizmin kardeşleri, ülke değiştikçe isim değişiyor işte, marka gibi şeyler bunlar. Bu üç doktrin de 1920’den sonra ortaya çıkmaya başlamış, 1945’te de vefat etmişler.

Olan şey şu…halkın ve devletin refahını-kurtuluşunu baskıcı bir rejimle, yüksek disiplinle temin etmeye çalışıyorsunuz faşist rejimde…muhalefete yer yok, demokrasi hak getire, öyle her aklına gelen her şeyi yazamıyor, özgürlükler gayet kısıtlı…ve bu faşist yöneticiler halk tarafından çok yüksek oranda destekleniyor. Tuhaf değil mi desteklenmeleri? Bunun nedenini anlamak lazım.

1920 Almanya’sını anlamak lazım önce. Büyük savaştan fena halde mağlup çıkmış, harap halde bir ülke…halkının birbirinden başka yiyeceği bir şey kalmamış. Dahası Fransa, Almanya’nın bu yerle bir olmuşluğunu onun tekrar ayağa kalkabilmesini imkansız kılacak şekilde perçinlemek istiyor, Versailles Anlaşması’nın Fransa için anlamı budur… yüksek savaş tazminatları (çok azını ödedi gerçi Almanya), bir sürü yaptırım vs. Böyle bir ülkenin yöneticisi olmak kolay olmasa gerek ki yönetimler kısa ömürlü olmuş hep, ardından bindiren  1929 buhranı da tüy dikmiş rezilliğe.
Aynı Almanya 1939’da o galip devletlerin karşısına hepsinden daha güçlü olarak gene dikilebilmiş, büyük hezimetten sadece 21 yıl sonra yani…tuhaf değil mi? bunun nasıl mümkün olduğunu da anlamak lazım!

Faşizm işler kötüye gittiğinde ortaya çıkan bir şeydir . Her şeyin başlangıcı bu cümledir.

1920 Almanya’sını tarif ettim ama galip devletler tarafında olmasına rağmen barış görüşmelerinde masaya çağrılma tenezzülü bile gösterilmeyen “itilmiş İtalya”nın 1920’deki durumu da Almanya’dan farklı değildi. Sadece 60 yıllık bir devletti ve kriz yönetimini sağduyuyla uygulayabilecek  katmanlı bir devlet kültüründen nasipsizdi. (Bu kültür için bkz. özellikle İngiltere) Bu şartlar Mussolini gibi bir despotun % 62 oy alması için lazım olan ve nasıl o kadar oy aldığını açıklayan şartlardır. Ha ona onca oy veren o halk 21 yıl sonra cesedini meydanda baş aşağı sallandırmıştır, o ayrı…

Faşizm her şeyden önce bir ortak amaç belirler. Bu milli amaç ülkenin kurtuluşu için üzerinde tartışılması yasaklanmış bir amaçtır ve halk topyekun olarak devletinin iyiliği için organize olarak çalışır. Herkesin ne yapacağı organizasyonun tepesindeki lider tarafından (duçe, führer, milli lider, milli şef…farklı isimlerle anmak mümkün) belirlenmiştir ve uygulamalar da aynı liderin önderliğinde ifa edilir ve denetlenir. Yani kuvvetler ayrılığı falan yoktur, yasama da yürütme de yargı da her şey de liderin bizzat kendisidir. Sorgulama, fikir üretme, muhalefet vs. doğrudan vatan hainliğidir, bunlar ülkeyi milli amaçlarından geri düşürecek şeylerdir. Bir ülkenin topyekun bir askeri kıta halini alması gibi bir şeydir yani faşizm.
Sistem oturunca ortadan önce kaos kalkar ki halkın istediği de tam budur. Bir halkın gönüllü olarak askeri bir kıta halini almasındaki temel faktördür bu, halk kaos istemez. Faşist liderler bu sebepten yüksek oy oranları ie iktidara gelir. Sonra milli başarı kaçınılmazdır, disiplin olunca işler tıkır tıkır yürür. Sorun burada neye “başarı” dediğinizdir.

Kaostan kaçarken baskıya tutulan insanların kaosun bitmesi için çaba göstermesi, baskının bitmesi için çaba göstermesi kadar normaldir, beklenendir, anlaşılırdır, insanidir. Yani % 62 ile başa getirdiğiniz insanı daha da yüksek bir oranla gönderebilirsiniz…Burada anahtar kelime “usanma”dır, her gün bal yeseniz baldan bile usanırsınız di mi? Hele de bal diye yediğiniz aslında bal falan değilse!

Peki o en başta tarif edilen milli amaç sakat çıkarsa? İşte o zaman zamanında seçtiğiniz yönetimi göndermekle kalmaz, liderinin cesedini meydanda baş aşağı sallandırırsınız! Kalabalıklar  düşünmez, kendisine o anda lazım olanı elde etmek için en kestirme gördüğü yola sapar hep. (bkz. 1982 referandumu, % 92 “evet” oyu)

Mevzuya bu gözle bakınca daha 1920’de icat edilmiş bir kelimeye (faşizm) bütün kötülüklerin anasıdır diye küfür etmek bana saçma görünür. Böyle bir kelimenin icat edilmesi bile saçma görünüyor bana çünkü kalabalıkları bir amaç altında toplayıp onları baskıyla ve toplu halde o amaca yönlendirme işinin tarihi, insanlık tarihiyle yaşıttır. Yani faşizm hep vardı ama ya adı yoktu ya da başka bir şeydi… o zamanlar neyin kahrolması için tezahürat yapıyordu acaba insanlar?
Kriz dönemlerinde, olağanüstü dönemlerde disiplinin artması eşyanın tabiatı gereği olduğu için bin yıllardır uygulanagelmiş bir şeydir faşizm, adı konmuş olmasa bile... 6 ay sonra ÖSS sınavına girecek öğrencinin kendisini alıştığı bir çok zevkten mahrum etmesi, anasının-babasının kendisine “ders çalış” diye baskı yapması da aynı şey değil mi ki? Zor zamanlarda ortaya çıkan geçici bir baskıcı rejim işte bu da, sınav bittikten sonra da kendiliğinden kalkar ortadan.

İnsanı görmezden gelen, devletin ortak-yüksek  amaçları için insanı araç gibi gören, sayısal olarak değerlendiren bu baskı rejimini yüceltecek, savunacak halim elbette ki yok, insanlık onuruna aykırı bir şeydir tabi ki faşizm, “keşke hiç olmayası”dır…madem “kahrolsun faşizm” fikrinde bir çok kişiyle böyle hemfikirim, bunca yazıyı neden yazdım peki? Beni rahatsız eden neydi ki bunları yazma gereği hissettim?

Yazdım çünkü insanların ne olduğunu bilmedikleri bir şeye “kahrolsun” diye bağrınarak kendilerini yalandan rahatlatması beni rahatsız ediyor. İnsanların ne dediklerini bilmeden bağırması beni rahatsız ediyor. Faşizmin bir mecburiyetle ortaya çıktığını, etüd edilmesi gerekenin “şartlar” olduğunu bilmeden bağırması beni rahatsız ediyor. Şartları bırakın etüd etmeyi, o şartları öğrenme zahmetini bile göstermemeleri rahatsız ediyor. Kolayca vicdanlarını rahatlatmaları, “görevini yapmış insan” hazzını yalandan yaşamaları beni rahatsız ediyor. Beni asıl bu “kolaycılık”ları rahatsız ediyor.
Aslında asıl konu “kolaycılık”tır, yazmak istediğim de odur. Ortak ve bireysel “yalan”larımızın doğum sebebidir, “büyük yalan”ın doğum sebebidir şu “bizim büyük kolayclılığımız.”
Öyle bir yazı da olacak ama şimdi değil.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

ÇOK GÜZELSİN GİTME DUR NOKTASI

Şahsi tarihimizin tekerrür ede ede gözümüze sokmaya çalıştığı toplamda sadece tek bir şey vardır belki de: O aslında öyle değil. Taz...