Baştan alırsak şöyle bir mantık silsilesi kurmak mümkün:
- İnsanın iki temel eğilimi var, hayatta kalmak ve üremek,
- Korku ve şiddet hayatta kalmak için bize lazımdır. İnsan bu yüzden özünde antisosyal bir varlıktır. (“asosyal” değil “antisosyal”, aralarındaki farkı bilmeyenler bu cümleyi yanlış anlar.) Buradan hareketle insanın özünün kötücül olduğunu düşünebilir miyiz? Bu soru dursun burada şimdilik.
- Hayatta kalmak için başka şeyler de lazım, yiyecek, giyecek, mağara, ev vs.
- Belirsizlikleri hayatımızın devamı için tehdit olarak algılıyoruz ve bu yüzden bilmediklerimize yaklaşımımız temkinli bir merak şeklindedir. Bildiklerimizden emin olmak isterken bilmediklerimizi kısmen de olsa aydınlatmaya çalışırız.
- Yeni bir bilgi eski bildiklerimizin önemli bir kısmını geçersizleştiriyorsa o yeni bilginin doğruluğunu şüpheyle araştırmak yerine doğrudan yanlış olduğunu iddia etmek (inkar) hayatta kalmak için yaptığımız şeylerdendir… Mesela 1980 öncesinde kelle koltukta “vatanı milleti için” sağcılık ya da solculuk yapanlar Türkiye’deki solculuğun İngiltere, sağcılığın da ABD tarafından organize edilen ve asıl amacı bir şekilde Türkiye’yi kontrol altında tutmak olan faaliyetler olduğu bilgisi ile karşılaşırsa doğrudan bu bilginin yanlış-yalan olduğunu iddia ve kabul eder…bu bilginin doğru olma garantisi yoktur elbette ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta bu yalan ve yanlış olduğunu iddia etme hiçbir araştırmaya gerek duyulmadan gerçekleşir. İnsan bütün önemli bildiklerinin bir anda önemsiz ve yanlış olduğunu öğrenmekten hoşlanmaz, hayatta kalma itkisi derhal devreye girer ve sorgulamasız bir yalanlamaya sevk eder insanı. Bu kişiler hoşlarına gitmeyecek ama yalanlayamacakları bir gerçekle karşılaştıklarında ise o bilgiyi gizlemeyi tercih ederler, devreye inkar girer, inkarın kaynağı da hayatta kalmaktır.
Aslında düşünsel mevzularda “hayatta kalmak” yerine “bütünlüğünü korumak” tabirini kullanmak daha yerindedir. İnsan bir bütün olarak hayat kalmak ister, önce bütünleşmek sonra bu bütünlüğü korumak ister.
İnsan bütün olmanın nasıl bir şey olduğunu bilir, çocukken bütündür çünkü….parçalanma sonradan olur, çocuklukta başlar, öğrenme parçalanmayı besler… en travmatik parçalanmalar da çocukken olanlardır genelde.
Merak ettikçe öğrenir, öğrendikçe parçalanırsınız. Tekrar bütün olabilmek için yeni meraklar edinirsiniz ancak bu yeni öğrenmeler yeni parçalanmalara sebep olabilir…olmayabilir de, öğrenmek bütünleşmenize yardımcı da olabilir. Sartre’ın “Duvar” adlı hikayesini ve Necip Fazıl’ın “Çile” şiirini bu gözle okumak lazım…bence.
Maslow’un “ihtiyaçlar hiyerarşisi teorisi” diye şey var, insan ihtiyaçlarını şöyle tarif ediyor Maslow:
Maslow, gereksinimleri şu şekilde kategorize etmektedir.
1. Fizyolojik gereksinimler (nefes, besin, su, cinsellik, uyku, denge, boşaltım)
2. Güvenlik gereksinimi (vücut, iş, kaynak, etik, aile, sağlık, mülkiyet güvenliği)
3. Ait olma, sevgi, sevecenlik gereksinimi (arkadaşlık, aile, cinsel yakınlık)
4. Saygınlık gereksinimi (kendine saygı, güven, başarı, diğerlerinin saygısı, başkalarına saygı)
5. Kendini gerçekleştirme gereksinimi (erdem, yaratıcılık, doğallık, problem çözme, önyargısız olma, gerçeklerin kabulü)
Bu 5 maddede “bütün olma” arzusunu aramak boşuna bir faaliyet olmayacaktır.
Bir de romantizm var…bütün olmadığı halde kendini bütün saymaya yarar…yani inkar yoluyla bütünlüğü gerçekleştirmektir romantizm! Yalandan bir bütünlük elbette…
Aşık birisinin aşık olduğu kişinin yanında olmak istemesi, ne istediğinden emin olması, amacından şüphesizliği…ne güzel bir bütünlüktür:) ama hayatın anlamı sevilenin yanında olmak olamaz çünkü aşk denen şey ömrü olan bir şeydir, ölür bir gün…o sebepten sevilenin yanında olma isteği ancak “geçici bir bütünlük hissi” olabilir ama o bütünlük hissedilirken geçici olmadığı, ebedi olduğu varsayılır…bu bir inkardır, yani romantizmdir.
Fuzuli’nin aşkı bitmesin diye sevgiliye kavuşmayı reddetmesi de (imkansızlıklar aşkı besler, vuslat öldürür) böyle bakınca anlamsız gelmiyor, adam bütünlüğünün devamını garanti etmenin peşinde, kavuşursa aşkının geçici olduğu anlaşılır, parçalanma yaşanır.
Romantizm sadece aşkta olmaz… “halkını kurtarmak” fikri de romantizmden beslenir.
“Halkı kurtarmak” ile “insanlar için güzel şeyler yapmak” arasında fark var… insanlar için güzel şeyler yapmaya üşenen insanların topyekun bir halkı kurtarmaya soyunması hiç de az rastlanan bir şey değildir. Burada samimiyetsizlik ya da isteklerde şuursuzluk aramak boşuna olmaz. Kendisine ya da yakın çevresine (çoluk çocuk, aile vs.) faydası olmayan insanları bir milleti kurtarmaya soyunmuş görmek bizi şaşırtması gereken bir şeydir ama o kadar çok görürüz ki bu hali…normal kabul ederiz…
Absürd olan yaygınlaşınca normal kabul ediliyor…
Milleti için, tanımadığı insanlar için kendi rahatlarından hatta canlarından vazgeçebilen insanlara saygı duymamak, samimiyetlerinden şüphe etmek ahlaksızlık, nankörlük olur…ölen, işkence gören, çile çeken, başkalarının acısını kendi acısı gibi yaşayan insanlara hürmetim büyük, sağ-sol ayırt etmeden büyük…ama konumuz iyi niyet ya da fedakarlık değil.
Memleketi kurtarmak için harekete geçmeden önce şunların olması gerekir:
1- Memleketin kurtarılması gereken bir halde olduğunu ve kurtarılması gerektiği kabul edersiniz,
2- Bu kurtarma işinde aktif rol almanız gerektiğini düşünürsünüz, (durumdan vazife çıkartmak)
3- Nasıl kurtarılacağını bildiğinizi düşünürsünüz, …yetmez, reçetenizden emin olursunuz,
4- Kurtarma reçetesi sizinki gibi olmayan insanlar doğru kurtarma reçetesine ikna edilmeli, ikna edilemeyenler ortadan kaldırılmalıdır. Reçetenize karşı çıkan herkes düşmandır, vatan-millet hainidir.
Böyle alt alta yazınca gülümseyerek okuyor insan ama…oldu ki bunlar, hala oluyor.
AKP karşıtlarına göre AKP’ye oy verenler koyun ve uyuyorlar, kendileri ise uyanık. AKP asla iyi şeyler yapmaz.
AKP yanlılarına göre de AKP düşmanları yanılmış kişiler…AKP asla kötü şey yapmaz.
Atatürk aşıkları ve düşmanları şeklinde iki romantik kitlenin varlığı da gözden kaçacak gibi değil. Osmanlı aşıkları ve Osmanlı düşmanları kitleleri de var elbette. Duyguyla ilgisi olmaması gereken, akıl-bilgi ile üzerine gidilmesi gereken bu konularda “sevmek” kelimesinin bu kadar çok geçmesi aklın kabul etmemesi gereken bir şeydir.
Mensup oldukları dinle ilgili tebliğler yapanların “dinsever” romantizmleri de dikkate şayan…dine karşı olanların din karşıtı propagandasında da aynı romantizmi görmek gayet kolay. (Din karşıtı propaganda yapanlar daha çok ateist değil de dine mensup ama dindar olmayanlardır nedense!...bir açıklaması var elbette bunun da, konumuz değil)
Tüm bu romantik taraftar insanların ortak özelliği bir cümleyi kendi yandaşları söylerse alkışlarken, karşı kampın mensubu söylerse yuhalarlar, ne söylendiği değil kimin söylediği önemlidir hep.
Burada FB’li romantiklerle GS’li romantikleri anmadan geçmek de olmaz elbette…
Sözün özü insanlar;
Kendilerini ifade etmek istiyorlarsa,
Siyah ve beyaz dışındaki tüm renkleri (17milyon renk var tabiatta ve bunların içinde siyah ve beyaz yok, çünkü siyah ve beyaz renk değildir) yok sayarak kendilerini bu iki renkten biri ile ifade ediyorlarsa…
kendilerini böyle ifade edebilmek için inkara ihtiyaçları varsa…
romantik olmaları kaçınılmazdır. (Bkz. Maslow’un 3, 4 ve 5. maddeleri…bu arada “insanın kendini gerçekleştirmesi” çok güzel bir tarif)
insanlar bütün bunları bütün olmak için yapıyor.
İnsanlar şüpheyi sevmiyor, inkarcı bir romantizm içinde kendilerini bütün saymak gerçekten bütün olmaya gayret etmekten daha kolay.
Ve romantizmleri bencilliklerinden besleniyor çünkü kendilerini bütün hissetmek için kendi reçetelerini kurtarılacak vatana-millete dayatıyorlar hatta…kurtarılmaya muhtaç bir vatan yoksa yaratıyorlar!
Tatminlerin en yükseği insanlar için bir şeyler yaptığına inanmak. (Bkz. Faust) İnsanlar bu tatmini bencilce yaşamak için bencilliklerini feda ediyor.
Peki, gelelim baştaki soruya…insanın özü kötücül mü?
Tam olarak bilmiyorum:) gerçekten bilmiyorum, kafamı kurcalayan bir şey bu…
Kötücüllüğünü anlayabiliyorum ama yok sayamayacağım bir dünya samimi iyicil tavrı açıklamakta zorlanıyorum…sanki insan doğduğu andan itibaren kötüden iyiye doğru yol almakla görevlendirilmiş, iyiye vardıkça kemale yaklaşacak bir varlıkmış gibi geliyor bazen bana….Hristiyan anlayışına çok paralel gibi görünüyor bu düşünce ki onların “hayat günahlarından arınma yeridir” şeklindeki söylemlerini doğrudan sapkın bulduğumu, iler tutar tarafı olmadığını peşinen söyleyeyim, kastım asla öyle bir şey değil… ama batının “yaşamak için öldür” ile doğunun “yaşa ve yaşat” şeklindeki temel dünya görüşleri içine uygun şekilde konumlandırabilmiş değilim henüz bu iyilik-kötülük meselesini…ha bi de “iyilik-kötülük diye neye diyorsun?” sorusu var ki…düşünmesem de olur, inkar en güzel uyku ilacıdır çünkü ve o uyku bana her gün lazım!