İnsanlar oylarını memlekete daha iyi hizmet vereceklerini düşündükleri partiye verdiklerini söylüyor hep. Ama nedense dindarlar dine yakın olduğunu düşündükleri partiye oy verirken dindar olmayanlar dine uzak olduğunu düşündükleri partiye oy veriyor. Bu bir tesadüf olabilir mi? Yoksa oy renginin tespiti bir ödüllendiren ve cezalandıran yaratıcının varlığı konusundaki şüphelerin beyin sancısına yol açmasından dolayı bu şüpheyi minimize edecek şekilde partinin kendi dünya görüşüne yakın olup olmamasına göre mi yapılıyor? Her şey şüphenin yarattığı sancıyı dindirecek bir ağrı kesici (emin olma) için mi yani? Peki ya gerçekler? Gerçek gerçekler?
Yetenek yarışmalarında kameranın sahnedeki gösteriyi göstermesi gerekirken kameramanın gözü her nedense sürekli jüriye kayıyor! Yetenek gösterisinin arasına sürekli jürinin görüntülerinin sokulmasının sebebi izleyenin beğenisini jüriye göre ayarlaması, yanlış bir beğeniye sahipse jürinin tepkilerine göre kendini derhal düzeltmesi ve bu şekilde günden güne ayarlanabilir bir makineye dönüşen bir kitle yaratılmak istenmesi olabilir mi?
Şimdiye dek yazdıklarımda ne melan var ne komik, neyin peşindeyim ki?
Çok az evli fotoğrafçı var… İnsanlar yalnız olmak konusunda yalnız olmadıklarını görmek için toplu halde fotoğraf çekiyor. Kocaman bir terapi grubuyuz sanki. Ne güzel:)
Aldatılmakla suya doymak aynı kelime ile ifade ediliyor : kanmak. Burada anlatılmak istenen suya doyduğumuzu düşünerek aldanıyor olduğumuz mudur yoksa her türden aldatmanın bizi doyurduğu mu? Her aldatmaca bir tatmin, her tatmin bir aldatmaca mı? Aşk bu tarife çok uyuyor:)
Geçen gün teleferiğe (bindim ben, çok sallanmayınca korkmuyormuşum) bir körle ona refakat eden iki kişi bindi. Amaç körü gezdirmek olmalı ki biner binmez “işte bu da teleferik, şurda şu var burda bu oluyor” diye anlatmaya koyuldular. Körse mütemadiyen gülümsüyor, belli ki dışarı çıktığı nadir günlerden biri…Körün oturur oturmaz ilk yaptığı iş çevresini elleriyle yoklamak oldu. Yan tarafa elini attı, arkasındaki camı keşfetti ve elini kaldırarak tavanı hissetmeye çalıştı… Fakat tavana değemedi çünkü yüksekti, yarım kalkıp tekrar kaldırdı elini ama yine değemedi. “Tavan yok galiba” dedi sonra, bunun üzerine sürekli anlatmakta olan iki refakatçi “olur mu var” diyerek körü ayağa tam kaldırıp tavanı ellemesini sağladılar. Sonra kör gülümsedi, onlar anlattı. “Yukarı çıkıyoruz şimdi, köydeki taşlı tarladan bilmem nereye çıkar gibi düşün” dediler. Yol boyunca en ücra ayrıntılarla çevreyi, faaliyeti anlattılar, çelik tellerde gittiğimizi, aşağıda arabalar ve mezarlık olduğunu anlattılar. Öyle ki yolun sonuna geldiğimizde kör anladığını belirtir bir karşılık verme gereği hissetti ve dedi ki : tavanı da yüksekmiş!..Anladığı, gerçekten anladığı tek şey buydu…Çünkü tavanı eliyle hissetmişti! Kötü hissettim.
Yukarıdaki hikayenin sonu benim için hüzünlüydü ama aslında kahramanlar Goethe’nin “her öğreti biraz pusludur ama ne yaprak ne canlı yeşil!” sözünü ispatladı sadece, hem de basitçe. Bütün dünya bir araya gelse portakal yememiş birine portakalın tadını anlatamaz ama verirsin adamın ağzına bir dilim portakal, anlar:) Daha iyi anlıyor olmak için de gıda mühendisi olmaya gerek yok! Bir tartışma programında konu türkülerdi (evet türküleri tartışıyorlardı, gördüm ben) ve aynı zamanda konservatuarda öğretim üyesi olan ünlü bir türkücü yaratık kasılarak aynen şöyle demişti: ee tabi türküler hakkında konuşmak için okulunu okumuş olmak gerekmiyor ama türküler hakkında iddialı konuşmak için diploma şart! Meğer daha iddialı konuşabilmek için okumuş o kadar! “Merd-i kıpti şecaat arzederken sirkatin söylermiş” diye boşuna dememiş akıllı atalar… Peki Bedri Rahmi ne demiş?
“Şairim
Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası,
Ayak seslerinden tanırım…
Nerede bir köy türküsü duysam,
Şairliğimden utanırım…”
Kendisini aydın diye tarif eden kitleden çektiğini hiç kimseden çekmedi bu halk!
İnsan hüzünlü şarkılardan, şiirlerden, filmlerden vs. neden hoşlanır acaba? Zırım zırım zırlarken okumayı-dinlemeyi-seyretmeyi neden sona erdirmez? Adem’in cennetten kovulup dünyaya sürüldüğünde özlem ve üzüntüsünden dolayı sürekli ağlamasının mirasçıları olduğumuzdan olabilir mi? Neyin hasretindeyiz? Tatminler bu yüzden mi aldatmaca?...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Öne Çıkan Yayın
ÇOK GÜZELSİN GİTME DUR NOKTASI
Şahsi tarihimizin tekerrür ede ede gözümüze sokmaya çalıştığı toplamda sadece tek bir şey vardır belki de: O aslında öyle değil. Taz...
-
Made by Yiğit Özgür çok komik bir karikatür, güldüm ben de zaten. İyi. Yalnız delinin deliliğinde sorun var, ciddi sorulara rah...
-
sen istinye'de bekle ben buradayım içimde köpek gibi havlayan yalnızlığım belki gelmem gelemem 5 dakika bekle git çünkü ben bu...
-
5-6 yıl evvelisi... O sıralar sıkça görüştüğüm biriyle konuşurken içinde “hissikablelvuku” geçen bir cümle kurmuştum. Gülerek “o ne be?...
Son paragraftaki "insan" denerek yapılan genellemeyi kabul etmiyorum. Üzünçlü şeylerden uzak durulur, varlık hüznüyse başka,talep etmezsin ama, o hallerden bir haldir, ki olması gerekir,ama melankoli değildir...
YanıtlaSilneyse,bir ben yorum yapıyorum galiba,nerde Vlad,nerde Eren? yoksa delinin halinden deli anlar mı diyorlar :)))
bana senden başka yorum yapan yok ki:)
YanıtlaSilgenellememin arkasındayım ayrıca:)
genelle,genelle,bize düşünen adamlar lazım :)
YanıtlaSilbelki de senin dediğinle benim varlık hüznü dediğim aynı şeydir de, her insan aynı şekilde belli etmiyordur bunu....Hımm, olabilir...Uzuuun bir mesele.
bir şeyden bir kişide varsa o şeyden herkeste vardır:)
YanıtlaSilTamam da, herkesin anlama/fark etme/benimseme/karşı koyma...yolları farklı.Mesela ben hüzün burcuna girdim mi hüzün verici hiçbir şeye tahammül edemem, burcun zamanını uzatmaktan başka bir şey yapmaz çünkü.Ha,komedi filmi de izleyemem o başka. Yazarım-çizerim-boyarım misal...Ondan şey etmiştim hüzünlü şeylerden hoşlanma genellemesi olayına:)
YanıtlaSilAma geneldeki hüznü öyle yorumlayan çok,Mevlana hazretleri misal:
YanıtlaSilDinle neyden diye başlar ya hazret.
herkes hüzünden zevk alır...çünkü fıtratı böyle insanın...
YanıtlaSilşekli şemali değişik olabilir ama herkes illa zevk alır.
bunun neden böyle olduğu konuşmaya değer bir konudur, uzun bi konudur dediğin gibi:)
:)
YanıtlaSilÇok garip bir tesadüf oldu, hikayem üzerinde çalışıyordum,eski notlarıma bakarak. Ne buldum bak: Peyami Safa, Yalnızız’da bir yerde şöyle diyor: “ İnsan ruhu böyledir. Bahtiyar olmak için bedbaht olmaya ihtiyacı var. Her insan arar bunu. Farkında değildir. Sanatkârlar hissederler. Fuzulî; yani ki çok belalara müptela kıl beni, Hamid; Makber’in önsözünde “Kederimin artması için sevinmem gerek” der.”...İlginç...Hüzünden zevk alınması yani...Yok,ben bunu hemen kabul edemem :)
YanıtlaSil