Hayatta kalmak için sürekli aşağılanmak eğer sizde öfke
uyandırmıyorsa, ne biçim bir insansınız siz?
Ken Loach söylemiş.
Çok etkiler beni bu cümle. Süssüz, basit, gerçek ve tam
12'ye... tıpkı filmleri gibi. Öfken "bile" yoksa insan değilsin.
Bence de, değilsin valla!
Uyuşamayız, yollarımız ayrı;
Sen ciğercinin kedisi, ben sokak kedisi,
Senin yiyeceğin kalaylı kapta,
Benimki aslan ağzında,
Sen aşk rüyası görürsün, ben kemik.
Ama seninki de kolay değil kardeşim,
Kolay değil hani,
Böyle kuyruk sallamak, Tanrının günü.
Orhan Veli
Doğrudur, kolay değildir kuyruk sallamak ama kuyruğu bari
öfkeyle salla di mi? Gerçi öfkeyle sallanır aslında o kuyruk... belli
edilmeyen, biriken bir öfkeyle sallanır, uygun şartlar oluşursa kimin içinde neler birikmiş görürsünüz.
Ama o öfkeyi belli etmiyorsan da insan değilsin!
Kelebek misali konmuş bir cekete "abim ceket de çok
yakışmış haa" derken sırıtıyorsan, rahatsan... insan değilsin işte.
Ken Loach İngiliz bir yönetmen. Ağzı laf dolu çook güzel
bir abidir. Sözünü sakınmaz ve sözü samimidir, muteberdir.
Kendine has bir tekniği vardır, anlatımı ziyadesiyle
gerçekçidir. Filmlerine aşinaysanız bir filmi ona ait olduğunu bilmeyerek
izleseniz bile onun olduğunu anlayabilirsiniz.
Büyük büyük laflar etmeden çok büyük laflar etmek en öz
marifetidir. Bu marifetine alamet-i farikası desek yanlış olmaz herhalde,
benzerleri tabi ki var ama Loach'un ajitasyondan uzak temiz anlatımı çok
başkadır.
Dün akşam I Daniel Blake'i izledik de...ordan bu Ken
Loach muhabbeti. Kelimenin birden fazla anlamıyla bayıldım ben. Evet çok sevdim
tamam ama abinin savurduğu hiçbir çekiç darbesi de ıskalamadı kafayı, bayılttı!
Şu film:
Şu film:
Çok filmini izlemişliğim var ama filmlerinin tamamını
izlemiş de değilim. Dün akşamkinin dışında şu iki filmi de şiddetle tavsiye
edebilirim:
Özellikle Ae Fond Kiss'i çok pis tavsiye ederim.
Psikoloji, davranış bilimi vs uzmanları için toplama
kamplarındaki Alman subayları Hitler'den daha ilgi çekicidir.
Şu sebepten: Hitler savaş boyunca karargahında satranç
oynar gibi savaş oynamış, ne toplama kampı görmüş ne de toplama kampı sakini.
Ancak subaylar öyle değil, oradaki vahşeti hem organize etmişler hem de şahidi
olmuşlar.
O subaylar-askerler kalplerini nasıl bu işin dışında
tutabilmiş, hiç ağlamadan nasıl devam edebilmişler? İçselleştirmemeyi nasıl başarmışlar?
Psikoloji uzmanlarının ilgisini çeken soru budur,
subayların işi Hitler'den daha zordur çünkü Hitler görmüyor, kamplardaki
insanlar Hitler için bir sayıdan ibaret ama subaylar canlı-kanlı izliyor
vahşeti, nasıl korumuşlar kendilerini insan özlerinden?
Cevap: İki yerden destek alıyor subaylar, ilki
kamplardaki insanları insan olarak görmüyorlar. İkinci destek de iradelerini
otoriteye bağlamış olmaları... ruhlarını by pass etmişler yani.
Bu iki destek duygusal hasar almalarını engelliyor.
Bu arada kamplarda sadece Museviler yoktu, 6 çeşit insan
vardı ve her biri farklı renk bir yıldızla işaretlenmişti: Museviler,
Çingeneler, aylaklar, homoseksüeller, zihinsel özürlüler ve komünistler.
Yani kamplarda Almanlar da vardı... toplama kamplarında
görevli askerlerin bahsettiğim iradesel by pass'a ne kadar çok ihtiyaç
duyduklarını buradan anlamak mümkün. Hadi Musevi'yi şeytan ilan ettin rahatsın
da zihinsel özürlü bir Alman kızını gaz odasına götürürken ne hissettin di mi?
Hissettin mi?
Bunun psikoloji terminolojisindeki adı farklı ama ben
"irade by pass'ı" diyeceğim...
Bu by pass işi bize toplama kampları kadar uzak mıdır? Hitler'le beraber bitti mi bu by pass işi?
Bu by pass işi bize toplama kampları kadar uzak mıdır? Hitler'le beraber bitti mi bu by pass işi?
Alakası yok, her gün gözümüzün önünde olan bir şeydir bu.
Askerlerden bahsetmiyorum, misal bankacılar on numara örnek bu by pass işine.
Sade onlar değil tabi, pek çok devlet memuru, pazarlamacı, esnaf, tüccar ve
daha bir dünya kişi.
Anahtar kelimeler var, söyleyeceğim.
Bankayla işiniz olursa (ki kesin olur) size bir şeyler
imzalatırlar ve hesabınızdan farklı isimlerle para tırtıklar dururlar, hesap işletim ücreti, dosya masrafı, yok makas kesmedi vs.
"Ne ki bu, niye ki" diyesi olduğunuzda da aldığınız yanıt hep aynıdır: prosedür.
"Ne ki bu, niye ki" diyesi olduğunuzda da aldığınız yanıt hep aynıdır: prosedür.
Yani şunu demek isterler: şahsi almayın, biz insan eti
yiyen bankacılar olarak bütün insanların etine talibiz. Başkalarının etini de
yiyor oluşumuz sizi rahatlatsın lütfen.
"Prosedür" memurların anahtar kelimesidir, onu
söyledikleri anda vicdanları temize çıkar çünkü bir yamyamlık var ise bunu
kendileri değil patronları yapıyordur, "emir kulu"dur onlar sadece,
ekmeklerinin peşindedirler, masumdurlar.
Yamyam patronlarına yenecek daha çok et getirdikçe ilave
primler alırlar tabi, o ayrı.
Olmayacak zamanda telefonum çalıyor ve birisi otomatiğe
bağlanmış bir nezaketle bana bir şeyler satmaya çalışıyor. Yahu mesaj atmayı
hadi anladık da aramak nedir di mi, bu nasıl bir para hırsıdır? O esnada çok
önemli bir işin ortasındayımdır, konsantreyimdir, rahatsız ediliyorumdur
belki... o "kibar" insan bunları düşünmez çünkü onun görevi de odur:
sizi rahatsız etmek.
Genelde cevap bile vermiyorum ya da kısa kesiyorum ama
bazen tersime geliyor "ekmeğinizi insanları rahatsız ederek kazanmayı
layık görmüşsünüz kendinize, oradan ayrılıp daha hayırlı bir iş yapsanıza"
diye tavsiye veriyorum.
Etkilenmiyorlar :) Etkilenmiyorlar çünkü sadece
iradelerini, vicdanlarını değil izzet-i nefslerini de by pass etmişler. Ben
hakaret kelimesi kullanmam, daha hayırlı bir iş tavsiyesiyle yetinirim ama her
gün bir dünya hakarete maruz kaldıklarından da şüphem yok. Onları o
hakaretlerden koruyan da o by pass mekanizmasıdır tamam ama...bu ne kadar zor
bir iştir böyle ve değer mi!?
Suratını teflonla kaplatmış olman yeterli bir koruma
mıdır?
Her gün mesai saati boyunca kendin dışında biri olmanın,
hakaret edene sakince "efendim" demenin karşılığı ne olabilir ki?
Asgari ücret ya da az daha fazlası. Bir şeyler satmayı başarırsan da prim
veriyorlardır kesin.
Peki esnaf-tüccar nasıl kullanıyor bu by pass
mekanizmasını, onların topu atacakları bir patronları yok ki, "prosedür"
diyemezler.
Onların anahtar kelimesi de "oyunu kuralına göre
oynamak"tır. Kelime değil de ifade...
İddiaları odur ki oyunu kuralına göre oynamaz isen...
yani işine hile-yalan karıştırmazsan bu piyasada barınamazsın, batarsın.
Onların irade ve vicdanlarını teslim ettikleri otorite de
"piyasa"dır. Ha patron, ha piyasa, aynı şey. Vicdanlar rahat, sorun
yok.
Sorarsan da ahlakın ne büyük erdem olduğunu çok uzun
anlatırlar. (Sormasan da anlatırlar)
Çok büyük küresel kapitalist tröstlerin kurallarını
koyduğu, en öz kuralı açgözlülük olan kurumsal bir oyundur oynadığımız.
Ekmeğimiz için, aç kalmamak için, ev taksitlerini ödeyebilmek için, araba
sahibi olabilmek için, "bizim hurda"yı daha lüks ve yeni bir arabayla
değiştirebilmek için... oyunu kuralına göre oynayıp duruyoruz, vicdanlar da by
pass.
İyi de sen akışın dışında tuttuğunu sandığın vicdanını
sonradan bi yokla bakalım koyduğun yerde duruyor mu?
Bunun adı çürümektir, çürüyoruz. O by pass dediğim
aslında kendimize söylediğimiz yalandan başka bir şey değildir, hakikatse
çürümekte olduğumuzdur.
Kuralları "küresel kapitalist tröstler" koyuyor
diye de rahatlamasın yalnız vicdanlar!
Eksik tartan kuruyemişçinin, sadece sigortası atmış beyaz
eşyanın sağlam anakartını değiştiren servisçinin, hiç gerekmeyen
tahliller-tetkikler isteyip sonuçlarına bile bakmayan doktorun, pahalı maldan
fiyat verip ucuz malı kakalayanın...ne farkı var ki o küresel kan emicilerden?
Daha küçük çaplı kan emiyorlar o kadar.
Vicdanın piyasası var, vicdanımızı sermaye etmiş
satıyoruz...çürüyoruz "oyunun kuralı" diye diye.
Hani "simit sat şerefinle yaşa" diye meşhur bir
söylem var ya!.. Simitçileri de zabıta kovalıyor! Zabıta da emir kulu tabi...
Başa dönme zamanı.
Ken Loach'un "aşağılanma" dediği...
"Oyunu kuralına göre oynamak" adı altında olmaz
rezilliği kendine layık görmek...ten başka nedir ki?
Tamam oyunun kurallarını sen koymadın ama bu kadar iyi
oynamak zorunda mısın?
Vicdanın en son bıraktığın yerde yok... ve sen
çürüyorsun... sistematik olarak aşağılanıyorsun... ve öfken bile yok. Sen ne
biçim bir insansın?
Not: Kime soruyorum şu son soruyu? Herkese. Daha doğrusu
üzerine alınanlara.
Yani hiç kimseye!
Okuma paneline göz atıp bu yazı ile başlamak benim için çok iyi oldu, niye? Hayatın laylaylom olmadığı belki rahatı yerinde bile olsa diğergam insanlar oldukça ümit olacağı inancım tazelendi, üstelik ayrıştırır sanılan bakış açıları davası aynı insanları güçlendirecek biliyorum. Hakikat tektir ve evrensel norm dediğimiz hakikat parçaları birbirimizin dayanağıdır bu dünyada, bana göre. Vicdanla baktı mı solcu sağcı ataeist takva ehli de aynı resmi görmüyorsa problem var demektir işte dünyada problem bu yine bana göre. Nazi Almanya sında işgale katliama sessiz kalanlar hep sessiz peki bumerang olup ne zaman bitecekler, dediğiniz gibi zaten çürümüşler ama asıl dehşetli çürüme ve ceza da var amenna ve illa ki göreceğiz. Cesur, sivri dilli ve sistem irdeleyen eserleri ile bilinen Jose Saramago İsrail işgali altındaki toprakları Aushewitc deki mülteci kamplarına ve nazi zulmüne benzetmiş. Tarih hep tekerrür ediyor ama vicdan çürümesi maalesef ruhunu şeytana satanı olduğu kadar pek çok zengin tuzu kuru iman ehli görünen toplumları da etkisi altında tutuyor. O kadar geniş ve derin bir konu ki ve o kadar önemli sözünü ettiğiniz çürüme. Öfkenin değerli olduğunu düşünürüm, bazen törpüdür bileği taşıdır madenin kıymetini ve ehil olduğunu kanıtlaması için ihtiyaç vardır törpüye, öfkelenmeye. Ben kendi adıma hak hakkaniyet karşısında öfkelenip gözü dönmüş hallerimi en severim niye yaşıyoruz ki davamız yoksa insan olmanın içini dolduramayacaksak niye yaratıldık ki? Herkese göre bir söylem var Can Yücel in Farkında olmalı insan şiirine kim yanlış diyebilir? Ümitsiz değilim, inanç perspektifinden bakıyorum hayata ve farkında olmak belki sadece farkında kalmakla sürecek bir hayatın bile işe yarayacağını düşünüyorum.
YanıtlaSilÇok teşekkür ediyorum bu yazı için, filmlerden de izleyeceğim bu arada.
Bu "oturup yazılan" değil de adeta "içten dökülen" yorumun beni çok mutlu ettiğini söyleyeyim öncelikle. Hemdertle sohbetin tadı da başkadır ayrıca :)
SilDediğiniz gibi söylenebilecek çok fazla söz var ancak bir yere odaklayasım var söyleyeceklerimi: bencillik.
Diğerkamlık kaygısıyla hareket eden insanların ümidinizi tazelediğinizi söylemişsiniz…sizi çok iyi anlıyorum ve “eyvallah” diyorum.
Ancak bilmenizi isterim ki yazdıklarımın özünde bencillik hatta azıcık da kibir var. (Kibir meselesi biraz karışık aslında, izzet-i nefsle kibir arasında incecik bir çizgi var, ayrı bir sohbet konusu olur o)
“Üç kuruş için kendine bu aşağılanmayı nasıl layık görüyorsun” sorusunun hedefi vicdandan ziyade benlik oluyor, izzet-i nefs oluyor. Aslında insanları yeterince bencil olmadıkları için, benliklerine düşük fiyat biçtikleri için itham etme söz konusu Loach’un sözünde de benim yazımda da.
Ancak dervişe yakışacak türden bir gururdan arınmadır bu, dervişin o gururu tepmekte son derece rasyonel sebepleri varken gururundan 3 kuruş için vazgeçmek insanlığından da vazgeçmek oluyor.
Yani gerçek manada bencil birisi yalan da söylemez, hile de yapmaz, çünkü kendine bunu yakıştırmaz, kendisini ucuza satmaz. Gerçek bencil kuyruk sallamaz, yalakalık etmez.
Öfke sizin de belirttiğiniz gibi çok değerli, öfke kişiliğimizin bekçisidir, başkalarına arkasında durmaları gereken bariyeri gösteren güvenlik görevlisidir. O görevliyi boşa çıkartmak görevlinin koruduğu şeyleri hiçe saymak değil midir?
Filmleri izlerseniz yorumlarınızı-hislerinizi benden esirgememenizi rica etsem…uygun mudur? :)
Tekrar çok teşekkür ederim, gülümsettiniz beni, sağ olun :)
Yazınıza konu olan filmi izledim, güzel film. Kadın, erkek, aksiyon ya da komedi olmadan izleyiciyi tutmak maharet. Mesaj sahici olunca ve metod oluyor bu işler. Filmde karısına sevgisini tasvir ettiği ve en son hep uğraştığı amacına yaklaşıp ölmesi duygusal anlardı. Entelektüel biri değilim, bilmediğim çoktur bu film bana, Avrupa'da da bugün git yarın gel varmış dedirtti. Bürokrasiyi de medeniyet diye onlardan ithal mi ettik acaba gerçi biz de bir de kraldan çok kralcılar var ki bu kısmı asıl yorucu ve çürütücü. Filmde ben işi yokuşa sürenlerin sistemi temsil ettikleri için görev gereği bunu yaptıkları algısını yaşadım sanki bizde bir de kişisel direnç mekanizmaları var. Avrupa'da her şeyin düzenli, adil, örnek yaşandığı illüzyonunu bozan bir film, bu da hoşuma gitti.
YanıtlaSilSinema, edebiyat, fotoğraf çok önemli ve etkili argümanlar, çağlar boyu böyle değildi belki ama bugün iletişim ve bilişim sayesinde algı ve propaganda adına güçlü malzemeler. Popüler kültür içinde harcanan taraflarına yazık diyorum. İyi fotoğraflar çekebilmek ve iyi bir senaryo yazabilmeyi çok isterim, nasip.
Yorumunuzda bencillik olarak ifade ettiğiniz aslında "ene" yani ben duygusu olabilir mi? Çünkü bencil insan bunları yapmaz diye sıraladıklarınızı bana göre yapar bencillik nefs tekelinde hareket edildiğinde çalışır ama ben /ene insanı insan yapan ve hayatı çözmesine yardım eden mekanizmadır, anahtardır. Bir nevi hudut ama sınırsız. Kullukta en önemli anahtar budur, bu asırda ene almış başını gitmiş hatta inancını yaşama noktasında daha hassas görünenler bile bu vartaya maalesef hep düşüyor/uz.
................................
Kainat, bir yönüyle, ‘benlikten’ uzak tutulanlar ordusu!..
Sema yüksekliğine güvenmez,
toprak çiğnenir aldırmaz.
ay, dünyaya bağlı olmayı mesele yapmaz,
bülbül sesiyle övünmez, arı balıyla gururlanmaz...
niçin..?
cevap tektir:
“Hiçbirinde benlik olmadığı için.”
İnsan, benlik ve hürriyet sayesinde
kendisine takılan İlahi hediyeleri kendine nispet edebiliyor..
“benim gözüm, benim aklım, benim kalbim” diyebiliyor.
Ve bunları dilediği gibi kullanma serbestisine sahip.
Ama gözden ırak tutmaması gereken bir gerçek var
bütün bunlar birer İlahi emanet.
gerek organlarını ve ruh dünyasını,
gerekse, malını, mülkünü ve makamını
sadece ve sadece Allah’ın razı olduğu sahalarda kullanmak durumunda.
.....................................
Yazdığım bu alıntılar ben/benlik konusunun ne kadar önemli olduğunu anlatmıyor mu? İnanç ekseninde düşünmeseniz bile çıplak bir hakikat değil mi? Peki bu yazılanlara uyulsa sizi öfkeye sürükleyen yazınızdaki serzenişleri önlemez mi? Benim kendi adıma çözmeye ve terbiye etmeye çalıştığım konudur, "Nefsini bilen Rabbini bilir" sırrını azıcık da olsa ömrümün içinde anlayabilmek adına.
Mübarek kelimesi ile de ilgili de aklıma geldi yazayım, mü/mu ön takısı sahip olan fail olan anlamını veriyor, berekete hayra sahip olan anlamı çıkıyor mübarekte. Bir hayır duası haline geldiği için farklı yerlerde kullanılıyor olabilir.
Ben bu blog yazısı sayesinde tefekkür etmiş oldum birkaç önemli konuyu, yeni şeyler de öğrendim. Çok teşekkür ediyorum.
“Mesaj sahici olunca”
YanıtlaSilBir Alev Alatlı severlik hissettim sanki :)
Bürokrasiye bir eleştiriden ziyade yabancılaşmanın hikayesi bana göre film ve bu yabancılaşmayı coğrafi ayrım yapmadan düşünebiliriz. Birilerne göre bir listedeki bir isim ya da bir topluluğun tek bir parçası yani bir sayıdan ibaretiz ancak o tek sayı gibi görünen şeyin canı, kanı, kalbi var. Hiçbir şey adıyla aynı değildir, hiçbir şey ne bir isimden ne de sayıdan ibarettir ama her şeyi gerçekte olduğu gibi alıp değerlendirebilmek pratik olarak imkansız.
“Yanlış sıra numarası almışsın, yardımcı olamam, git” diyen bir görevli o adamın nereden geldiğini, nereye gideceğini bilmez, merak etmez. O esnada neler düşünmekte olduğunu, en büyük derdini vs hiçbir şeyi merak etmez. Halbuki “yanlış sıra numarası”ndan ibaret değil hiç kimse…memurlardan birisi bu dediğim şekilde düşünüyor ve hayat onun için çok zor, kendi dertleri yetmiyormuş gibi bir de gelenlerin dertleriyle dertleniyor, acılarını hissediyor-sahipleniyor. Gerçekten insan olmanın bedeli var di mi?
İyi bir senaryo yazarsınız birgün inşallah :)
Ben, ene, ego, nefs…birbirine yakın kavramlar bunlar evet. İnsan cüzi iradeye sahip o irade kendisine sonsuz irade tarafından bahşedilmiş, vermekle eksilmeyen bir sonsuz irade. Bir algı yanılmasıyla o cüzi iradeyi “bütün” zannedebiliyoruz (tanrı kompleksi) ve tanrı gibi hissetmek isteyebiliyoruz. Bunu hepimiz yapıyoruz, içimizde olan bir şey bu. Bunun yanında bir de teslim olmak isteyen tarafımız var, bu da hepimizde var. Bu iki benzemez parça bir arada yaşıyor içimizde, Kaderimizi dramatik bir maceraya dönüştüren de bu zaten, iki zıt şeyin aynı anda tesiri altındayız. İstiyoruz, alıyoruz ve ele geçince kıymetsizleşiyor her şey. Kıymetinden asla kaybetmeyeni arıyoruz, sonu. Hep hayal kırıklığı. Cereyanda kalmak gibi düşünün bunu, alçak basınç-yüksek basınç arasındaki farkından dolayı bir akış var ve bu akışın muzdaribiyiz. Cereyan deyince rüzgarı anlamışsınızdır, elektrik de tam bu metodla akar, yüksekten düşünce ölme sebebimiz de budur, potansiyel farkı.İçimizde iki farklı potansiyel, iki farklı frekans taşıyoruz, bazen biri çok etkin oluyor bazen öteki ama hiçbiri % 100 etkin olmuyor.
“Ene”yi bu şekilde düşünün. Bize bahşedilmiş bir irade var ama sınırlı, tanrı değiliz. O iradeyi hakir görmek insanın özsaygısızlığı, abartılı görmek kibir.Sağlıklı saygı algısına erişmenin yolu ortasını bulmak, kendimizi bilmek. Pek çok şey yapabiliriz ama her şeyi yapamayız.
Bülbül tabi ki sesiyle övünmez çünkü ona bahşedilmiş bir cüzi irade yok, hayatta kalabilmesi için verilmiş içgüdüsel bir zekadan fazlasına sahip değil. İnsanın yükü çok ağır. Bu yükü taşıyabilme kalitesine göre yaratılmışların en şereflisi de olabiliyor, belhum adala da dönüşebiliyor. Sınavımız da bu değil mi zaten?
Nefsini bilen Rabbini bilir…yani insan ne olmadığını bilerek öğrenir ne olduğunu. Kolay iş midir? Asla! Cüzi iradeyi külli irade gibi algılamak, yani, kibir elbette ki çok kötü ancak nefsini görmezden gelmek de çok kötü. Sahip olduğumuz cüzi iradenin hak ettiği cüzi bir saygı var ve bunu kendimizden esirgemememiz gerek. Kibir Rabbini inkara götürüyor, özsaygısızlıksa kendini inkara. Dengeyi bulmaksa kolay değil.
En güzel kelime “hayır” zaten. Kuantum fiziği bir güzelliktir o kelime :) Belirsizi belirliye çevirme çabasından vazgeçip bunu Allah’a bırakıyorsunuz “hayırlı olsun” diyerek. Kötü bir temenni olma ihtimali sıfır çünkü seçimi kusursuz olana bırakıyorsunuz.
Diğer kelimelerse hep netameli… anlamını düşünerek cümle içinde kurarsanız kafa karıştırıcı olabiliyorlar :)
Geç cevap için özür. Eve dün gece geç vakit gittim ve direkt uyudum, ancak şimdi cevap verebiliyorum. Detaylı yorumunuz için de çok teşekkür ederim. Selamlar :)
Ben de size çok teşekkür ediyorum. Belhum adala kavramını yeni öğrendim ama esfeli safilin alayı illiyyin ve hayvandan aşağı ya da eşref-i mahlukat karşılaştırması sık aklıma gelir. Okur olarak daha sık yazmanızı dilerim. Selamlar.
YanıtlaSilYüreğine sağlık bilge adam🙏
YanıtlaSilEstağfurullah, pek çok teşekkür :)
SilDoğum günümde süper bir yazı yazmıșsınız, o kadar haklısınız ki diyecek bir şey bulamadım, sırf bu yüzden calıșmaktan soğudum iki yüzlü olmalısını așılıyor insanlar ve patronlar ama ben olmak istemiyorum, yani hep onların duymak istedikleri cevapları veremem, vermediğim içinde hiç hoşlarına gitmiyor zaten, içimden geldiği gibi olduğum içinde fazla sevilmem, mesela otelde çalıştım hep guleryüzlu olmalısın tamam ben zaten öyleyimdir ama bazen olamıyorsun gelenlerin sanki oteli satın almış havaları falan, çorbanın önünde kocaman ismi yazsa bile hala adını soranlar beni çok zorladı neyse ki artık çalışmıyorum çalışmadan da olmuyor nasıl olucak bende bilmiyorum, biraz ordan biraz burdan yazdım ama zaten yazmayı pek beceremem, yüreğinize sağlık...
YanıtlaSilKaça girdiniz bilmiyorum ama mutlu yıllar diliyorum, daha kendiniz olmanıza izin veren yıllarınız olsun :)
SilDoğanın temel kanunu bu, samimiyet hayatı güçleştiriyor, riya anlamsızlaştırıyor, bu ikisinin arasında bir yer seçiyor herkes kendine. Anlamda hazzı, hazda anlamı arıyoruz.
Otel müşterileri de fena sınav yalnız! Kendilerini hiçbir şeyin aksi gitmemesine odaklamış, bencillik mode on insanlar.
Biraz ordan, biraz burdan iyidir :) Gayet samimi bir yorum olmuş, "yazma beceriksizi" filan diye haksızlık etmeyin kendinize :)