Soru değersizse cevap önemsizdir.
İnsanların gözü hep cevaplarda, merak edilen, değerli
bulunan-bulunmayan hep cevaplar, soru kalitesi ise göz ardı ediliyor. Halbuki
asıl mühim olan sorulardır.
Alev Alatlı’nın çok güzel bir fikri var, “bu memlekete ‘nereden
buldun’ yasası gibi bir de ‘nereden biliyorsun’ yasası lazım” diyor.
Muhteşem bir fikir ama bir yasa daha ilave edesim var
benim: bunu neden soruyorsun?
İlginin hep cevaba yönelik olması hayatta kalma güdüsünün
bir tezahürü, hayatımıza tehdit gibi algıladığımız için belirsizliği
sevmiyoruz, bir şekilde belirliye tahvil olması isteğindeyiz her belirsizin…bu
yolda yanlış bir cevaba bile razıyız, yeter ki belirsizlik ortadan kalksın.
Aynı kafayla şüpheyi yük etmeyi de sevmiyoruz, ama doğru
ama yanlış şüphelerimiz acilen giderilmeli.
İyi de…hayatta kalma güdüsüne bu şekilde teslim olmak
aklın kapısını kapatmaktır. Gerçeğe, sadece gerçeğe giden yol ateş dolu
odalardan geçer, şüpheli odalardan!
Beynimizin en iç bölgeleri hayatta kalma güdüsünün
emrindeki bölgelerdir, bu bölgeler var, bu bölgeler lazımdır eyvallah da bir de
entelektüel kaygılar taşıyan en dış bölgesi var, bu fikirler üreten dış
bölgeyi, bizi insan yapan (sapiens) bölgeyi görmezden gelmek iyi bir fikir midir?
Yemek arayan bir yırtıcı hayvandan çok daha fazlası
olduğumuz kesin…değil mi?
Bu bilinen-bilinmeyen denkleminde hep iki şık var
sanırız: öyle mi, değil mi?
Halbuki üçüncü bir şık daha var: umrumda değil.
O sorunun cevabını merak etmeyi reddedersin, ilgini
esirgersin çünkü cevap önemsizdir…çünkü soru değersizdir.
Vakti zamanında televizyonda “öpüşmek orucu bozar mı”
konulu bir “İslami” tartışmayı bir müddet izlemişliğim var! Allah’ım nasıl
değersizmiş ki vaktim gidip böyle bir saçmalığa harcamışım, yazık yani…di mi?
Kim peki tartışmanın tarafları? Anlı şanlı İslami
alimler! Belki de ne alimdirler ne de İslami, dini sulandırmakla
görevlendirilmiş ajanlar olabilirler mesela, bilmiyorum…ancak yaptıkları işin
yararsızlığının yanında zararlı olduğu çok açık. Bilmediğim şey sadece bu
zararı gerçekten kötü niyetle mi yoksa gafletle mi verdikleridir. Sonuç bariz,
sebep belirsiz yani.
Şu blogda birden fazla kez tekrarladığım bir cümleyi
tekrarlayasım var: merak rasyonel olmalıdır.
Yani rasyonel olmayan bir merakın ürettiği değersiz
sorulara cevap aramamak lazım.
Aynı şekilde rasyonel olmayan bir merakın ürettiği
değersiz bir soruya maruz kalındığında da cevap vermek yerine “değersiz bir
soru bu, cevabının da kimseye faydası yok, o yüzden cevaplamayı reddediyorum”
demek en iyisi. Bunu yapabilmek lazım.
Abuk subuk açıklamaları ile gündem olan İslami
hoca-alim-bilgin-şeyh vs unvanlı şahısların yarattığı kirlilik getirdi tüm
bunları aklıma.
Bir kere bu hocalar cinselliğe neden bu kadar meraklı?
Yatıyorlar seks, kalkıyorlar seks, bu nedir? Tamam seks çok kıymetli bir
faaliyet ama dünyada önemli-değerli başka bir sürü faaliyet var, bu mevzuya bu
takıntı neden?
Sistem şöyle işliyor:
Bu hoca sıfatlı kişiler bir yere oturup soru kabul
ediyorlar, insanlar da soruyor bir sürü. Bu soru-cevapların çoğu sıkıcı, rating
değeri olmayan şeyler. Ancak birisi seksle ilgili netameli bir soru sorup hoca
da ilginç bir cevap verince…hocanın o cevabı ertesi gün bütün gazetelere manşet
oluyor!
İki adım geri çekilip sormak lazım:
- O
seksli soru çok mu lazımdı da soruldu?
- Yoksa
sorduruldu mu?
- Hoca
kisvesindeki şahıs toplumsal sorumluluk konusunda bu kadar mı zayıf ki öyle
infial uyandırıcı cevaplar verir?
- Gazeteler
sözbirliği etmiş gibi ertesi gün nasıl manşetten verir bu haberi?
Yahu bir dümen-düzen var bu işte, çok açık! Bir örgüt,
bir birim iş başında sanki di mi? Yıllardır manipüle ediliyoruz, bu çok açık.
Gözümüz sorularda değil de hep cevaplarda olduğu için
manipüle edilebiliyoruz.
Kimse “ne lüzumu var lan bu sorunun” demiyor.
Afrin’e girmişiz, yarı savaş halindeyiz, memleket incecik
köprülerden geçiyor…bizim gündemimiz ne? Asansöre bi kadın bi erkek binmek iyi
midir?
Eğer bu soruyu cevaplamaya çalışırsanız girdaba düşmüşsünüz
demektir, illüzyon çalışıyordur, paralizesinizdir. “Ne asansörü lan, değiştir
şu kanalı” diyenimiz çok az.
Neyi merak etmemiz gerektiği bize yukarıdan söyleniyor,
aklımız tarassut altında, bir girdabın içindeyiz, çıkmak lazım.
Neyi izliyorsak-okuyorsak-dinliyorsak biz de oyuz.
“Ben bunu merak etmeyi reddediyorum, bunu izlemeyi-dinlemeyi-okumayı
reddediyorum, bu sorunun cevabı ile ilgilenmiyorum” diyebilmek değersiz bir
sorunun önemsiz cevabının peşinde koşmaktan çok daha değerli…değil midir?
Not: İbnül vakt…diye bir kavram var. “Zamanın oğlu” demek
sözlük anlamı olarak da sözlük anlamından biraz daha karışık bir kavram…anlamakta
çok fayda olan bir kavram.