24 Ocak 2017 Salı

İNSAN DEDİĞİN

Dexter’dan sonra House Of Cards izliyorum, arka arkaya gelmeleri düşünsel reaksiyonlara sebep oldu bende.

Dexter da Francis de iki nokta arasındaki en kısa yolun doğru olduğunun farkında, gayet “take to it” insanlar. Zihinleri anlam kazandırma çabalarıyla dumura uğramıyor (dumura uğramak; şaşırmak demek değildir, körelmek demektir) ne lazımsa gidip alıveriyorlar…ve anlamsızlığın değiştirilemezliğinin idrakinde olacak kadar da zekiler. Güdük-sakil anlam atfetmeler onlara göre değil.

Daha önce de yazmıştım bunu, hayat bir tercih gibi sunmaz kendini, dayatır.
Hayatı somut bir varlık gibi düşünürsek bu varlığın temel motivasyonu kendisini devam ettirmektir. Ancak kimlerin kendisinde olduğunu önemsemez hayat, sadece soyun devamına konsantredir. Bu sebepten hayatta kalmak ve üremekten ibarettir canlıların iki temel itkisi.
Dexter da Francis de (ilk Dexter,ilerleyen sezonlarda ruhsal derinlik kazanmış olanı değil) hayatın kendilerinden ne istediğini çok iyi anladıkları için “take to it”ten ayrılmazlar, kaybolmazlar. (Dexter salağının ilerleyen sezonlarda kafası karışıyor, kayboluyor.)
Bu arada kişisel gelişim şarlatanlarının sömüre sömüre bitiremediği “karikatürize take to it”ten bahsetmiyorum, kastım beka kokanıdır.

Yani; insan ne ister? Hayatta kalmak ve üremek ister, iyi!
Şimdiye kadar yazdıklarım malumun ilanıdır sadece, basit bilinenlerdir. O zaman neden yazdım?

Çünkü bunun tersi de var, ondan yazdım, insan yaşamak ister evet ama insan ölmek de ister!
Yaşamak isteyen ve ölmek isteyen diye iki insan türü yok, her iki istek de içimizde mevcuttur, bir yanımız yaşamak bir yanımız yaşamamak ister.

Ruhsal derinlik dediğimiz şey “anlam”la örülüdür  ve anlam denen şeyin kökü bu dünyada olamaz, hiçbir şey kendi kendini var edemez çünkü, anlam bu dünyaya ithal edilmiş bir şey olmak zorundadır, aksi türlüsü termodinamiğe aykırıdır. Evrime iman edenler eli, kolu, gözü izah etmeyi başarsalar bile vicdanı, aşkı izah edemezler, “anlam”ı hiç edemezler. Anlam konusundaki bu çaresizliklerini, yaratıcı düşüncesini bu anlam ihtiyacının doğurduğu şeklinde bir kontratak golü fikriyle kapatmak isterler ama beyhude…anlam konusundaki yalınkat kayıtsızlıkları bana anlamsız gelir. Benim Allah’a ve ahrete olan inancımın özeti böyledir.
Ruhsal derinlik geliştirecek kadar anlam kaygısıyla beslenmiş bünyelerde aşk baş gösterir, barınır. Daha doğrusu aşk zaten hep vardır da kendisini göstermesi için ruhsal derinlik gerekir. İnsan ruhunun  bütünden kopmuş bir parça olduğundan ve parçanın en temel temayülünün koptuğu bütüne tekrar kavuşmak olduğundan bahsetmiştim:
Meyve-i memnudan tatmak günahından beri,
Karban-ı aşk bitmez bir beyabandan geçer.
İşte ölmek isteyen tarafımız bu sebepten vardır, gönül vuslat ister ve vuslat yeri bu dünya değildir, o sonsuz beyaban (çöl) bitsin artık isteriz. Karanlık tarafımızdır bu taraf evet ama değerli olan tarafımız da budur!

Bu iki zıt isteğin birbirine karıştığı bir hal var, bir sanrı…tanrı olma isteği!
Bu dünyaya öyle değerli şeyler istif edilmiştir ki bu dünyayı ve dolayısıyla o değerli şeyleri terk etme düşüncesini reddeder insan, inkar eder. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşama alışkanlığı hiç ölmeyeceğini zannetmeye dönüşür, o yüzden sanrı dedim zaten.
Dexter bir seri katildir ve kendisinde kimin ölmeyi hak ettiğini belirleme, kimin ecelinin geldiğine karar verme yetkisi görür. Bu yetki tamamen tanrısaldır ve Dexter’ın içinde olduğu şey tanrı kompleksidir. Ahiret inancı olmayan bir ateist olarak kafasına göre kötüleri öldürür, dünyayı temizler, dünyayı daha “güzel” bir yere dönüştürmek için çabalar. Dünyanın bir sonrası olmadığına inanan birinin kendisinde dünyayı daha güzel bir yere dönüştürme düşüncesinin ne aradığını sorgulamaz, ilkel tabiatının emrindedir. Sartre’ın Duvar’ını okusaydı sorgulardı belki, bilemiyorum.
Francis de güce iman etmiş bir pragmatisttir. (İzlediğim son bölümde ABD başkan yardımcısı idi.) Onun flu da olsa bir inancı var sanki ama varsa bile kararlarına zerre etkisi olmayan bir inanç, ciddi ciddi ölmeyeceğini zannediyor. Bu dünyada olmaktan, güçlü olmaktan, yönetmekten, kaderleri çizmekten son derece mutlu bir haz düşkünüdür kendisi, yönetmekten-oynamaktan büyük haz alıyor.
Haz, hayatın kendisini devam ettirmek için dağıttığı rüşvettir. Çiğneyip çiğneyip tükürdüğümüz havuçtur ve daha çiğnerken aklımızda hep bir sonraki havuç vardır. Pasta yerken yiyeceği bir sonraki pastayı düşleyen obezler gibi…

Eyes Wide Shut filminin mevzusu tamamen budur, çok başka şeyler anlatıyormuş gibi görünür ama filmin tek anlattığı şey “kontrol”dür. (Başyapıtlar mimarı Kubrick’in bana göre başyapıt piramidinin tepesindeki tek taştır bu film, son filmi olması da manidar.) Kahramanımız önce kendine inancını yitirir sonra dünyaya…ve milimetrik bir farkla aids olmaktan yırtarak flaş patlaması kadar bir an için tanrıyı görür. O filmi tekrar izleyip notlar alarak upuzun bir yazı yazasım var kaç zamandır ama...üşengeçlik işte.

“Karanlık. Harcanmak istiyorum. Hiç böyle hissettin mi?” diye mesaj atmıştı birisi bana, mesajla ilgili yazı da yazmıştım buraya…o harcanma isteğinin bahsettiğim ölme isteği olduğunu, eriyerek-karışarak kaybolma isteği olduğunu, aşkın karanlık yüzünün iş başında olduğunu söylememe gerek bile yok artık, o kadar açık.

Şu “tutunamayanlar”ı bedbaht eden melal de tam da budur.
“Düşünme, arzu et sade,
Bak böcekler de öyle yapıyor.”
Böcekliği kabullenemeyecek kadar insan oldukları için anlamdan uzak duramazlar ve her şeyin gerçekliğini-samimiyetini sorgularlar. Peşinde oldukları anlamı yakalama ihtimalleri köpeğin kuyruğunu yakalama ihtimalinden fazla olmadığı için yeniliğe kapalı bir devinim halindedirler.
Anlamdan uzak duramayışları yaşamama isteğinin ifadesi olduğu gibi haz rüşvetini de samimi bulmadıkları için reddederler. Haz bulsalar bile değersizleştirirler. Al sana hayata yaygın depresyon!
Gerçek tutunamayanlar suçludur çünkü bünyelerinde zeka ve samimiyet bir arada bulunur, hayat böyle bir birlikteliği asla affetmez, gerçekten gerçek olma isteği hayat tarafından cezasız bırakılamayacak kadar ağır bir suçtur.

Samimiyet beklentisi her şeyi zehirler, hayata yakın durmak isteyenler riyayla güzel sevişmelidir.
Hakikat ölüme, yalan yaşamaya yakın.

Cemil Meriç’in o anlata anlata bitiremediğim, yere göğe koyamadığım sözü bu yazdıklarımdan sonra artık açıklama gerektirmeyecek kadar açık hale geliyor:
Bana hakikati değil muradını ver. Olmak istediğin gibi görün olduğun gibi değil. Çünkü her yalan bir yaratış.

Diyeceğimi dedim aslında ama bağımlılıklardan bahsetmezsem yazı eksik kalır. Bağımlılık deyince akla uyuşturucu, alkol, kumar geliyor hemen de daha geniş bir yelpazede düşünmek gerek. İnternet, oyunlar, televizyon hatta kitap okumak da bağımlılık türleri arasında yer alabilir.
Bütün bağımlılıklar gerçekle yüzleşme mecburiyetini belirli bir süre için de olsa ortadan kaldıran kaçışlardır, anlam eksikliği kaynaklı acımıza kısa süreli ağrı kesicidir bağımlılıklar. Hepsinin ortak özelliği haz vaat etmesidir. Var olan acıyı hissetmeyi engellemeleri zaten başlı başına bir hazdır ancak her bağımlılık meşrebine göre başka bir haz daha sunar sahibine.
Bir kumarbazın peşinde olduğu haz kazanma odaklı bir adrenalindir, insanların kumar illetine hep bu yüzden düştüğü zannedilir ki yanlış da değildir bu düşünce fakat gözden kaçırılmaması gereken şey adamın kumar masasında iken yaşadığını unutabilme lüksü içinde olduğudur, bu lüks göz ardı edilir hep…halbuki bağımlılıkları bu derece önemli kılan şey o lükstür, heyecan kaynaklı haz bonustur sadece.
Bağımlı kişi belirli bir süre için de olsa gerçeklikle baş etmek zorunda değildir, böyle bir cazibeye karşı koymak da kolay değildir.

Velhasıl-ı kelam…anlam kaygısı yaşamama isteğinin, anlam kaygısızlığı yaşama isteğinin ifadesi. Anlama yürüdükçe aşka düşer, anlamı ittikçe hayatta kalırız. Anlama yürümek acı getirir, anlamı itmek hazzı. Acılı anlamlar ve anlamsız hazlar, işte biz bu ikisinin arasındayız.

“Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

ÇOK GÜZELSİN GİTME DUR NOKTASI

Şahsi tarihimizin tekerrür ede ede gözümüze sokmaya çalıştığı toplamda sadece tek bir şey vardır belki de: O aslında öyle değil. Taz...