22 Temmuz 2025 Salı

ARMUT

Gücümü içimdeki güçsüzlükle boğuşurken tükettim…demiş Dostoyevski.




Lifleri (mesela pamuk) oluşturan makromoleküller lif boyunca kabaca böyle sıralanır.

 

Tabi tam kristal, tam amorf diye iki çeşit dizilim yok, birbirine karışık ara formlar da var.

 

Lif, sağlamlığını kristalin bölgelerden alır, bu bölgeler oran olarak az ise pamuğumuz çıt diye kopar-kırılır.

Nem alma, elastikiyet gibi yeteneklerin kaynağı ise amorf bölgelerdir. Bu bölgeler olmasa boyama mümkün olmazdı, atletimiz gram nem almaz, muşamba gibi kaskatı dururdu üstümüzde.

 

Amorf; biçimsiz…demek.

 

Pamuğu pamuk yapan şey amorf bölgelerdir desek yanlış olmaz, teri çekmeyen atleti ben neyleyim di mi? Pamuğun bütün güzelliği o biçimsiz yerlerinde saklı, ama;
o biçimli-düzenli kristalin bölgeler olmasaydı pamuk hayatta kalamazdı, lifler ipliğe dönüşemezdi, iplikler dokunarak kumaş olamazdı, kırık dökük, toz gibi bir sürü pamuk cesedinden başka bir şeyimiz olamazdı.

 

Dostoyevski gibi gerçek insanların amorf bölge oranı çok yüksektir.
Dostoyevski’yi Dostoyevski yapan şeyler, içindeki biçimsiz yerlerdir.
İçindeki zaten az olan kristalin bölgelerin amorf bölgeler tarafından işgale uğramasını engelleyememiş Dostoyevski…

 

Niye öyle işgal filan olmuş ki, savaş mı etmiş bu bölgeler? Evet. “İçimdeki güçsüzlükle boğuşurken” diyor zaten.
Dostoyevski, bir kumandan gibi kristalin bölgelerinin başına geçip amorf bölgelere saldırmış olmalı… ama daha kalabalık olan amorf bölgeler kazanmış savaşı, son kristalin bölgeler işgale uğramış, biçimsizlik iyice artmış …”gücümü tükettim” dediği bu.

 

Sürekli menfaatine konsantre… daha fazla güç için 7/24 savaşan… mal biriktiren, para biriktiren… sahip olduğu güç itibara dönüştükçe kendini başarılı bir tanrı gibi hisseden… şu dünyaya gerçek anlamda bir şey katmadığı halde kaynakları deli gibi tüketen… bir şeyin öyle görünmesiyle gerçekten öyle olması arasındaki farkı umursamayan… bu başarılı, bu kazanan yavşaklar… kristalin oranı % 100’e yakın şahıslardır.
Teflon gibi tipler işte bunlar, içine asla su almaz, sıcaktan pek etkilenmez (cehennemde napçaklar bakalım), herhangi bir şeyle gerçekten bir bağ kurmadığı için hiçbir şey kendisine yapışamaz.
Napçaksınız lan bu kadar başarıyı? Hikayenin sonunda sanki o her şeyi başarmış olan sen değilmişsin gibi “ölmek başarısızlığı”na uğramış olan yine sen olmayacak mısın? Manyak mısın?

 

Konular karıştı, konumuz yavşaklar değil ötekilerdi, gerçek insanlar.

 

Kızılay, muhtaçlara daha etkili yardım edebilmek için güçlü olmalı, kasası-deposu her daim dolu olmalı…diye bir cümle kurmak isterdim burada ama hayli zamandır Kızılay kelimesinin bende uyandırdığı tek duygu mide bulantısı maalesef.

 

İyi insanlar kendilerini sakınmalı… desek? İyi de kendilerini çok sakınırlarsa iyi insan olmazlar ki! Mahzuni kendisini Çeşm-i Siyah dediği kızdan sakınsaydı “işte gidiyorum çeşmi siyahım” türküsü ortaya çıkamazdı ki.
Adam o kadar iyi ki dağ başında tek başına yaşıyor… (Hiç fena fikir değil aslında)
Olmaz öyle, gerçek insana dönüşme yolunda yıpratıcı tecrübelere maruz kalmazsak bi bok olmaz ki bizden, di mi?

 

İçimizdeki güçsüzlüğü “halledilmesi gereken bir sorun”muş gibi ele almak… çağın vebasıdır.
Her incindiğinde soluğu psikologda almak ya da antidepresan yutmak hayata ihanettir. Kaldı ki psikolojisini doktorlara-ilaçlara tamir ettirmeye çalışan insanların derdi (genelde) daha iyi insan olmak değil, yeterince etkili kötülük yapamıyor olmaktır.
Mağduru iyi insan sanmak da yaygın bir hatadır ki kötü insanlar da mağdur edilebilir malum.
İyi insan diye gücünü adaletle kullanana, ezme imkanı olduğu halde ezmeyene, içindeki antisosyal dürtüleri vicdanıyla kontrol altına almış olana diyoruz, gerçek bir merakla şu dünyaya neden geldiğini düşünene-araştırana diyoruz.
Bizi insan yapan nasıl o içimizdeki güçsüz-biçimsiz yerlerse, bizi şekillendirerek mükemmele doğru ilerlememizi mümkün kılacak olan da kırılmak-yıpranmaktır. (Mükemmel, kusursuz demek değildir)

 

Her ne kadar genetik kodlarımız içimizdeki güçsüzlükle boğuşmaya programlıysa da;
İnsan içgüdülerinden büyüktür, ve;


Ulan güçsüzlüğümüzden başka neyimiz var?

 

 

Not: Mükemmel kelimesi için Tdk’nın tanımlarından biri de “kusursuz” fakat bu meşhur bir galat olabilir ancak.
Kelimenin kökü kemal, kemal de olgun demek. Mükemmel: kemale ermiş, olgunlaşmış.
Bir armut dalında aylarca büyüyor ve sonunda kemale eriyor, o kadar ki biri onu kopartmazsa kendisi dalından düşüveriyor. Kimse bana kusursuz armuttan bahsetmesin, hangi olgun armutmuş ki o kusursuzmuş?
Olgunluğu, olabileceği son hale geldiği anlamındadır sadece, tadı çok kötüdür belki de… olgun ve gayet kusurludur o armut. Ha yenir mi? Yenir.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

ÇOK GÜZELSİN GİTME DUR NOKTASI

Şahsi tarihimizin tekerrür ede ede gözümüze sokmaya çalıştığı toplamda sadece tek bir şey vardır belki de: O aslında öyle değil. Taz...