Gücümü içimdeki güçsüzlükle boğuşurken tükettim…demiş
Dostoyevski.
Lifleri (mesela pamuk) oluşturan makromoleküller lif
boyunca kabaca böyle sıralanır.
Tabi tam kristal, tam amorf diye iki çeşit dizilim yok,
birbirine karışık ara formlar da var.
Lif, sağlamlığını kristalin bölgelerden alır, bu bölgeler
oran olarak az ise pamuğumuz çıt diye kopar-kırılır.
Nem alma, elastikiyet gibi yeteneklerin kaynağı ise amorf
bölgelerdir. Bu bölgeler olmasa boyama mümkün olmazdı, atletimiz gram nem almaz,
muşamba gibi kaskatı dururdu üstümüzde.
Amorf; biçimsiz…demek.
Pamuğu pamuk yapan şey amorf bölgelerdir desek yanlış olmaz, teri
çekmeyen atleti ben neyleyim di mi? Pamuğun bütün
güzelliği o biçimsiz yerlerinde saklı, ama;
o biçimli-düzenli kristalin bölgeler olmasaydı pamuk hayatta kalamazdı, lifler
ipliğe dönüşemezdi, iplikler dokunarak kumaş olamazdı, kırık dökük, toz gibi
bir sürü pamuk cesedinden başka bir şeyimiz olamazdı.
Dostoyevski gibi gerçek insanların amorf bölge oranı çok
yüksektir.
Dostoyevski’yi Dostoyevski yapan şeyler, içindeki biçimsiz yerlerdir.
İçindeki zaten az olan kristalin bölgelerin amorf bölgeler tarafından işgale
uğramasını engelleyememiş Dostoyevski…
Niye öyle işgal filan olmuş ki, savaş mı etmiş bu bölgeler?
Evet. “İçimdeki güçsüzlükle boğuşurken” diyor zaten.
Dostoyevski, bir kumandan gibi kristalin bölgelerinin başına geçip amorf bölgelere
saldırmış olmalı… ama daha kalabalık olan amorf bölgeler kazanmış savaşı, son
kristalin bölgeler işgale uğramış, biçimsizlik iyice artmış …”gücümü tükettim” dediği
bu.
Sürekli menfaatine konsantre… daha fazla güç için 7/24
savaşan… mal biriktiren, para biriktiren… sahip olduğu güç itibara dönüştükçe
kendini başarılı bir tanrı gibi hisseden… şu dünyaya gerçek anlamda bir şey katmadığı halde
kaynakları deli gibi tüketen… bir şeyin öyle görünmesiyle gerçekten öyle olması
arasındaki farkı umursamayan… bu başarılı, bu kazanan yavşaklar… kristalin
oranı % 100’e yakın şahıslardır.
Teflon gibi tipler işte bunlar, içine asla su almaz, sıcaktan pek etkilenmez
(cehennemde napçaklar bakalım), herhangi bir şeyle gerçekten bir bağ kurmadığı
için hiçbir şey kendisine yapışamaz.
Napçaksınız lan bu kadar başarıyı? Hikayenin sonunda sanki o her şeyi başarmış
olan sen değilmişsin gibi “ölmek başarısızlığı”na uğramış olan yine sen
olmayacak mısın? Manyak mısın?
Konular karıştı, konumuz yavşaklar değil ötekilerdi, gerçek
insanlar.
Kızılay, muhtaçlara daha etkili yardım edebilmek için güçlü
olmalı, kasası-deposu her daim dolu olmalı…diye bir cümle kurmak isterdim burada
ama hayli zamandır Kızılay kelimesinin bende uyandırdığı tek duygu mide
bulantısı maalesef.
İyi insanlar kendilerini sakınmalı… desek? İyi de
kendilerini çok sakınırlarsa iyi insan olmazlar ki! Mahzuni kendisini Çeşm-i
Siyah dediği kızdan sakınsaydı “işte gidiyorum çeşmi siyahım” türküsü ortaya
çıkamazdı ki.
Adam o kadar iyi ki dağ başında tek başına yaşıyor… (Hiç fena fikir değil
aslında)
Olmaz öyle, gerçek insana dönüşme yolunda yıpratıcı tecrübelere maruz kalmazsak
bi bok olmaz ki bizden, di mi?
İçimizdeki güçsüzlüğü “halledilmesi gereken bir sorun”muş
gibi ele almak… çağın vebasıdır.
Her incindiğinde soluğu psikologda almak ya da antidepresan yutmak hayata
ihanettir. Kaldı ki psikolojisini doktorlara-ilaçlara tamir ettirmeye çalışan insanların
derdi (genelde) daha iyi insan olmak değil, yeterince etkili kötülük yapamıyor
olmaktır.
Mağduru iyi insan sanmak da yaygın bir hatadır ki kötü insanlar da mağdur
edilebilir malum.
İyi insan diye gücünü adaletle kullanana, ezme imkanı olduğu halde ezmeyene,
içindeki antisosyal dürtüleri vicdanıyla kontrol altına almış olana diyoruz,
gerçek bir merakla şu dünyaya neden geldiğini düşünene-araştırana diyoruz.
Bizi insan yapan nasıl o içimizdeki güçsüz-biçimsiz yerlerse, bizi şekillendirerek
mükemmele doğru ilerlememizi mümkün kılacak olan da kırılmak-yıpranmaktır.
(Mükemmel, kusursuz demek değildir)
Her ne kadar genetik kodlarımız içimizdeki güçsüzlükle
boğuşmaya programlıysa da;
İnsan içgüdülerinden büyüktür, ve;
Ulan güçsüzlüğümüzden başka neyimiz var?
Not: Mükemmel kelimesi için Tdk’nın tanımlarından biri de “kusursuz”
fakat bu meşhur bir galat olabilir ancak.
Kelimenin kökü kemal, kemal de olgun demek. Mükemmel: kemale ermiş,
olgunlaşmış.
Bir armut dalında aylarca büyüyor ve sonunda kemale eriyor, o kadar ki biri onu
kopartmazsa kendisi dalından düşüveriyor. Kimse bana kusursuz armuttan bahsetmesin,
hangi olgun armutmuş ki o kusursuzmuş?
Olgunluğu, olabileceği son hale geldiği anlamındadır sadece, tadı çok kötüdür
belki de… olgun ve gayet kusurludur o armut. Ha yenir mi? Yenir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder