Karikatür muhteşem di mi, belagat harikası... Kesinlikle
öyle! Böyle az sözle çok şey anlatabilen şeyler bende yüksek hayranlık
uyandırıyor.
Ben çok konuşacağım ama… kısa konuşup uzun anlatmak her
kula nasip değil, yapçak bişi yok, ayranım budur, yarısı sudur.
İyi kitap mutlu etmez, rahatsız eder.
İyi kitap cevaplarla yüklü olmaz.
Sorularla dolu da olmaz.
İyi kitap sorular üreten kitap da değildir.
İyi kitap kafada yeni pencereler açan kitaptır, bünyede sorular
üremesine vesile olan kitaptır.
Ve içinde sorular üremiş bünyede mutluluk barınmaz.
İnsan atalete meyyaldir, sadece rahatsız olanlar
hareket eder, hareket etmek için rahatsız olmak gerekir ki iyi kitap bu
rahatsızlığa müthiş bir sebeptir.
Şu dediklerimin anlamını bulması için okuyucuyu “kime
karşı, kimin için” sorularının süzgecinden geçirmek gerekiyor. Okuyucuları
kabaca kendisi için ve başkaları için okuyan olarak ikiye ayırmak mümkün. Asıl
bahsetmek istediğim de bu aslında, kitap sadece vesile, bu karikatürün içimde
oluşturduğu cümleler kitap konusundan çok daha öte.
Kitap okuyan biri olarak bilinmek istemek, “bakın nasıl
da bibliyofilim ben” diye sinyaller çakıp durmak, kendi değerini başkalarının
gözünde görmek isteyen… “başkaları için okuyan” okuyucu tipinin genel davranış
biçimidir. Kendi değerini başkasının gözünde görmek istemek demek de kendi
değerini başkalarının belirlemesine izin vermiş olmak demektir… yahut
değersizliğini.
Karikatürdeki kadın gibi işte, kitaplarda (güya) mutluluk
bulur filan.
Kalabalıkların beyni yoktur ama seni alıp en yükseğe çıkartacak
ve en dibe indirecek ahtapot gibi binlerce kolu vardır. (Cemil Meriç)
Kendi değerini kamuoyunun keyfine bırakmak… beyinsiz bir
ahtapota teslim olmak… sürekli ne olduğuna değil de nasıl göründüğüne
odaklanmak… kalabalıkların onayı için yaşamak… kendine ait olmayan bir ruhla
yaşamak değildir de nedir? Düpedüz ruhsal bir intihardır bu, kendi ruhunun ölümüne
izin verip kime ait olduğu belli olmayan karma bir ruhla yaşamaktır.
Neden kurban eder ki insan öz ruhunu?
Hayatta kalmak için… öz ruhuyla hayatta kalamayacağından korkmaktadır, hayata tutunmak için öz ruhu ölmelidir.
Kendi değerini kalabalığın keyfine bırakmış insan
gerçeklerle sağlıklı bir ilişki kuramadığı için hayali bir gerçeklik düzleminde yaşamayı tercih eder. Yüzleşmelerden ölümüne kaçar. Zevahiri
kurtarabildiği sürece sorun yoktur. Kalabalıklardan gelecek iltifatlara-alkışlara taliptir ve unutulmamalıdır ki kalabalıkların iltifatını isteyen kişi
kalabalıkların aşağılamasını da otomatik olarak kabul etmiş olur.
Gladyatörlerin kaderi gibi işte, kalabalığın baş parmağı yukarıyı da
gösterebilir aşağıyı da. Kimin öleceğine kalabalıkların karar vermesini kabul
etmişseniz (toplumu tanrı olarak benimsemek) kalabalıklar tarafından öldürülmeniz de kaçınılmazdır.
Öldürülmek dediğim ruhsal intihar işte, kalabalık önce ruhunuzu ister ki yerine
kendi çakma ruhunu koyabilsin.
Her insan kendi olması karşılığında topluma bir bedel
öder. Az ya da çok ama mutlaka bir bedel… Kimse bedelsiz kendi olamaz. Bu bedel
çoğu kez yalnızlıktır. (Murathan Mungan)
Yani… yalnızlığı göze almadıkça… kendiniz olamazsınız.
Kendiniz değilseniz de bir bok değilsinizdir. Bir şeysinizdir belki ama aslında başka bir şeysinizdir, birilerinin
bir şeyisinizdir, bir şeylerin sahibisinizdir ama gerçek değilsinizdir çünkü
kendiniz değilsinizdir.
Açıklama notu: yalnızlığı göze almak demek kesin olarak
yalnız kalmak demek değildir… burada asıl konu yalnız olmak değil yalnızlığı
göze alabilmektir. Yalnız olmak asla sağlıklı bir hedef olamaz ancak gerçek
insan olmak için yalnızlığı göze alabilmek şarttır.
Burada uzun uzun son yıllarda topluma pompalanan
toplumsal narsisizmden bahsedecek değilim ancak herkesin bu konuda bilgisi olmalı...bağımsız bireyler olarak sistematik
bir şekilde bizlere nelerin empoze edildiğini anlamaya memuruz.
Onay beklentisi denen şey sizin için ne kadar geçerli, kimlerden ne tür onaylar bekliyorsunuz? Herkes bu sorulara kafa yormalı.
Televizyondaki envai çeşit yarışmalarda kerametleri
kendinden menkul bir jürinin ya da bizzat kalabalıkların (sms zımbırtısı) insafına-onayına
teslim olmuş yarışmacılar gördüğümde… canhıraş bir şekilde yeteneklerini sergilemeye
çalışan heyecanlı insanlar gördüğümde… merhametle tiksinti karışımı duygular
içine düşüyorum. Değmez ulan değmez! Yaranmaya çalıştıkların kirlidir, bu sistem tümden kirlidir,
kirliden kirden başka ne neman olabilir ki?
Yahut sosyal medyada kendini pazarlar gibi paylaşımlar
gördüğümde… bakın tatile gittim, bakın kitap okuyorum, bakın yalnız değilim, bakın
beni seviyorlar, bakın nasıl da komiğim, bakın ben değerliyim ama lütfen bakın
çünkü bakmazsanız değerli olmayacağım… siz baktığınız sürece değerliyim.
Hüzün verici di mi? Çok.
Bunca laf karikatürdeki kadından çıktı… aradığı mutluluğu
kitaplarda bulmuşmuş.Her şeyden önce mutluluk aranan bir şey değildir… ki aramakla
bulunmaz. Aranan ancak anlam olabilir ama o da aramakla bulunmaz.
Anlamlı olan anlamı aramanın kendisi olabilir sadece… o
da karikatürdeki adamın yaptığıdır.
Adam meraklı ve rahatsız… önünde de kırk kitap açılı... demek ki doğru yolda!
Bu dünyaya anlamak için gönderildik.
Asla tam bir anlama söz konusu olmayacak ama anlamak
telaşından geri duran da insan değildir.
Konuşmak anlamanın değil anlatmanın ifadesi ve bu yüzden
az değerli. (Gümüş)
Asıl değerli olan susmak. (Altın) Anladıkça sessizleşiyor
insan.
Sessizleştikçe de kendisi oluyor, gerçeğe dönüşüyor.
Karikatürdeki kadın Maslow'un İhtiyaçlar Hiyerarşisi'nin alttaki birkaç
gerekliliğini sağladıktan sonra direkt kendini gerçekleştirme noktasına zıplama
çabasında… bilme, anlama, gerçek bir öz saygı, gerçek bir saygınlık adımlarını
atlayıp direkt piramidin en tepesine ulaşmak istiyor.
Karikatürdeki adamsa kadının atladığı o adımlarda boğulmuş, kendini
gerçekleştirmek onun için ütopik bir fikir sadece.
Tercih senin… ya kendini kalabalıkların onayına sunup - onayında
tutup yalandan bir kendini gerçekleştirmeyle avunursun… ya da bitmez bir anlam
telaşı içinde helak olursun.
Kendini katı sanan gerçek değildir, gerçek insan revan olur.
Gerçek insan olmak ya da olmamak… gerçek bir değere sahip
olmayı umursamak ya da umursamamak… gerçekten öyle olmayı önemsemek ya da öyleymiş
gibi görünmekle yetinmek… işte bütün mesele bu.
Not: Dünyanın en yüksek tahtına çıksan da yine aynı götle
oturacaksın unutma. (Küçük İskender)
Not 2: Bu yazıda bahsettiklerim 25 gün önce yazdığım yazıyla neredeyse aynı, demek ki dervişin son zamanlardaki fikri de zikri de "kendi olmak"mış.
Yakın zamanda ikinci kez okuduğum Ayn Rand'ın Hayatın Kaynağı isimli kitabı kafamın bu sıralarda bu konuyla bu kadar ilgili olmasının sebebi olabilir. Olmayabilir de :)