28 Ocak 2019 Pazartesi

MELANKOMİK NOTLAR - 41



Şu yavru kedi kadar aklım olaydı iyiydi :)

Yıpratıcı hakikat bakımından zengin deneyim… diye bişi var. Öğrenmek iyidir tabi de dersler çok blok!

2019’dan dileğim: panda gibi bir yıl olasın.

Güzel haber: kötü şeyler bitiyor.
Kötü haber : güzel şeyler de bitiyor.
Haber: bitiyor.


4 ay önce işim, 3 ay önce evim değişti, 1 ay önce arabam. Yaklaşık 1 aydır da sigara içmedim. (Başlarsam gelip sileceğim bu cümleyi) 

Çirkin orospu gibiyim, ne cennet umurumda ne dünya.
Ömer Hayyam demiş. Unutmiim ben bunu, dursun bu burda.


Twitter’da ne kadar çok ve lüzumsuz küfür var yahu, bu ne ergenliktir!

İnsan neyin içinde olduğunu bilmediği için, içinde ne olduğuna dair fikri de yanılmış bir zandan öteye gidemiyor.

Superonline nakil yapmayı bir türlü beceremediği için 2 ay internet yoktu evde, tv izlemeye çalıştım, olmadı, bir-iki istisna hariç yayınlar full pespaye! Kitap okuma saatlerim arttı ama, o iyi oldu. En son boşandım Superonline’dan da öyle internet bağlatabildim. O öfkeyle iki telefon numaramı da Turkcell’den taşıdım, güzel oldu böyle. Türk Telekom’dan da uzak durmak gerek, göz göre göre 900 liramı gasp ettiler. Bu şirketler bir daha asla!

“Hazzı değerinden eksiğe bozdurmak” dedim geçen bir sohbette! Böyle cümleler kurabileceği konuşmalara temkinle yaklaşmalı insan ama uzak da olmamalı :)

Modern hayatın özeti: en çok pandik atan kazanır, yiyen kaybeder.
Sonra kaybedenler ölür.
Kazananlar da ölür.
Herkes ölür, sen pandiği hatırla :p

“Deprenmeden dil dudak, sözü işiten gelsin” diyen Yunus Emre’nin beklentisi nasıl da tavan di mi? Ben şahsen dil, dudak, el, kol ne varsa deli gibi hareket ettirdikten sonra anlaşıldığımda mutlu oluyorum, o düzey bir halden anlamak nerdee?

Whatsap’ta son görülme zamanları kapalı insanlara şüpheyle yaklaşıyorum. Hele mavi tıka dönmeyi engelleyenlerin yatacak yeri yok! :)

Bir ayrılık konuşması:
Ben, kendim olabilseydim ilk iş kendimi kandırmayı bırakırdım. Senin beni kandırmaktan vazgeçmen içinse başka biri olman gerek. İyisi mi git sen.

Neredeyse bir yıldır melankomik not yazmamışım. Yuh!

22 Ocak 2019 Salı

UNUTMA!


Karikatür muhteşem di mi, belagat harikası... Kesinlikle öyle! Böyle az sözle çok şey anlatabilen şeyler bende yüksek hayranlık uyandırıyor.
Ben çok konuşacağım ama… kısa konuşup uzun anlatmak her kula nasip değil, yapçak bişi yok, ayranım budur, yarısı sudur.

İyi kitap mutlu etmez, rahatsız eder.
İyi kitap cevaplarla yüklü olmaz.
Sorularla dolu da olmaz.
İyi kitap sorular üreten kitap da değildir.
İyi kitap kafada yeni pencereler açan kitaptır, bünyede sorular üremesine vesile olan kitaptır. 
Ve içinde sorular üremiş bünyede mutluluk barınmaz.

İnsan atalete meyyaldir, sadece rahatsız olanlar hareket eder, hareket etmek için rahatsız olmak gerekir ki iyi kitap bu rahatsızlığa müthiş bir sebeptir.

Şu dediklerimin anlamını bulması için okuyucuyu “kime karşı, kimin için” sorularının süzgecinden geçirmek gerekiyor. Okuyucuları kabaca kendisi için ve başkaları için okuyan olarak ikiye ayırmak mümkün. Asıl bahsetmek istediğim de bu aslında, kitap sadece vesile, bu karikatürün içimde oluşturduğu cümleler kitap konusundan çok daha öte.

Kitap okuyan biri olarak bilinmek istemek, “bakın nasıl da bibliyofilim ben” diye sinyaller çakıp durmak, kendi değerini başkalarının gözünde görmek isteyen… “başkaları için okuyan” okuyucu tipinin genel davranış biçimidir. Kendi değerini başkasının gözünde görmek istemek demek de kendi değerini başkalarının belirlemesine izin vermiş olmak demektir… yahut değersizliğini.
Karikatürdeki kadın gibi işte, kitaplarda (güya) mutluluk bulur filan.

Kalabalıkların beyni yoktur ama seni alıp en yükseğe çıkartacak ve en dibe indirecek ahtapot gibi binlerce kolu vardır. (Cemil Meriç)

Kendi değerini kamuoyunun keyfine bırakmak… beyinsiz bir ahtapota teslim olmak… sürekli ne olduğuna değil de nasıl göründüğüne odaklanmak… kalabalıkların onayı için yaşamak… kendine ait olmayan bir ruhla yaşamak değildir de nedir? Düpedüz ruhsal bir intihardır bu, kendi ruhunun ölümüne izin verip kime ait olduğu belli olmayan karma bir ruhla yaşamaktır.

Neden kurban eder ki insan öz ruhunu?
Hayatta kalmak için… öz ruhuyla hayatta kalamayacağından korkmaktadır, hayata tutunmak için öz ruhu ölmelidir.

Kendi değerini kalabalığın keyfine bırakmış insan gerçeklerle sağlıklı bir ilişki kuramadığı için hayali bir gerçeklik düzleminde yaşamayı tercih eder. Yüzleşmelerden ölümüne kaçar. Zevahiri kurtarabildiği sürece sorun yoktur. Kalabalıklardan gelecek iltifatlara-alkışlara taliptir ve unutulmamalıdır ki kalabalıkların iltifatını isteyen kişi kalabalıkların aşağılamasını da otomatik olarak kabul etmiş olur. 
Gladyatörlerin kaderi gibi işte, kalabalığın baş parmağı yukarıyı da gösterebilir aşağıyı da. Kimin öleceğine kalabalıkların karar vermesini kabul etmişseniz (toplumu tanrı olarak benimsemek)  kalabalıklar tarafından öldürülmeniz de kaçınılmazdır. Öldürülmek dediğim ruhsal intihar işte, kalabalık önce ruhunuzu ister ki yerine kendi çakma ruhunu koyabilsin.

Her insan kendi olması karşılığında topluma bir bedel öder. Az ya da çok ama mutlaka bir bedel… Kimse bedelsiz kendi olamaz. Bu bedel çoğu kez yalnızlıktır. (Murathan Mungan)

Yani… yalnızlığı göze almadıkça… kendiniz olamazsınız. Kendiniz değilseniz de bir bok değilsinizdir. Bir şeysinizdir belki  ama aslında başka bir şeysinizdir, birilerinin bir şeyisinizdir, bir şeylerin sahibisinizdir ama gerçek değilsinizdir çünkü kendiniz değilsinizdir.
Açıklama notu: yalnızlığı göze almak demek kesin olarak yalnız kalmak demek değildir… burada asıl konu yalnız olmak değil yalnızlığı göze alabilmektir. Yalnız olmak asla sağlıklı bir hedef olamaz ancak gerçek insan olmak için yalnızlığı göze alabilmek şarttır.

Burada uzun uzun son yıllarda topluma pompalanan toplumsal narsisizmden bahsedecek değilim ancak herkesin bu konuda bilgisi olmalı...bağımsız bireyler olarak sistematik bir şekilde bizlere nelerin empoze edildiğini anlamaya memuruz.
Onay beklentisi denen şey sizin için ne kadar geçerli, kimlerden ne tür onaylar bekliyorsunuz? Herkes bu sorulara kafa yormalı.

Televizyondaki envai çeşit yarışmalarda kerametleri kendinden menkul bir jürinin ya da bizzat kalabalıkların (sms zımbırtısı) insafına-onayına teslim olmuş yarışmacılar gördüğümde… canhıraş bir şekilde yeteneklerini sergilemeye çalışan heyecanlı insanlar gördüğümde… merhametle tiksinti karışımı duygular içine düşüyorum. Değmez ulan değmez! Yaranmaya çalıştıkların kirlidir, bu sistem tümden kirlidir, kirliden kirden başka ne neman olabilir ki?
Yahut sosyal medyada kendini pazarlar gibi paylaşımlar gördüğümde… bakın tatile gittim, bakın kitap okuyorum, bakın yalnız değilim, bakın beni seviyorlar, bakın nasıl da komiğim, bakın ben değerliyim ama lütfen bakın çünkü bakmazsanız değerli olmayacağım… siz baktığınız sürece değerliyim.
Hüzün verici di mi? Çok.

Bunca laf karikatürdeki kadından çıktı… aradığı mutluluğu kitaplarda bulmuşmuş.Her şeyden önce mutluluk aranan bir şey değildir… ki aramakla bulunmaz. Aranan ancak anlam olabilir ama o da aramakla bulunmaz.
Anlamlı olan anlamı aramanın kendisi olabilir sadece… o da karikatürdeki  adamın yaptığıdır.
Adam meraklı ve rahatsız… önünde de kırk kitap açılı... demek ki doğru yolda!

Bu dünyaya anlamak için gönderildik.
Asla tam bir anlama söz konusu olmayacak ama anlamak telaşından geri duran da insan değildir.

Konuşmak anlamanın değil anlatmanın ifadesi ve bu yüzden az değerli. (Gümüş)
Asıl değerli olan susmak. (Altın) Anladıkça sessizleşiyor insan.
Sessizleştikçe de kendisi oluyor, gerçeğe dönüşüyor.



Karikatürdeki kadın Maslow'un İhtiyaçlar Hiyerarşisi'nin alttaki birkaç gerekliliğini sağladıktan sonra direkt kendini gerçekleştirme noktasına zıplama çabasında… bilme, anlama, gerçek bir öz saygı, gerçek bir saygınlık adımlarını atlayıp direkt piramidin en tepesine ulaşmak istiyor.
Karikatürdeki adamsa  kadının atladığı o adımlarda boğulmuş, kendini gerçekleştirmek onun için ütopik bir fikir sadece.

Tercih senin… ya kendini kalabalıkların onayına sunup - onayında tutup yalandan bir kendini gerçekleştirmeyle avunursun… ya da bitmez bir anlam telaşı içinde helak olursun.
Kendini katı sanan gerçek değildir, gerçek insan revan olur.
Gerçek insan olmak ya da olmamak… gerçek bir değere sahip olmayı umursamak ya da umursamamak… gerçekten öyle olmayı önemsemek ya da öyleymiş gibi görünmekle yetinmek… işte bütün mesele bu.

Not: Dünyanın en yüksek tahtına çıksan da yine aynı götle oturacaksın unutma. (Küçük İskender)

Not 2: Bu yazıda bahsettiklerim 25 gün önce yazdığım yazıyla neredeyse aynı, demek ki dervişin son zamanlardaki fikri de zikri de "kendi olmak"mış. 

Yakın zamanda ikinci kez okuduğum Ayn Rand'ın Hayatın Kaynağı isimli kitabı kafamın bu sıralarda bu konuyla bu kadar ilgili olmasının sebebi olabilir. Olmayabilir de :) 

1 Ocak 2019 Salı

ÖLEN HAYVAN OLUR TIME NEVER DIES


Pencere… bir pencereye bakar bütün iş.

Koca bir gökyüzünün ayağının altında uzandığını görebilirsin mesela ama gördüğün aslında gökyüzü değildir.

Kolay anlamaların olur.
Ağacından (anasından) ayrı düşmüş yaprak cesetleri hızla geçiyorsa sonbahardır, hava terliyse yazdır, kışsa cenin pozisyonu makbuldür vs.
Sonra yalnızları yürüyüşünden tanırsın çünkü yalnız yürürler… ama onlar yanlarında biri yürürken de yalnızdırlar.
İnsanların sarmalanma ihtiyacı kışın artar.

Bilmelerin de olur ama onlar biraz zordur.
Üşüyor ya da simitlerini satamadı diye Simitçi için üzülebilirsin mesela… ama adam sabah evden çıkmadan hemen önce karısını dövmüş olabilir. Karısının adamı aldatıyor olması merhamet için yeter sebep değildir... ki kadın başka sebepten dayak yemiştir. Sonra ne bileyim şu karşıdaki çocuk aşktan ölmeye çok hazır görünebilir ama aslında itin tekidir, mazbut sandığın tezgahtar kız her erkeğe aynı yalanı aynı inandırıcı gözlerle söyleyebilmektedir, yardımsever bakkalın ticareti hilelidir… merhamet gönderirsin, sevgi taşırsın, nefret yüklüsündür, öfke püskürtürsün, saygı beslersin ve  hepsi de bir güzel yanlıştır iyi mi?

İyi.


Not: Pencerenin perdelisi makbuldür, açılır-kapanır.

Öne Çıkan Yayın

ÇOK GÜZELSİN GİTME DUR NOKTASI

Şahsi tarihimizin tekerrür ede ede gözümüze sokmaya çalıştığı toplamda sadece tek bir şey vardır belki de: O aslında öyle değil. Taz...