Zamanın her işi ustacadır
da cerrahlığı acemidir. Diker, toparlar, bir güzel iyileştirir ama iz bırakır...
pek de plastik olmayan bir cerrahidir onunki.
Aslında öyle çok edebiyata
falan gelir bir mevzu değildir bu, kavanozda biraz kahve, insanda biraz acı
kalmalar falan.... hiç öyle abuk subuk edebiyat kasmanın alemi yok, olan şey
basit muhasebe hesaplarından ibarettir; borçlar, giderler, gelirler,
gelmezler...
Bir hesaba göre gidenler
giderken parça götürüp kalanı eksik bırakır fakat bir başka hesaba göre insan
asıl o gitmeler neticesinde tamamlanır. Çelişki falan yok, parçaların eksilmediği
müddetçe güzelsindir, eksildikçe insan-ı kamil olursun. Giden saadettir kalan
olgunluk.
İbranice kursuna yazılmak gibi bir şey işte bu da, bir sürü para dökersin, vakit harcarsın ve sonunda bilenlerden olursun...ne yapacaksan artık o İbranice'yi!
İbranice kursuna yazılmak gibi bir şey işte bu da, bir sürü para dökersin, vakit harcarsın ve sonunda bilenlerden olursun...ne yapacaksan artık o İbranice'yi!
Biraz varılacak hedef mi
gidilen yol mu muhabbetine benziyor ama tam öyle değil.
Nasır da insandandır ve
insanı koruması istemeyerektir. Nasır diye Süleyman Efendi'nin lüzumsuzca vurup
can yakan nasırını değil, kazma-kürek çalışınca insanın elinin içinde çıkanını kastediyorum.
O çirkin deri katmanı küreğin sapı artık canınızı yakmasın diye gelir kaplar
elinizi, evet şefkati biraz şekilsizdir ama kesindir! Kazma-kürekle işiniz
bitince de yavaş yavaş kaybolur. Yani etinizin duyarsız olması gerektiği
zamanlarda gelir acıyan yerlerinize oturur, o duyarsızlığa ihtiyaç kalmadığında
da gider.
Bütün bunlar da zamanla
olur, nasırın oluşması bir hafta, kaybolması birkaç haftadır.
Nasır oluşana kadar
canınız çok yanar, kaybolurken fark etmezsiniz.
Ve nasır görmüş el kendini
belli eder, dedim ya zaman kötü bir cerrahtır, iz bırakır.
Şu enerji allameleri,
iyimserlik profesörleri, karma, hatta tasavvuf, olan her şeyin olması gerektiği
için olduğunun altını çok kuvvetli çizer, İbranice şart yani!
Bilmiyorum gerçekten öyle
midir yoksa bu fikir bir teselli ikramiyesi midir fakat tarihte nasırsız büyük
adam bulunmadığı da bir gerçektir.
İyi de büyük adam olmak
niye ki? Güzel olsak sadece ve öylece kalsak?
Tercih senin...değil!
Tercihin sana ait
olamayacağı gerçeğini inkar etmeye hakkın var fakat girişeceğin her inkar
"inkar edebilmeye erişiminin olmadığı gerçeği"ni inkar etmekten öteye
geçemez, duvara çarpar başa dönersin.
İnsan kendini istese de
inkar edemez, inkar edebilmek için kaderini ikna etmesi gerekir, edemez..
İç içe geçmiş bir sürü
küçük programdan müteşekkil büyük programda nasibin yanmaktan, olgunlaşmaktan
yanaysa güzel kalmak için en fazla boş boş debelenirsin.
Onu diyorum işte ben
de...debelenme!
Not: İbranice örneği
aklıma öylece gelmemiş, sebepliymiş, bir inkar başarısızının beynime sorti yapmasının
marifetiymiş o örnek.
Attila İlhan'ın Kaptan-3
şiirinin son bölümü şöyledir:
kalbim bakır bir mangır
gibi boynuma asılmış
ondan kurtulmak için sürgünlere gitmeye razıyım
nehir gemilerinde miçoluk etmeye ölmeye
seni terk etmeye razıyım parasız pulsuz çekip gitmeye
kuran'daki bütün belalara tevrattaki bütün belalara
ibranice öğrenmeye razıyım hapis yatmaya
kalbim yüzünden madem ki ellerimi parçaladım
kalemimi kırdım hayatımı çiğnedim ağladım
madem ki en büyük düşmanım kalbim benim kendimin
onu inkar ediyorum kalbimi inkar ediyorum
geceleri benim için dua etmelisiniz
üçüncü paralelde eski bir dünya gibi batacağım
malgaş halkı birkaç yüzyıl hikayemi anlatacak
ondan kurtulmak için sürgünlere gitmeye razıyım
nehir gemilerinde miçoluk etmeye ölmeye
seni terk etmeye razıyım parasız pulsuz çekip gitmeye
kuran'daki bütün belalara tevrattaki bütün belalara
ibranice öğrenmeye razıyım hapis yatmaya
kalbim yüzünden madem ki ellerimi parçaladım
kalemimi kırdım hayatımı çiğnedim ağladım
madem ki en büyük düşmanım kalbim benim kendimin
onu inkar ediyorum kalbimi inkar ediyorum
geceleri benim için dua etmelisiniz
üçüncü paralelde eski bir dünya gibi batacağım
malgaş halkı birkaç yüzyıl hikayemi anlatacak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder