Büyük bir kalabalık olarak yalnızdık ve yalnızlığımız da oldukça
kalabalıktı. Bütün Taksim Meydanı’nı dolduracak kadar susabilirdik ama
konuşuyorduk. Ara sıra bir sosyal medya uygulaması bipliyordu bir yerden,
bakıyorduk.
Ben gazetelere bakıyordum.
Fenerbahçe Antalya’da çok mühim bir 3 puan bırakmış,
zirve yolunda kan kaybetmiş.
Filanca şampuanı kullananlar çok mutluymuş.
Halep’tekiler mutlu değilmiş çünkü Halep kan
kaybetmekteymiş, ölmekteymiş.
En iyi ihtiyaç kredisi bu bankada.
Biz de o şampuandan kullanıp mutlu olmak istiyorduk ama
dedim ya biraz fazla yalnızdık. Daha birkaç gün önce canımıza iki bomba
atılmıştı, 44 kişi eksilmiştik, söyleyecek
çok sözümüz olduğu için söyleyecek hiçbir şeyimizin olmayışı tam da bu yüzdendi
ama yine de konuşuyorduk.
Bazen kendimizdik,
genellikle değildik. Bütün yaşamalar "şimdilik"ti fakat “sıra ne zaman bana gelir?” sorusunu aklımızdan
uzak tutacak kadar da Türk’tük....bununla beraber ağrımıza giden şeyler vardı. Üzgünden çok
öfkeli ama en çok da çaresizdik. Bir de anlamak istiyorduk.
Tuhaf bir şekilde giderek yalnızlıklarımız gibi biz de birbirimize
benzemekteydik…bazılarımız hariç!
Hayatın kendini dayatmasının ayrı, hayatın kendisini
dayatırken kimin kendisinde olduğunu önemsemeyişinin ayrı muzdaribiyiz. İçeride
ve dışarıda bir şeyler öyle ısındı ki artık akmaya başladı. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.
Dünya tarihinin en kısa özeti: şu insanın insana ettiği!