Yazışıyorduk... "Benim yaratıcılığım yazıda değil"
dedi. Ben de "yabanda mı?" diye aptal bi kelime esprisi yaptım. Sonra
takıldım ben o aptal espriye, yazıştık daha bir müddet ama ben takılı kaldım.
Sonra öyle etmem gerekiyormuş gibi Youtube'u açtım, şu
ikisini seçtim ayırdım:
Sonra da tekrar be tekrar. Özellikle üstteki linkin etkisi tekrarlarca dinlenince katlanıyor!
O yar gelir yazı da yaban gül olur,
Yüzün görsem tutulur dilim lal olur,
Aşka düşen divane gezer del olur.
Yüzün görsem tutulur dilim lal olur,
Aşka düşen divane gezer del olur.
Yazı dediği ova, "ova"nın öteki adı "yazı"
ya, onu diyo. Ovalar kalabalık olur, kasabalar hatta şehirler olur ovalarda. O
yar gelince kalabalık ovalar da, kimsenin olmadığı yabanlar da gül oluyormuş,
yani o yar gelince "her yer" güle kesiyormuş...
İtikadımca aşk denen soyut hallerin somut ifadelerle
anlatılmasında midede kelebekler uçuşmasından daha etkili bir tariftir bu,
kokusu da var üstelik...gül kokusu.
Sonra içine düştüğü halleri anlatıyor işte, dili
tutuluyormuş ki bu çok normalmiş çünkü aşka kim düşse divane gezermiş, deli
olurmuş.
Ne güzel...
Evlerine vara da gele usandım,
El kızını ben kendime yar sandım,
Yüreğime hançer de soktu gül sandım.
El kızını ben kendime yar sandım,
Yüreğime hançer de soktu gül sandım.
Ama işler değişiyor sonra, hiç de güzel değil buralar... kız meğer el
kızıymış, onu yar bilmesi bir zannetmeymiş ve kız hançerlemiş bunu... o ise gül
sanmış.
Hançer dediği reddedilmektir muhtemelen,
"olmaz" demiştir kız, tek kelimelik çok büyük acılar sarf etmiştir
ama o gül sanmıştır çünkü neticede kız hem bir şeyler söylemiş hem de ona
söylemiştir, daha ne olsun?
Kötü olansa kızın başka bir şey söylemeyecek oluşudur,
gül sanılan hançer koca tabiattaki son güldür.
Sonrası ümitsiz.
Mezarımı derin de kazın, dar olsun,
Altı lale, üstü de sümbül bağ olsun,
Ben ölürsem sevdiceğim sağ olsun.
Ölüm düşüncesi, kızın artık bir şey söylemeyecek hatta yüzünü göstermeyecek oluşudur.
Bir "bakiye hayat" vardır yaşanacak ama o hayatın kızla hiçbir
alakası olmayacaktır. Bunun böyle oluşu aşığa ölümdür, başka ne olacaktı ki?
Ama diyor ki: ben ölürsem o sağ olsun.
Yani sağ olsun, gitsin başkalarına yar olsun, ama sağ
olsun.
Bir insanın diğerine olan aşkının gerçekliğinin ölçüsü basittir;
gerçek aşık, sevdiceğinin mutluluğundan başka hiçbir şey düşünmez.
"Ya benimsin ya toprağın" düşüncesi, aşkla
falan ilgisi olmayan, tamamen mülkiyet esaslı, tamamen egosantrik bir düşünce
hatta histeridir.
Gerçek aşık "yeter ki mutlu olsun da, öyle icap
ediyorsa başkasıyla olsun" diye düşünür-ister.
Zor di mi? Kim böyle egodan-nefsten tamamen azade bir
aşka nail olabilir ki? Çevrenize bakmayın, aynaya da bakmayın, çok mikro bir
ihtimaldir böyle birine rastlamışlığınız. Ama örneği yok değil.
Güzelsin, bibedelsin, şuhsun, alüftesin cana!
Söz olmaz hüsnüne, gelmez nazirin aleme hakka!
Senin her cevrine bin can ile sabreylerim amma,
Beni pek öldürür ey bi-vefa, ellerle bazarın.
Söz olmaz hüsnüne, gelmez nazirin aleme hakka!
Senin her cevrine bin can ile sabreylerim amma,
Beni pek öldürür ey bi-vefa, ellerle bazarın.
Diyen Nedim değil doğru örnek.
İstemek, mülkiyet, ilişki gibi kavramlarla aşkın
birbirine karıştırılmasının tarihinin yeni olmadığı, hatta bu karışıklığın
gayet legal-anlaşılır olduğunu belirtmek için verdim bu yanlış örneği.
Kelimeleri yanlış yerlerde kullanıyor oluşumuz ata
mirasıdır evet ama hiç örneği olmasa bile hakikat yine de hakikattir...ki
örneği var elbette.
Aşık Veysel'den bahsediyorum. Kendisini terk edip başka
bir adamla kaçan karısının kaçış yolunda ayakkabısının içinde para bulmasından bahsediyorum. Karısının kaçacağını sezen Veysel gizlice karısının ayakkabısına yerleştirmiştir bütün parasını.
Zor işler...neler hissetti, içinde ne türlü ateşler yandı, ne tür ateşlerin içinde yandı acaba? Eee, kazanına göre ateş.
Biz normal faniler kendimizi aptal Türk filmlerindeki yahut
aptal Hollywood melodramlarındaki esas oğlan - esas kızla öyle
özdeşleştirmişizdir ki istenmemek aklımıza gelse bile gönlümüze uygun
düşmeyeceği için bu ihtimali göz ardı ederek kurgularız her şeyi...ve o
sakat kurgunun neticesi olarak da istemek ile aşk arasındaki kocaman
alakasızlığı görmezden geliriz, inkar ederiz. Nefsin gölgesinde kalan gönül
ışık alamaz, boy atamaz, öyle kavruk-minnacık kalakalır. Ama öyle değilmiş gibi
yaparız, yalanımıza da inanırız.
Sosyal medyadaki bunca boynu büküğün böyle % 100 haklı
olma sanrısının altındaki sebep bu yalandır.
"yollar tutulmuştur ferhat olamazsın"
Van türküsüymüş. Bütün akşamımı adı belirsiz ve kim bilir
ne zaman yaşamış-ölmüş bu Van'lı için üzülmeye vakfettim. Bu akşam da böyle
napalım?
Bu yaziyi hic okumadan yalnizca turkuyu dinlesem acaba ne kadar etki ederdi yuregime, diye dusundum. Ruh halime gore degiskenlik gosterecegi kesindi ama yaziniz kadar etkisi altina alir miydi... Sanmam!
YanıtlaSilSiiri, turkuyu, insani ve olaylari yorumlayis biciminizi okumayi seviyorum. Elinize saglik. T.Nil Akcayli
Yorumdan ziyade içimden geçenleri paylaşma, bi çeşit kendimle konuşma.
Sil"Ağlarsan anların" diyor Necip Fazıl, tersi de doğrudur, anlarsan ağlarsın aynı zamanda. Üzülüyor işte insan, o türkü çaldığında eğer gerçekten orada ise üzülmekten başka çaresi kalmıyor.