27 Nisan 2016 Çarşamba

CAM KIRIĞI ADAMLAR

Ağlamaya üşenmez, gülmeye mütereddittir gerçek insan. 
Hayat, bütün olduğu gibiliğiyle içinden geçtiği için neyin geçmekte olduğunu birebir hisseder…ve hisleri gerçektir.

Mahzuni mesela, Aşık Mahzuni Şerif yani. Ne olduğu aldığı mahlastan belli, onca fiyakalı kelime varken mahzun olmayı seçmiş, alamet-i farikasını mahzun olmak üzerinden tarif ve takdim etmiş. Hayatı alması, anlaması da adı gibidir tam. Hayatın geçmekte olduğunu içinde hisseder, içinden geçenin hayat olduğunu hisseder.

“Ötmek istiyorum viran bağlarda, ayağıma cennet kiralansa da” şeklindeki muhteşem dizeler bu genel tercihinin beyanıdır. Tercih de değil de bir “zaten öyle olma hali”nin ifadesi. Dünya denen iğneler-dikenler diyarına düşmüş uçan balonlar gibidir bu tür adamlar, dünya onlar için fazlasıyla serttir, bir dikenden kaçmayı başarsa öteki iğneye tutulurlar. Maruz kalma halinde yaşarlar, gitmek istedikleri çok olur, “Bir Mahzuni demiş oldum kendime, olmaz olsun atamadım ben beni” derler, gidemezler…
Mahzuni'nin şiirlerinde sert şeylerle çok kırılgan şeyler bir aradadır, şiirlerinin gücü bu tezatta saklıdır. Kırılgan olanlar içinden gelenlerdir, sertler ise gözünün gördüğüdür, ona reva görülenlerdir. Sevgisiyle sitemi bir aradadır…çünkü öyle yaşamıştır, ona öyle yaşatılmıştır.

“Dünya hassas kalpler için cehennemdir.” diye meseleyi tek cümlede özetleyen Goethe’nin (Werther işte) bahsettiği adamlar bu Mahzuni gibi adamlardır işte.
Bu hassasiyetin manifestosu ise bir şiirdir zannımca. “Aheste çek kürekleri mehtap uyanmasın.” diye başlar ki bambaşkadır! O şiirin sadece ilk beyti için bile çok uzun konuşabilirim ama yazı çok uzar, manifesto olduğunu belirtmem kafi gelsin. Onca iltifata boğulmuş Yahya Kemal’in neden meyus bir karaktere sahip olduğunu anlamak için o şiiri anlamak yeter.

“beni bir kere dövdüler çok gözlüklüydüm
daha bere giyiyordum bıyıklarım da duruyor
büyükdere'de dövdüler emirgan ve birileri
geceleyin dövdüler dişlerimi tükürdüm

emirgan'la aramız çok eskiden beri yok
niye ölmedim diye bana bozuluyor
ötekiler şurda burda azar azar gördüğüm
çakıdan bozma itler sustalı birileri
fakat çok fena dövdüler size ne söylüyorum
bir vakit omuzlarım tutmadı dişlerimi tükürdüm

boş yerlerime vurdular yumrukları duruyor
gecenin bir saatinde gizlice kustum
bir böcek yürüyordu boynumdan içeri
burnum mu kanıyordu ağlıyor muydum
büyükdere'de dövdüler emirgan ve birileri
ayıran eden çıkmadı susadım su veren yok
kavgalı olmasaydık belki seni düşünürdüm”

Demiş mesela adamın birisi. Şiirin ilk yarısını aldım, devamı da var ama anlaşılması gerekeni anlamak için bu kadarı yeterli.
Adamı çok fena dövmüşler, gözlüklerinin camları kırılıp gözlerine dolmuş olmalı ki gözlükleri çok gelmiş adama. Ayıran eden çıkmamış, susamış su veren yok, eczane aramak filan gelmemiş aklına, sıcak bir şeyler içmek otelde motelde…o anda ona iyi gelmesi için düşündüğü tek çare “onu” düşünmekmiş (ki o dayağı “onun” yüzünden yemiştir) ama bunu da yapamamış çünkü kavgalıymışlar.
Hayat, böyle şeyler düşünebilen bir adamın canına okumaz da ne yapar?! Ölümünden 3 gün önce ilk ve son kez görme, dinleme saadetine eriştim bu muhteşem adamı. Acıların dinmiştir umarım sevgili, canımın içi Attila İlhan. Sayıları giderek azalan bu gerçek insanlar içinde çok başka bir şeydin sen.

Fazla duygusal oldu. Bu tarz adamların temel motivasyonlarını yazarak bitireyim yazıyı.
“Düşünme arzu et sade,
Bak böcekler de öyle yapıyor.”
Orhan Veli

İnsan için her şey haz ve anlamdan ibarettir, her şey bu ikisinin türlü farklı terkipleridir sadece. Gerçek insanların yaşamı hatta varlığı böcekliğe bir reddiyedir. Onlar her şeyde anlam ararlar. Anlam içermeyen haz bile onlar için anksiyete sebebidir. Schopenhauer,  Nietzsche, Cemil Meriç gibi adamları “bedbaht eden melal” tam  da budur: Anlam eksikliği anksiyete yaratır ve bu dünya yeterince zarif değildir, onlar için fazla kaba-serttir.

Bu gerçek tek başına ahretin ve Allah’ın varlığına ispattır benim için. Tüm bunların bir sebebi ve karşılığı olmalı, bir öteki dünya olmalı. Her şeyin bir anlamı olmasaydı “anlam” denen şey yaratılmış olmazdı.

19 Nisan 2016 Salı

WOLSEY COMMITS SUICIDE

Bir aydır falan şu parçayı düzenli olarak dinliyorum:

Hala dinlediğim için bu parça için söyleyeceklerim olmalıydı artık ve bu blogda fikselenmeliydi  bu sözler.
The Tudors dizisinin Kardinal Wolsey'in intihar ettiği sahnesi için bestelenmiş, Trevor Morris hayvanının marifeti!
Parçanın özellikle girişinde The Last Of The Mohican'ın Promentory'si havası var, aynı kandanmış gibi de gözüküyorlar ama ilgisi yok, çok katmanlı, zehri kuyruğunda saklı bir parça bu. Dinledikçe başkalaşıyor.
Diziyi  bir kaç ay önce bilmem kaç bölüm sonuna kadar izledim. İyidir hoştur dizi, gerçek tarihtir falan  ama öyle mıy mıy mıy devam eder gider...Kardinal Wolsey'in intihar sahnesi hariç! İlk izlediğimde neye uğradığımı şaşırdım, müzik bir yandan Wolsey bir yandan hırpaladı hayli.

Kardinal'i Sam Neill oynuyor, muhteşem oynadığını söylemeye gerek yok. Kral'dan sonraki ikinci adam Kardinal, başbakan gibi. Yürütme ondan soruluyor, becerikli bir adam. Kötü biri olmamakla birlikte pek çok entrikaya da bulaşıyor görev icabı. Lakin ikbali Boleyn kızının duvarına çarpıyor, kızın muhteris babasının ayak oyunlarıyla gözden düşüyor, hapse atılıyor....ve hapis günleri şu şekilde son buluyor:
   
Cehennem'i hak ettiğine emin oldukları din adamını ait olduğu yere yollamanın tiyatrosuyla eğlenen ucuz muhterislerin mutlu sahneleri ile Wolsey'in Hz. İsa ile konuşma sahneleri muazzam harmanlanmış.
Wolsey'in sözleri de tıpkı müzik gibi yoğun ve katmanlı...pek çok düşünceye kapı açan, üzerine düşünülesi sözler. Konuşursam çok uzun konuşurum, o yüzden susacağım, herkes kendi mütalaasını kendi yapsın.

Arada kaynamasın diye  Kardinal'in Hz. İsa ile konuşmasını aldım buraya, dursun burada bu:

Eskiden olduğu kadar uzun ve sık konuşmuyoruz.
Diğer işlerle meşgul oluyordum.
Eğer bağışlanmak isteseydim, af dilerdim... ama yaptıklarım için ve yapmaya çalıştığım şeyler için af söz konusu olamaz.
Buna rağmen günahkar olduğumu düşünmüyorum.
Çünkü günahkarlar bağırarak dua ederler, kefaret isterler ve Cennet'e benden daha yakın olduklarını düşünürler.
Ne Cennet'in kapısını görebileceğim ne de beni kurtarmak için söyleyeceğin tatlı sözleri duyacağım.
Ahireti gördüm, yemin ederim. .. ama sadece rüyamda. Sabah olduğunda kaybolmuştu.
Ne için yaratıldığımı biliyorum. Naçizane ruhumu merhametine bırakıyorum.
Çok iyi biliyorum ki bana kucak açmanı hak etmiyorum.

10 Nisan 2016 Pazar

MÜCRİMLERE TAAM

Bi filmde adam yemek üzere olduğu sandviçi göstererek dedi ki:
Bunu domuza bile yedirmezsin. Domuzdan nefret ediyor olsan bile.İşte hayat bu. Bu! Doğarsın, bu işlenmiş bokları yersin, sonra da ölürsün.

Buradan öyle hayata dair incelikli falan bi laf çıkmaz, çıksa çıksa pespaye bi hayat sloganı çıkar ki onun peşine de ben düşmem.
Benim ilgimi çeken kısmı şu domuza dair olanı. Nefret ettiğin birine iğrenç bi sandviç hazırlama fikri, süper gibi geldi baştan.
Ama sonra dedim ki kendi kendime: yemez ki!
Yemez yani, çok aç değilse yemez. Sandviç ikramından önce aç da bırakmak gerekiyor demek ki kurbanı. E çok aç olursa da ne verirsen ver büyük bir hazla yer, al sana püsküllü dilemma!
Hem bu kadar uğraşacağıma nefret etmekten vazgeçerim daha kolay anasını satiim, işin yoksa herifi tut, aç bırak, sandviç hazırla falan....uzun iş.
Yine en iyisi şiş, sopa, elektrik falan. İşkence yöntemi olarak yani, konvansiyonel yöntemler hala en güvenilir olanları... öyle sandviçle falan olacak iş değil bu. Sofistike yöntem bulacam derken aç doyurursun ancak!

"Bir işkence yöntemi olarak sandviç" konulu geyik çevirecem diye şu salak repliği üşenmeyip yazdım ya, ne diyim kendime! Kendimi affettirmek için (kendimi kendime affettirmek için, şunları üşenmeden okuyan biri zaten kendi kaşınmıştır, "okur"a karşı affedilme ihtiyacı söz konusu dahi değil) güzel bi alıntı yapayım bari. Bu gün bir arkadaşım Facebook'tan paylaşmış. Panait Istrati'den paylaşmış hem de :) Demiş ki Panait denen o güzel abimiz:
"Bil ki; ancak sıradan şeyIer payIaşıIır ve ortakIaşa yaşanır. İnsanoğIu çok mutIu oIduğu anda yaInız kaIır; çok mutsuz oIduğu zaman da öyIe... Küçük bir çukura herkes seninIe birIikte atIayabiIir; ama hiç kimse ardından uçuruma geIemez. Eksiksiz mutIuIuk da bir tür uçurumdur. "
Bak işte buradan hayata dair gayet incelikli pek çok şey çıkar, ama çıkanları buraya ben yazarsam incelik hasar alır, yorumum yok o yüzden.
Bu kıyağımı da unutma okur!

Öne Çıkan Yayın

ÇOK GÜZELSİN GİTME DUR NOKTASI

Şahsi tarihimizin tekerrür ede ede gözümüze sokmaya çalıştığı toplamda sadece tek bir şey vardır belki de: O aslında öyle değil. Taz...