- Hayırdır birader, yüzünden düşen bin parça?
- Sorma be Ahmet Abi, üzüntümü kaybettim.
- ???
- Bakma öyle, üzgün olmadığım için üzgünüm işte.
- Manyak mısın?
- Yok yaa, anlaşılması zor bir şey değil aslında, karışık bile değil.
- E anlat bakiim biraz.
- Bana yabancı bi duygu değil aslında bu. Birileri olurdu, üzgün olurlardı
ben kaynaklı sebeplerden. Yanlarındayken, konuşurken, yazışırken ben de çok
üzgün görünürdüm, acılarından hissem varmış gibi. Ama içim oralı bile değildi.
Görüş mesafelerinden çıktığım anda da unuturdum mevzuyu. İçten içe bir suçluluk
duyardım üzgün olmadığım için, sadece buna üzülürdüm. “İcimizde kalp bir
sey tasiyoruz, cunku sermayemiz kadar temiz kalabiliyoruz. Tertemiz vicdanlari
kim istemez?” gibi.
- Bu son söylediğin neydi?
- Sultan Makamı’ndan bir replik. Oradaki “kalp”tan kasıt “yürek” değil
yalnız, “sahte” anlamında. Şapkasız a.
- Bırak şimdi repliği, yani şu an biri senin yüzünden üzgün ama umursamadığın
için vicdan azabı duyuyorsun, öyle mi?
- Değil, alakası yok. Kimse üzgün falan değil. Bu seferki değişik.
- Nasıl?
- Bu sefer ben üzgündüm. Öyleymiş gibi falan değil, tertemiz üzgündüm.
Bir fikr-i sabit edinmiştim, ne bileyim bir sohbete sürekli bir iştirak söz
konusu olamıyordu mesela, kopuyordum. Dudak dudağa yaşıyordum üzüntümle. Hava
gibiydi, hep benimleydi.
- Eee?
- Eee’si, 10 gündür böyle değilim. Kopmadan uzun süre konuşabiliyorum,
kahkaha bile attım. Önceleri geçici sandım, ama 10 gündür tık yok, üzüntüm beni
terk etmiş.
- İyi ya oğlum, bütün hayatını üzülerek geçirecek değilsin ya, bitmiş işte,
sevinsene.
- Öyle değil. Parçam gibiydi o üzüntü. Onun sayesinde insan olduğumu
hissediyordum. Asıl mühim şeyler yazılamaz biliyor musun? Ben o mühim şeylerin
tam içindeydim. "O şiirin etrafındaydım." Tastamam bir insan olma
halindeydim. Artık değilim, yavşak gibi hissediyorum kendimi.
- Senin yavşak olmadığını şu kahvede kimse sorsan söyler, saçma sapan
konuşma.
- “Öyleyim” demedim ki, öyle hissediyorum sadece.
- Üzgün olmayan, insan olamaz mı yani?
- Hayır, üzülemeyen insan olamaz.
- Bak oğlum, buna “bir derdim var bin dermana değişmem.” derler. Derviş
kafasıdır bu. Sen derviş misin?
- Değilim ama derviş de insan ki. Onda olan şeylerden payım var.
- İyi de o derdini vasıta yapmış binip bir yerlere gitme telaşında, sende var
mı o telaş?
- Yok ama dervişi rahatsız eden şeyler beni de ediyor işte, buna engel
olamıyorum.
- O zaman bu senin üzüntüler bi boka yarar şeyler değil yani, öyle boş
boş üzülüyorsun anca.
- Eh, bunda haklısın biraz.
- Yalnız sana bir şey söyleyeyim, 10 gün uzun bir süre değil, anlarım ben bu
işlerden, değirmende ağarmadı bu saçlar, terk etti sandıkların birkaç gün sonra
geri gelebilir. Beynin mola vermiştir belki. O zaman da üzgün olduğun için
üzülürsün artık.
- Aptal mıyım ben yani?
- Değilsin. Fazla kibirlisin sadece.
- Kibir?
- Evet kibir bu. Sen hep sen kalırken güzel şeyler olmasını istiyorsun, Güzel
şeyler olurken hep kendin olmak istiyorsun. Her şeyin gerçek olmasını istiyorsun, yapay tatminlere, rol yapmaya, sahteliğe
tahammülsüzsün
- Buna hakkım yok mu?
- Yok. Üç kuruş için herkesin birbirini pandiklediği yerde bu düzey bir kendi
olma isteği nedir lan? Güçlü görünmekle yetinmelisin sen de herkes gibi,
gerçekten güçlü olmayı istemekten daha büyük kibir mi olur?
- O zaman?
- O zaman çay içelim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder